Bu sayfayı yazdır

Yazıldığı Gibi Okunmayan Belâ: İngilizce

13 Eyl 2015

İngilizce yazıldığı gibi okunmaz. Çoğumuzun ilkokulda aldığı ilk İngilizce dersinde öğrendiği ilk kuraldır bu. Türkçe’nin yazım kurallarına alışmış bir çocuk, Umut Sarıkaya deyimiyle “emergency yazıp imörcınsi diye okuyalım” diye oluşturulmuş bir dile alışabilmek için kendi dilinin yazım kurallarını bu dilde aramamalıdır.

İngilizce’nin yazım ve telaffuz kurallarıyla dalga geçen tabii ki yalnızca Umut Sarıkaya değil. Bernard Shaw’a atfedilen meşhur bir örnek, mealen şöyle der: “Tough [ta’f] sözcüğünün sonundaki gh’yi , women [vimin] sözcüğündeki o’yu, nation [neyşın] sözcüğündeki ti’yi alalım. Öyleyse fish [fiş], ghoti şeklinde de yazılabilir.”

Elbette bu böyle basit değil. Bu meşhur örnek de aslında yanlış diyebiliriz. Fakat “blood” blad okunurken “sloop” neden slûp’tur? Bir imlâ-telaffuz uyumsuzluğundan söz edebiliriz. Bu yazıda bunun nedenlerine ve İngilizce’nin eğlenceli geçmişine değineceğim. 

Öncelikle “fonem” ile başlamalıyız. Fonem nedir? En küçük ses birimidir. İdeal bir alfabede, her harfin bir fonemi karşılaması gerekir. Allophone ya da allafon dediğimiz birimlerse, aynı fonemin vurgulu, uzun, tınılı vs. versiyonlarıdır, bunlar da aksan işaretleri vb. uyarılar ile okuyucuya telaffuz için rehberlik yapılarak verilir.

Allophone'lar bile esasen alfabede ideal olarak belli bir fonemi belirtmesi gerekirken, yazımın fonemleri tam karşılamaması sebebiyle farklı sözcüklerde farklı telaffuz edilen aynı harflere dair farklılıkları işaretler. 

Uzun süre aynı alfabeyi kullanan uluslarda harfler artık fonemleri karşılamaz, harf grupları ya da özel okunma kuralları ile evrimin yeni basamağındaki fonemler karşılanır, bu gittikçe karmaşıklaşır, İngilizce, Fransızca gibi yazıldığı gibi okunmayan ve çoğu zaman belli kurallara göre telaffuz edemeyeceğiniz diller ortaya çıkar. (İngilizce daha kötü durumda, Fransızca telaffuz açısından hala tek foneme tek harf vermiyorsa da, daha kurallı en azından.)

Yukarıda değindiğimiz gibi dillerin tabii eğilimleri, evrimi var. Sözgelimi "y", "d", "c" sesleri ve bunlara karşılık gelen fonemler birbirine dönüşebilir. Sözgelimi eski Türkçe "adak", ayak haline gelmiştir. O zamanlar da Latin alfabesini kullanıyor olsak, adak da ayak'a dönüşse ve adak sözcüğü sık sık, kesintiye uğramaksızın yazılmış, korunmuş bir sözcük olsa, belki de, "d harfi /d/ fonemidir ama iki a arasında yazıldığında /y/ sesi verir" diyebilirdik. Tabii bu kadar basit değil ama genel olarak böyle.

Dillerin resim yazı -> simge yazı -> piktogram -> ideogram evrimini bizzat o dilin kullanım alanı içinde takip etmiş "milli ve ana" alfabeleri varsa, yazım kuralları daha da karmaşıklaşır. Sözgelimi /k/ sesini veren Latince "c" harfi (kap, bildiğimiz kap, su kabı. Birçok Hint-Avrupa dilinde kap, kaptır. C harfi de, yan yatmış bir kaba benzer), Roma hala ayaktayken, yanılmıyorsam, halk ağzında "ç"ye dönüşmüştü bile. Sonraları k harfinin Latin alfabesine eklenmesinin sebeplerinden biri de budur. Bugün “c” harfi kimi zaman s, kimi zaman k, kimi zaman ç okunur. (Gerçi Latin alfabesinin resim yazı, simge yazı ve piktogram basamakları çok da Latin değildir, sonradan Latinlere mâl olmuştur ama olsun.)

Orhun alfabesine değineyim bir de. Piktogram'dan ideograma geçiş aşamasına güzel bir örnektir aslında. Sözgelimi "it"e benzeyen stilize edilmiş bir figür "it" sesi verir, oka benzeyen stilize edilmiş bir figür "ok" sesi verir.

