Bu sayfayı yazdır

Milliyetçilik ve Kadın: Genç Kızlar Rahatsız

01 Oca 2016

Milliyetçi camiada kadın sorununa eğilirken, yazılarıma ve fikirlerime kaynaklık etmesi, temel oluşturması için bilimsel olmasa da verilere dayanan bir çalışma yapmak istemiştim. Bir grup milliyetçi kadınla mülakat yaptım ve yalnızca ana hatlarıyla da olsa mülakatların neticesini paylaşmak istedim.

Yorumlarım ve bulgularımı paylaşmadan evvel, yılbaşı gecesinde dostlarla kutlama yaparken, her zamanki malumatfuruşluğumla konuyu Avşarlara getirdiğim sohbetin bir anına değinmek istiyorum. Avşarlar, Dadaloğlu ve Kozanoğlu'nu anlatırken, Kozanoğlu'nun yıkılışı akabinde, kendi beyliğini borçlu olduğu Avşarlara yüz çeviren Yazıcıoğlu ile Avşar ozanı Dadaloğlu arasında geçen bir olayın şiirini aktardım. Buna göre, Yazıcıoğlu Avşarlara ihanet ettikten sonra, Osmanlı'nın desteğiyle beyliğine devam eder, ama Dadaloğlu'na da sahip çıkar. Biraz da, ünlü ozanın maiyetinde bulunmasından prestij devşirmek istemektedir. 

Bir gün, sair Türkmen beyleri ile çadırdayken, Dadaloğlu'na kendisini övdürmek ister. Dadaloğlu över, ama Avşarları da anmadan edemez. Yazıcıoğlu hiddetlenir; Dadaloğlu'nu bağlattırır. O esnada, Yazıcıoğlu'nun karısı bir Türkmen hanımı, beylerin yanında Yazıcıoğlu'nu azarlar, Dadaloğlu beyliğini borçlu olduğun adamdır, nankörlük etme diye paylar. Yazıcıoğlu utanıp, Dadaloğlu'nu salıverir ve Dadaloğlu, Yazıcıoğlu'nun aksine, eşini över aşağıdaki dizelerle:

“Felek senden şikayetim çok benim 
Tilki derisinden def ettin beni 
Ya ben mi yanlışım yoksa imam mı 
Acemi imama saf ettin beni 

Dadaloğlu çok üzüldü ağladı 
Gözüm yaşı sel oldu da çağladı 
Erkek çakal kollarımdan bağladı 
Amma dişi aslan, affettin beni.” 

Türkmen tarihinden bu kısa kesit, benim için Avşarların serüveninden dahi daha dikkat çekicidir. Zira Türkmen kadınının toplum içindeki konumunun görece kuvvetliliğine bir delildir. Bu çalışmayı da, erkeğimiz çakallaşırken arslanlığından taviz vermeyen Türk kadınına adıyorum.

***

Bu çalışma maalesef bilimsel değil; soruların soruluş biçimi, mecrası ve değerlendirme metodu maalesef bilimsel yeterliliği karşılamıyor. Ancak dürüst ve doğrucudur, öyleyse bize kesin sonuçlar veremese de, hiç değilse bir izlenim verecektir. 

Mülakata 50 kadının katılmasını amaçlıyordum. 50 kişiyi bulduk, ancak yaklaşık 20'si, maalesef tekrar hatırlatmama ve kendileri de katılmak istediklerini beyan etmiş olmalarına rağmen, cevapları yollamadılar. Toplamda 32 kadın sorularımı e-posta yoluyla cevapladı. Ayrıca kadın erkek vs. farkı gözetmeyen, ekserisi milliyetçi profillerden katılım göstermiş olsa da, aralarında milliyetçi olmayan, hatta milliyetçilik düşmanlarının da bulunduğu 1085 kişinin katıldığı bir anketi de twitter vasıtasıyla yaptım. 

Mülakatta, katılımcılara doğum tarihleri ve doğdukları&yaşadıkları memleket ile, kendilerine hangi milliyetçi kanaat önderini en yakın gördüklerini sordum. Kadın kolları gibi oluşumları yararlı bulup bulmadıklarını, başlarına bir taciz vs. gelip gelmediğini, ayrımcılığa uğrayıp uğramadıklarını, kıyafetlerini değiştirme baskısı hissedip hissetmediklerini ve çözüm önerilerini inceledim.

İlk olarak göze çarpan sonuç, "mensubu bulunduğu milliyetçi paydada kadın kolları müessesesi faydalıdır&düzgün çalışıyor" diyen kadın sayısının yalnızca 2 olması. Bu 2'si de, "çok faydalı" değil, "hiç yoktan iyidir" minvalinde yorumlar yaptılar. 

