Türkiye'nin darbe sonrası Rusya güdümüne girdiği şu günlerde, kapitalist ekonominin neden muhteşem bir şey olduğunu derli toplu olmasa da tarihe kayıt düşen bir yazıyla anlatma niyetim vardı. Her ne kadar bütün savlarımı sıralayamayacak olsam da, sosyalizm gibi ayıp fikirlerin yayılmasına kendimce karşı koymak için bir varlık göstermiş olacağım.
Hikayemiz geriye gidiyor, Hollanda'ya, 17. yüzyıla... Osmanlı İmparatorluğu "kocaman" bir ülke iken, 17. yüzyıl sonlarında "minnacık" Hollanda Osmanlı'dan çok daha medeni, gelişmiş ve kudret boyutunda onunla yarışacak bir büyük güç manzarası arz ediyordu, nedenini hiç düşündünüz mü? Hatta, 17. yüzyıldan sonra bu ülkelerin akıbetlerinin ne olduğunu irdelersek, Hollanda İnsani Gelişmişlik Endeksinde 5. sırada, Türkiye 72; onlarda türlü türlü güzellik var, bizde Tayyip Erdoğan var. Demek, gelecek nesillere bıraktığı miras açısından 17. yüzyıl Hollandası, Osmanlı'dan katbekat daha iyi bir ülkedir. Bunun nedenini İskender Öksüz Hocaefendi Hazretleri, Niçin kitabında çok güzel açıklıyor, ama burada ben "zenginliğin tanımının değişmesi ve Osmanlı'nın yapısal özelliklerinin yeni tanıma uyum sağlamayı engellemesi" demekle yetineyim. Bu ne anlama gelir? Eskiden -Roma sonrası, teknolojinin iyiden iyiye yok olmaya başladığı, birçok tekniğin daha iptidai yöntemlerle yer değiştirdiği, insani ve teknolojik gelişimin sekteye uğradığı çağ- ne kadar çok toprağın varsa, o kadar mahsulün vardı ve o kadar zengindin. Ancak Avrupa post-Roma krizini atlattıktan (Post-emperyal melankoli diyorum buna) ve ticaretin gelişmesi için gerekli şartlar yeniden oluştuktan sonra, Avrupa merkezli bir yeni zenginlik tanımı doğdu: Sermaye.
Toprağı bugün bir sermaye çeşidi olarak kabul edebiliriz. Ancak Avrupa'da doğan şey, "para" idi, daha önce müjdecileri görülmüş olsa da bugün "fiat money" sistemi denen spekülatif değerli paranın ve umum çeşit kambiyo senedinin temelleri atılıyordu. Bu terimlerin hepsini açıklayacağım, ancak Hollanda'ya geri dönelim. Verenigde Oostindiche Compagnie, yani Hollanda Doğu Hindistan Ticaret Şirketi, insanlığı aydınlatacak bir güneş gibi doğuyordu. Kurban olduklarım, o esnada bir de Borsa yaratıyorlardı, Amsterdam Borsası. Niye kurban oluyorum, niye güneş gibi?
Şirkete benzer bir takım oluşumları tarih boyunca görürüz. Özellikle Venedik, Pisa, Ceneviz cumhuriyetlerinde, tüccarların riski dağıtmak ve büyük sermaye toplamayı mümkün kılarak çarpan etkisiyle kârı yükseltmek amacıyla, ortak gemi seferleri düzenlediklerini biliyoruz. Bir gemiye yahut gemi konvoyuna yatırım yapıyordunuz, bazen yüzlerce tüccarla birlikte. Gemi, bir şahsın malı olsa da, o seferde, bütün tüccarların yatırımını onlar adına "yöneten" bir tüzel kişilik kazanmış oluyordu. Gidip gelmeyi başarırsa, ana para ve kâr ödeniyordu. Bugün İtalya'yı estetik açıdan eşsiz bir ülke yapan, hele ki yüzyıllar boyu milli birliği sağlayamamış, çoğu zaman kalkınma ve gelişme için gerektiğini düşündüğümüz otoriteden yoksun bir ülke olmasına rağmen, bu tüccar zihniyetidir. Benzer bir tüccar zihniyeti önceki yüzyıllarda İslam'ı doğuruyordu ama, müslümanlar sonradan ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Yine de İslam'ın getirdiği yeni dinamizm, ticareti öyle geliştirmişti ki, taa İngiltere'de, Mercia Kralı Offa, Kufi yazı ile sikke bastırıyordu. Hatta bu sikkelerin üzerinde kelime-i şahadet yer alıyordu! Ticarette Araplar dominant olduğundan, onların kültürü taklit edilerek yayılıyor, anlamını çok bilmeseler bile Hıristiyan krallar, Arap yazılı sikkeler muteber kabul edildiği için, İslami sözleri sikkelerine basmış oluyorlardı. (Bugün de Amerikan kültürünün yayılıyor olma nedeni budur.)