Bugün Türkçe’de de aslında “yazıldığı gibi okunmuyor” tesbiti yapabiliriz. Fakat İngilizce’ye nazaran çok çok “uyuşur” durumdadır alfabe ile konuşmadaki fonemler. Zira Türkiye Türkçesi yeni alfabesini bir “üstyapı hamlesi olarak” yaratmış ve uygulamıştır: Hangi harfin hangi foneme denk geleceği masa başında belirlenmiş ve eğitim yoluyla yaygınlaştırılmıştır. Modern dönem imkanları kullanıldığı için, kendiliğinden yüzyıllar içerisinde –çoğu zaman yerel yazım ve telaffuz farklılıkları da içererek- oluşan yazım ve telaffuz sistemlerinden çok daha net, tutarlı ve sadedir.

Bu yazıldığı gibi okunmamak meselesinin de ötesinde, şu irregular verbs dediğimiz mevzu çok can sıkar. Neden var bu kuralsız fiiller?

İngilizce'nin de dahil olduğu ailede, Cermenik dillerde, strong verb - weak verb, starkes verb - schwaches verb ya da güçlü fiil - zayıf fiil ayrımı var. Basitçe ifade edecek olursak, güçlü fiiller, yalın halinden past (geçmiş) haline çekim yapılırken fiil ortasındaki seslinin değiştiği fiiller. Zayıf fiillerse sonuna bir takı getirilerek geçmiş zaman çekimi yapılan fiiller.

Diğer cermenik dillerde bu iki fiil türü çok net görülüyor ve kurallı. Fakat ingilizce sürekli farklı dillerin (İngilizce'yle aynı büyük dil ailesinden olsa da çok farklı kollardan olan Keltçe, eski Norse dili, Sakson ve Angle varyantları ve nihayet Normanca) etkisine girdiği için sürekli "savruluyor". Ve nihayet bazı fiiller Norse dilinden giriyor, bazıları dönüşüyor derken, ortaya bu kurallı yapının bozulduğu, rastgele hayatta kalabilmiş fiillerin oluşturduğu bir yapı çıkıyor. 

Sing, sang (şarkı söylemek, şarkı söyledi) çekimi örneğin bir güçlü fiile işaret ediyor. Zira fiil içerisinde bir ünlü değişimi var. Ama örneğin prepare - prepared (hazırlamak, hazırladı) çekimi zayıf fiil çekimini gösteriyor.

Fakat bununla bitmedi. Bir de bring - brought var. Ya da dream - dreamt. Bu güçlü fiil - zayıf fiil ayrımından çok, imla ve İngilizce’nin geçirdiği büyük bir dönüşümle, “Great Vowel Shift”, “Büyük Ünlü Kayması” ile ilgili. Yani bir imlâ sorunu. Yukarıda değindiğimiz evrimin ve “kendiliğindenlik” ile ilgili.

Fakat bu süreç İngilizce için çok daha karmaşık, zira İngilizce kimi teorisyenlerin "İngilizce diye bir dil yoktur, ingilizce bir creole'dür" demesine sebep olacak kadar etki altında kalıp dönüşmüş. (Creole, ya da bulamaç dil, fark etnik unsurların anlaşabilmek adına farklı dilleri neredeyse rastgele harmanlayarak oluşturdukları basit dil. Özellikle köle ticaretinin yoğun olduğu ve farklı dillerin etkisinin sürekli değiştiği Karayiplerde yaygındır.) Baştaki Cermenik mayası yok olmuş: Keltçe etkisiyle sadece he, she ve it'te kelime cinsiyeti kalmış örneğin, normalde Cermenik dillerde sözcük cinsiyeti vardır. The ve belgisiz a, an dışında artikeller kaybolmuş. Eski İngilizce'de case denen "hâl"e göre fiiller ve isimler de takı alırmış, sadece üçüncü tekil şahısta -s takısı (prepares, "hazırlar") ve yönelen durumdaki zamirlerde (he-him, they-them) yaşıyor bu özellik. Ki bu da hala süregiden bir evrim, o yüzden “native speaker”lar bile nerede who("kim"), nerede whom ("kime", yönelen takısı almış) kullanacağını şaşırabiliyor. Muhtemelen birkaç yüzyıla “I told him” değil “I told he” dediğimiz bir İngilizceyle karşılaşabiliriz. Ama yazı bu dönüşümü zorlaştırıyor, bir şey yazıyla "sabitlendiğinde" daha zor dönüşüyor, zira bir imla var, sürekli çapa görevi görüyor.