Çıkardığım ikinci sonuç, 85 ve 90 arasını da bir nebze kapsamakla birlikte, 90 ve sonrası, özellikle 94-95-96 doğumlu genç kızların kadın hakları hususunda oldukça duyarlı olduğu, kadın dostu görünümlü cinsiyetçiliğin farkında olduğu ve daha sert reaksiyonlar verdiği. Bu benim için sevindirici bir gelişme. Bu yaş grubu hem yapısal (kadın kolları vs.) hem de ruhsal (kadına karşı tutum vs.) açısından, milliyetçi camiadan çok rahatsız. Fakat yine bu yaş grubunun, daha küçük milliyetçi paydalara yönelerek kendilerine yaşam alanı yaratma eğiliminde olduklarını gözlemledim. Örneğin, 3 genç kız, sorulara cevap verirken direkt kurum ismi vererek "Komitacılar hariç" şeklinde bir şerh koyma, yine 3 genç kız, "mensubu bulunduğum yapı hariç" deme ihtiyacı hissettiler. Bunu, genel olarak olumsuz buldukları ve büyüklüğü sebebiyle düzelmesi ya da düzeltmek için ümit görmedikleri geniş yapılardan, teşkilatlardan uzaklaşarak, daha niş, özel ve tam anlamıyla kendilerine uyumlu olduğunu hissettikleri çevre ve paydalara yöneldikleri şeklinde yorumladım.

Çalışmaya katılan kadınların neredeyse dörtte üçü, "kadın kolları" anlayışının, kadınları tecrit ettiğini, ayrıştırdığını ve zararlı olduğunu düşünüyor. Kimileri, bu tavrın "siz şurada takılın, kendi halinizde eğlenin" anlamına geldiğini söylüyorlar. 

Hiçbir kadın, en azından direkt olarak cinsel nitelikli bir tacize uğradığını belirtmedi, bu bir teselli. Ancak kadın olduğu için dalga geçildiğini, başkanlık, önderlik gibi konumlara layık görülmediğini belirten kadınlar yine yaklaşık dörtte üçe tekabül ediyor. Kalan dörtte birlik kısmın neredeyse tamamı, "ben bu sorunu falanca yöntemle çözdüm" diyerek, başa çıkma yöntemlerine değiniyorlar. Ayrımcılık ve geri plana itilme dışında, direkt olarak "cinsel nitelik hariç taciz" yani dalga geçme, açıkça hor görme ve aşağılama söz konusu olduğunda, net olarak buna maruz kaldığını söyleyen kadın sayısı yarıdan biraz az. Burada şunu açmalıyım: İlki daha pasif bir kadın düşmanlığı iken, ikincisi daha aktif, girişken bir kadın düşmanlığı.

Benim için ilginç olan bu gruptu. Bir - iki katılımcının beyanlarının altında, hem cinsleriyle ittifak kurma ya da meseleye "kadın gözüyle bakma" yerine, mevcut durumu kabullenip, ataerkil sistemin araçlarıyla uyum içinde çözüm arama meylini gördüm. Bu bence tehlikelidir. 

Kendisini "seküler milliyetçi" olarak tanımlayan ya da ilk aklınıza gelen milliyetçi kanaat önderi hangi isimdir sorusuna Atatürk gibi seküler simaları cevap olarak veren kadınların daha hassas ve reaksiyoner olduklarını gözlemledim. Katılımcılar arasında, yalnızca mülakat metinleri göz önüne alınırsa, en dinî içerikli beyanı veren kadın ise, kadın hakları hususunda oldukça bilinçli ve reaksiyoner idi, kendi grubunda çok ayrıksı bir yerde duruyordu. Yaşı da göz önüne alınınca, şöyle bir tablo çıktığını söyleyebiliriz: Seküler anlayış, kadın hassasiyetlerini geliştiriyor ve kadınların cinsiyetlerine yönelik ayrımcılık, aşağılama ya da sömürü olduğunun farkına varmalarını sağlıyor. Daha dini-muhafazakar anlayıştaki kadınlar ise, böyle bir tabloyu çizmede daha tereddütlüler. Ancak yaş gençleştikçe, bir de ekonomik bağımsızlık varsa, dini önemseyiş derecesi ne olursa olsun kadınlar bilinçleniyor ve tepki gösteriyorlar.

Mensubu bulunduğunuz camianın toplantılarına giderken her zamanki giyim tarzınızı değiştirme ihtiyacı hissediyor musunuz sorusuna verilen cevaplar arası uçurum, diğer bütün sorulardan daha fazlaydı. Bir grup kesinlikle hissetmediğini söylerken, diğer bir grup baskı altında hissettiğini söylüyor. İlk grupta, "ben zaten usturuplu giyinirim", "zaten insan içine çıkamayacağım kıyafetler giymiyorum" gibi ek beyanlar da var; esasen bu sorunun kapsama alanı daha fazla didiklenmeliydi. Ancak yüz yüze mülakat olmadığı için, gerekli soruları sorup, derinlemesine irdeleyemedim. 