Bu ilk "şirketimsi"ler, Hollanda'da çağı değiştiren en önemli buluşlardan biri olan Limited Şirket'e dönüştüler. Limited Şirket, evvela, şahıslardan azade idi artık. Şahsın "müteselsil", yani zararı kendi malı, olmazsa çoluk çocuğunun malı ile tazmin etmek zorunda olduğu sorumluluğu ortadan kalkıyordu. Limited Şirket, kendi başına bir "kişi" idi, tüzel kişilik diyoruz buna. Hollanda meclisi (Hollanda o zamanlar adına cumhuriyet denen bir tür soylular meclisi tarafından yönetiliyordu.) bu tüzel şirketi tanımıştı. Borsayı da bu amaçla kurdular: Parası olan her Hollandalı, parası nisbetince bu şirkete katkı yapabiliyor, karşılığında şirketin operasyonlarından elde edilen kârı elde ediyordu. Kambiyo senedi dediğimiz budur: Para gibi, değeri olan ve el değiştirebilen yazılı kağıt. Bu borsadaki hisse senedinizi isterseniz satıyordunuz, kâr beklentisi olan bir başkası bunu sizden alıyor, ister kâr dağıtımını bekliyor, ister elden çıkarıyordu. Bütün bunlar, modern ekonominin temellerini oluşturdular. Bunun yanında, bütün dönüşümlerimizi de tetiklediler.
O zamana dek, "büyük operasyonlar" ancak büyük devletler tarafından gerçekleştirilebiliyordu. Zira ancak büyük bir devletin başkanının bu kadar gücü, imkanı, sermayesi ve adamı vardı. Fakat, yapısal olarak bu yeterli değildi zira, Öksüz'ün Niçin'de çok güzel açıkladığı gibi, teknolojik gelişmelerin tetiklenmesi, kalkınma ve medenileşme için yeterince "neden" yoktu. Devletler büyük operasyonları ancak büyük toprakları fethetmek için düzenliyorlardı. (Kurban olduğum Cengiz'in -radyallahu anh- ve evladının -kaddesallahu sirruhu- fütühatının ne kadar büyük bir operasyon olduğunu şöyle bir düşünün.) Fakat artık, devletlerden bağımsız, "kâr amaçlı" yapılar, büyük operasyonlar düzenleyebilir ve devletlerle aşık atabilir hale gelmişlerdi. Hem Hollanda, hem İngiltere Doğu Hindistan Ticaret Şirketleri, paralı askerlerden ordular kurmuş ve savaşmışlardır.
Bu yeni "yapı"ların kâr hırsları, bize birçok teknolojik gelişme, devletin tahdidi (artık devlet tek güç kaynağı değildi, devlet de gücünü ticaretinden alıyordu. Bu sayede tüccar sınıf vatandaşlık hakları gibi muhteşem icatlar yaratmış ve devlete kabul ettirmiştir.) vs. sair fayda olarak yansıdı. Keşfi desteklediler, gelişmeyi desteklediler, Medici örneğinde gördüğümüz üzere sanatı desteklediler... (Ancak sanat sadece parayla gelişmez, bir kültürel birikim gerekir. O yüzden bugün zengin olan Katar'dan, Suudi Arabistan'dan büyük sanatçı, düşünür vs. çıkmaz.) Yahya Kemal diyor ya "İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan / Bir sır gibidir az çok ilah olduğumuzdan..." O tuz, kapitalizmdir.