Ama bin yıla vuduğunuzda göremiyor işte. Bin yıl önce briddis diye yazılıp "biriddis" diye okunan sözcük bugün "birds" diye yazılıp "börds"(kuşlar) diye okunuyor. Bunun sebebi hem great vowel shift, hem diğer olağan - dış etkilerden kaynaklanan dönüşümler ve imlânın yenilenme, değiştirilme hızının asla konuşmanın hızına yetişememesi. Ve kısa bir rünik dönem dışında yazılı İngilizce hep Latin ile yazıldı, bu da işleri karmaşıklaştırıyor. Yeni bir yazı sistemine geçersen, fonemlere karşılık gelecek harfleri baştan belirleyeceğin için daha "yazıldığı gibi okunan" bir dil elde edersin, Türkçe'de olduğu gibi, yukarıda değinmiştim. Ama hep aynı alfabeyle yazıyorsan karmaşa, bir nevi “maintenance nightmare” oluyor.

Fakat İngilizce'nin dünya dili oluşu biraz bu bahsettiğim dış etkiler ve dönüşümler sebebiyle. Elbette İngiliz İmparatorluğu'nun ve bildiğimiz bütün diğer etkenlerin de oynadığı bir rol var ama, İngilizce tabiatı itibariyle farklı anadil sahiplerinin konuşmasına uygun hale gelmeye zorlayan bir evrimsel stres yaşamış. (Creole iddiaları bu yüzden var.) Dolayısıyla İngilizce’nin “doğası” uygundur dünya dili olmaya.

Keltçe'nin, Latince'nin, Norse dilinin, İngilizce ile çok yakın akraba olduğu halde farklılıklar içeren diğer varyantların ve Norman Fransızcası'nın etkisi, İngilizce’yi karmaşıklığını, case durumlarındaki özne - nesne - yüklemin aynı anda etkilendiği kurallarını arkasında bırakmaya zorlamış. Daha yüzeysel, nasıl desem "evrensel gramer" diye bir şey var ise (bkz: Steven Pinker, The Language Instinct) onun her bir kaidesine bir bağımsız, "diğerleri" ile etkileşime girip iyice karmaşıklaşmayan bir gramer yapısı oluşturarak, bir ara yok olmanın eşiğindeyken (Norman istilası) dünya dili olmuş. 

Son paragrafta neyi kastettim? İngilizce, takılar vs. yerine ayrı yazılan prepositionlar (in, on, to gibi. Türkçe’de “Bahadır’a” diyoruz, onlar “To Bahadır” diyor. Fakat eski İngilizce’de, aynen Türkçe gibi, yönelme durumunu gösteren bir ek varmış, artık ayrı bir sözcük ile karşılanır olmuş. Benzer bir durum, örneğin, Karaçayca gelecek zaman çekiminin olumsuzunda görülür, “tüül” yani değil sözcüğü kullanılır.) ve “modal verb”, “auxiliary verb” (yardımcı fiil) yapıları kullanmayı tercih etmiş. 

Örnek verelim. He "o" demek, erkek için. "Ona" diyeceğimiz zaman "him" diyoruz. Bu, İngilizce'nin eski döneminden kalma bir şey. Ama "horse" at demek. "Ata" diyeceğimiz zaman "to horse" diyoruz. atıyorum "horsem" demiyoruz. Tek başına bu önemsiz görülebilir, ama bütün bu takılar, ismin ve fiilin hali, zamanı, dönüşlülüğü vs.ye göre şekillenen kurallar bir dili karmaşıklaştırır. Güçlendirir de: fakat öğrenilmesi zorlaşır. Bağımsız sözcüklere dönüştüğündeyse, ayırdetmek kolaylaşır, dili zayıflatabilir fakat öğrenmek ve kurgulamak daha kolaydır.

Türkçe’de de normalde yitmiş olan kurallar bazı durumlarda yaşar, bahsi açılmışken örnek vereyim. Örneğin geniş zaman olumlu ekimiz "-r"dir değil mi? olumsuz ekimiz "-ma-". “Olur” diyoruz. Fakat “olmar” ya da “olmur” demiyoruz. Olmaz diyoruz. Bu çok çok eski dönemden bir kalıntıdır, -z ekinin kalıntısıdır. Azerbaycan’dakiler daha kurallı, olur ve olmur diyorlar: 

Kişiler bir olmur atam balası
Qorxağı var, igidi var...

Neyse uzar gider böyle, bu kadar yeter. 

Sonuç: İngilizce güzel değil, fakat inanılmaz pratik bir dil. Bu dili bu hale getiren de "başına gelenler". Büyük birer felaket olabilecek gelişmeler, bir süre sonra İngilizce'nin pratikleşmesine izin vermiş. Chaucer, “gezgin keşişlerin cehennemdeki yeri şeytanın göt deliğinin ta içidir” gibi muhteşem tespitlerle dolu eserlerini o zaman “aşağı” kabul edilen İngilizce ile yazarak yüksek kültürde İngilizce’ye yer açmasaydı, bunların hiçbiri olmayacaktı belki, bu vesileyle onu da anmış olalım.

M. Bahadırhan Dinçaslan

 

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.