Bütün mülakatları tek bir mülakat gibi ele alacak olursam, milliyetçi kadınlar "kadın kolları", "asenalar" gibi "erkek ayrı, kadın ayrı" teşkilatlanmaları olumsuz buluyorlar. Bunu haremlik selamlık gibi değerlendirmenin yanında, başkanlık, temsil görevi gibi işlevleri kendi uhdesine alan erkeklerin, kadınlara "ana kol"dan ayrı, kendilerini tatmin edip azla yetinecekleri bir alan açması olarak görüyorlar ve aşırı tepkililer. Hatta bu sebepten aktif olarak teşkilatlanmalara dahil olmadığını beyan eden kadın sayısı beşte bire tekabül ediyor.

Yine milliyetçi kadınlar bir dereceye kadar tacizin, çok genel olarak da ayrımcılık ve geri plana itmenin varlığından şikayetçiler. 

Yaş gençleştikçe, milliyetçi kadınlar kendilerine "ülkücü" sıfatından çok "Türk milliyetçisi" demeyi uygun görüyorlar. 

Kadınların neredeyse tamamının "çözüm önerileriniz nelerdir" sorusuna verdikleri cevap, aşağı yukarı aynı cümleyi içeriyor: Kadın, kadından önce insandır. Cinsiyetten önce insan paydasında buluştuğumuzun farkına varalım.

Gelelim twitter anketine. 1085 kişinin tamamı milliyetçi değil; anketi paylaşan ben olduğum ve benim sosyal medya çevremden yayıldığı için, milliyetçi ağırlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat kadın-erkek ya da siyasi görüş kısıtlaması yapmadım. Genel olarak milliyetçi olan ve kendisi milliyetçi olmasa bile milliyetçi camiayla, görünüşe göre, uzaktan ya da yakından iletişimi olan, gözlemci ya da etkilenen pozisyonunda camianın dış çeperinin etrafında yer alan kitleyi birleştirerek, genel algıdaki "kadın meselesinde ne kadar sağlıklıyız?" sorusunun cevabını aradım. "Kadın ya da erkek olarak, milliyetçi camiada kadına bakış ve kadının konumu sağlıklıdır lafına ne dersiniz?" sorusuna 1085'in %20'si kesinlikle katılırım, %18'i katılırım, %31 katılmam, %31 kesinlikle katılmam cevabı verdi.

Hülasa, genel manzara çok kötü. Bu küçük ve amatör çalışma, kısmetse bir bilimsel çalışmanın da çekirdeği olacak. Şimdilik bununla yetiniyor, katılan herkese çok teşekkür ediyorum. Naçizane tavsiyem, "mustarip" ve şikayetçi olanların bir araya gelmesi, kendi gibileri bulması ve yaptırım gücüne erişerek, aktif biçimde çözüme ortak olmasıdır. 

 

Not: Bu çalışmanın öncesinin öyküsü için şu yazıya bakabilirsiniz.

 


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.



 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

Yorumlara dahil kullanıcılar

  • Önemli bir konu saptamalar yerinde fakat çözümün hem ilmi hem de dini çözümler olması gerekir. Aksi taktirde çözüm halka uygun ve toplumun yaşayış biçiminden kopuk olacaktır.

    En başta her şeyin başı eğitim düsturuyla bugüne kadar yapılan iyi şeyler saklı kalmak kaydıyla bu konuda tamamen baştan sona derinlemesine inceleme yapılması gerekir. İlk Türk devletlerinde bile bu kadar öneme sahip kadın ve kadın haklarının günümüzde çöküşünün sebebini iyi saptamak lazım. Bence en başta eğitim hususunda insanlarımız iyi yetiştirilmeli ve topluma adapte olan sağlıklı ve ileride karşılaşacağı sorunlarla mücadele edebilen ve bundan korkmayan bir nesil yetişmeli. Bunun tabiiki kesin çözüm olduğunu savunmak doğru olmaz en gelişmiş Abd veya Avrupa toplumlarında bile hala iyi eğitime rağmen çatlak aile ilişkileri ve korkunç trajediler yaşanıyor, bu yüzden ilk adım olarak eğitim ve sosyolojik boyuta değinmek gerekir ..

    2. olaraksa psikoloji ve aile rehberliği boyutu diyebilirim. Herkesin evlenmeden dahi önce evlilik hakkında danışman desteği alması ardındansa devamında evlilik ve çocuk yetiştirme konusunun sadece ailenin kaderine bırakılmaması gerekir. Böyle olursa bir çocuğunu iyi yetiştirmeye odaklanan aile diğer çocuklarını boşlaması sonra da diğer iyi olan çocuğu korumaya dönüşür, kısır döngü .. Burada devletin sosyal refah devleti görevini yerine getirip psikolog ve psikolojik danışmanlığa yatırım yaparak en fazla 15 aileye bir danışman ataması gerekir.

    Bunlar tamamlandıktan sonra toplumda bir bilinçlenme ve toplumsal refahın artması gerçekleşecektir, ardından bir de sosyolojik aşamada ekonomide iyileşmeler yapılır ve işsizlik yoksulluk gibi durumları en aza indirgeme yoluna gidilirse en varoş mahalleden çıkan insanlarımızın bile ne kadar topluma faydalı ne kadar olayın içinde olduğu görülecektir ..