Elbette kapitalizmin hem yapısal, hem moral sorunları, sıkıntıları ve belaları oldu, bunları inkar edemeyiz. Yazının sonunda bu meselelere tekrar döneceğim. Yapısal sorunlara örnek, yine Hollanda'daki Lale Balonu'dur. Herkes deli gibi Lale soğanı almış, Lale borsası almış başını yürümüş, nihayet balon patlayınca, geçtiğimiz yılların Amerikan emlak krizine benzer bir ekonomik etki yapmıştı. Diğer sorunlara örneği komünistler bol bol veriyor, Amerikan yerlilerine uygulanan soykırım en hazin örneklerdendir. Yahut tüketim çılgınlığının uzun vadede kapitalizmi de tehdit eden bir ruhsal ve toplumsal çöküntüye yol açması... Fakat kapitalizm, bu sorunları "kendi içinden" aşmaya muktedir, zaten güzelliği de burada. Marksizm, bunu iddia eder: Marksizm, kendi imkan, kaynak ve teorisiyle, kendi sorunlarını sürekli aşabilir. Aştığını asla görmemişizdir, ancak kapitalizmin aştığını defaatle gördük. Örneğin sanayi devrimi esnasındaki kapitalist Londra, şurada çok güzel hicvedilir: No Place Like London. Aynı Londra ve İngiltere, işçilere ilk defa haklar vererek onların refahını yükseltmiş öncü merkez olmayı da başarmıştı. Hatta ilginçtir, komünizm, kapitalizme yaramıştır: Komünist tehdit, kapitalizmin kendisini yeniden düzenleyerek adam etmesine sebep olmuştur. Komünizmin kapitalizme verdiği reaksiyona ise ilerleyen satırlarda geleceğiz.
Görülüyor ki serbest piyasa ekonomisi sanayinin, teknolojinin, sanatın, idari ve siyasi sistemin gelişmesi için temel şart işlevi görüyor. Kapitalizm, solcuların gördüğü ve göstermek istediği gibi tek çeşit değil. Ve temelinde "serbest piyasa" ile, "mülk edinme hakkı" yatıyor. Bunun idari cihetten karşılığı ise, "kamusal alan", "toplumsal sözleşme" ve "vatandaş" fikirleridir. Kapitalizmin hatalarından ders çıkaran, güzelleşen, gelişen versiyonu, her ülkenin nihai ereği olmalıdır. Serbest piyasanın ve mülk edinme hakkının olmadığı yerde ne oluyor? Sovyetlere gidelim...
Sovyetler Birliği'nin müthiş bir teknolojik sıçramaya girdiği malum. Fakat, bu teknolojinin çıktılarından kaçı, insanların yaşamını kolaylaştırmak içindir? Kaçı, kapitalist devletlerle aşık atabilmek için? Tamamı, Amerika'ya kafa tutabilmek hırsının tetiklediği teknolojik buluş ve sıçramalardan ibaret. İnsan yaşamını kolaylaştırmaya yönelik hiçbir hamle yok. Sovyetlerin bakiyesi birçok Rus şirketi, kurumu var. Devasa gaz, maden ocakları, MİG, Kalaşnikov gibi "marka"lar. Bir tane beyaz eşya üreticisi var mıdır adam gibi? Gündelik hayatı kolaylaştıracak herhangi bir şey? Yoktur, zira kolektifçilik, sosyalizm ve serbest piyasa düşmanlığı, insan ve birey düşmanıdır. Vaktiyle bir milliyetçi propaganda metninde şöyle bir ifade vardı: "Milyonlarca bebeğin gıdasını, uzaya çıkan roketlere yakıt eden sistem..." Kolektifçi yapılar, belli bir ölçekten büyüğüne hakim olduklarında, aynı doğunun eski "tanrı-kral" yahut "rahip-kral" figürleri gibi, tabanın eşit ve rezil, tavanın sefih ve muhteris olduğu sistemler yaratırlar, tarih aksi bir örneği kaydetmiyor.
Amerika'nın temsil ettiği kapitalist anlayışın en güzel eleştirisi yine kapitalizmin yarattığı bir müzik formunda olan şu şarkıda (burayı tıklayın) ve Sovyet Rusya'ya dair en güzel şeylerden biri de, yine kapitalizmin ürünü bir oyun firmasının yaptığı şu şarkıda (burayı tıklayın). Araya müzikli bir mola olsun istedim.
Biraz bugünün siyasetine değinelim. Batının, eleştirilerim baki olsa da, bir değerler dizgesi var. Mükemmel değil (bakmayın siz kapitalizme kurban olayım dediğime, siz rahatsız olun da okumaya devam edin diye yazdım onları), ancak her zaman daha iyiye gitmeye teşne ve muktedir bir dizge, bir altyapı. Ancak neo-sovyet Rusya'nın böyle bir dizgesi yok. Bugünün Rusyası, eski Sovyet Rusya'nın devamı ve politikasını revize ederek bir tür şark-tipi devlet kapitalizmine dönüştürmüş versiyonudur. Türkiye'nin Rus güdümüne girmesi, rejimi ve serbest piyasayı yavaş yavaş ortadan kaldıracak, rüşvetin kol gezdiği, oligarkların yönettiği rezil, hukuksuz kalmış bir ortadoğu ülkesi olacağız. Konuyla alakasız ama, Ülkücülerin solculara karşı sokak sokak, cephe cephe verdiği silahlı mücadele sayesinde böyle olmadık, bugün belli standartların üzerinde bir hayatımız varsa, bunu hepimiz ülkücü kahramanlara borçluyuz. Rusya'nın, "iş tuttuğu" ülkelerdeki rejimle, sorunlarla, insanlık dışı uygulamalarla sorunu yok. Ama Batı'nın var. Batı sütten çıkmış ak kaşık değildir ve insanlık tarihine kara leke olarak geçecek uygulamaları "kendinden olmayan"a reva görmüştür, fakat Rusya'dan katbekat iyidir. Basitçe, bir şirket kuracak olsan, Rusya'da mı kurmak istersin, Hollanda'da mı? Batı mandasına da girmeyeceğimiz, aklımızı da yitirmeyeceğimize göre, kapitalist, demokratik ve hukukun üstünlüğüne inanmış "özgür dünya" ile entegre bir Türkiye, bir milliyetçinin arzu etmesi gereken Türkiyedir.
Kapitalizm eleştirirken düşülen hatalardan birine değinmek istiyorum: Bir ülkenin anında müreffeh olmasını bekliyor, olmayınca eleştiriyorlar. Fakat kapitalizm, aynı evrim gibi işliyor, yavaş ve körlemesine... Doğru bir vizyonla regüle edilirse, uzun vadede her zaman fayda sağlıyor. 1920 Türkiyesi ile 2010 Türkiyesi arasındaki farka bakın. 2010 Türkiyesi muhteşem midir? Asla. Fakat 1920 Türkiyesinden iyidir. Afrika bile, sürekli daha iyiye gidiyor, dünya genelinde sağlık, yaşam standardı ve gündelik hayatın kolaylaşması açısından sürekli bir iyiye gidiş var: Kapitalizm sayesinde.
Bütün ekonomik sistemleri başta ikiye ayırırsınız. Üretim araçlarının özel mülk olmasına izin verenler ve vermeyenler. İzin verenler, her zaman iyiliği getirecek diye bir kural yok, ancak iyiliği sadece bunlar getirebiliyor. Diğerleri, kısa vadede düzelme yaşatsalar da hep hüsranla sonuçlanıyor. Ve yapısal olarak, yukarıdaki satırlarda değindiğim gibi, aynen Osmanlı'ya benzer biçimde, kalkınmanın, gelişmenin, serpilmenin önünü tıkıyorlar: Bireye hiçbir vaat ve kâr beklentisi olmadığı için. Biraz Adam Smith'in "görünmez el"i gibi, ama ondan çok daha girift bir bakışla, bireylerin şahsi kazanımlarının olmadığı sistemler uzun vadede kaybetmeye mahkumdur diyebiliriz. Krallık rejimi mi var? İyi bir kral varsa, ülken çok iyi yönetilebilir. Ama iyi bir kral çıkacağının garantisi yoktur. Demokrasiler ise, mükemmel olmasalar da, kötü çıkan yöneticiyi kolay gönderebilmeyi vaat eder, olasılıkları geçerli tutarlar. Buraya şunu da ekleyelim: Üretim araçlarının özel mülk olması, evet bir asimetri doğurur. Fakat bu asimetri de insanlığın faydasınadır. Asimetrinin diğer tarafındaki insanın kendisi ve mirasçıları nesiller boyu biriktirip üretim aracı elde edebiliyorsa (rekabet düzenlemesi vs.) ve asimetrinin kazançlı tarafındakiler, optimum dengeyi gözeterek maaş veriyorlarsa, bence bir sorun yok. Optimum denge şudur ki, üretim araçlarının özel mülk olabilmesi sayesinde biriken sermaye, yol, su, elektrik olarak geri dönüyor. Bu olmasa, gelişmeler tetiklenmeyecek ve gelişme-sıçrama amaçlı büyük çaplı operasyonlar düzenlenemeyecek. Ancak bu birikim "diğer tarafı" yani ücretli çalışanı çok ezerse, kendisini de ayakta tutamıyor. Basitleştirirsek, Iphone üreten işçinin ürettiği kadar Iphone alamayacak bir maaş alması rasyonel ve bunun ötesinde faydalıdır. Ancak o işçi geçinebilmeli ve ihtiyaç duyduğu kadar Iphone alabilmelidir. Kaldı ki, genetik de adaletsiz ve asimetriktir: Bireyler, evrimsel avantaj kazanır ve bunu döllerine aktarırlar. Sermaye birikimi de böyledir. Fakat bireylerin evrimsel avantaj kazanırken türdeşleri ya da doğa ile körü körüne kavga etmeleri de evrimsel açıdan dezavantaj yaratır, bu yüzden sosyal uzantılarımızı yaratmışızdır. Yine bu yüzden, sosyal devlet, rekabet düzenleme, işçi hakları gibi icatları var eylemişizdir.
Kapitalizmin yarattığı ahlaki sorunlar, solcuların gördüğü "ekonomik" yahut "yapısal" sorunlardan çok daha önemlidir ki, milliyetçilerin kapitalizme karşı olmalarının nedeni buradadır. Halbuki serbest piyasaya karşı olmanın, kapitalizm düşmanlığının alemi yok, milliyetçilerin derdi, bu sistemin yarattığı sosyal ve mental sorunlarladır. (Bu sorunları detaylı irdelemeyeceğim) Şahsen, bu moral sıkıntıların genellikle kapitalizmin yarattığı gelişme ivmesinin, sosyal ve mental evrim hızımızı çok aşıyor olmasından ileri geldiğini düşünüyorum. Ancak tam da bu yüzden ordoliberal ve milliyetçiyim: Siyaset mekanizması ve doğru örgütlenmiş, mental anlamda donandırılmış bir toplum, bu sorunların üstesinden gelebilir. Yani milliyetçilik, kapitalizmle birleştiğinde, onun menfi etkilerini en aza indirerek en yüksek verimle çalışmasını sağlar.
Yapısal sorunlardan ise, en büyük derdim "türev işlemler" vs denen, kapitalizmin doğuşundaki temel amaçları boşa çıkarıp gerçekten zenginin sadece daha zengin olmasına yarayan finans araçları. Bu araçların çoğunun hiçbir reel faydası yok. Faizin var, mevduatın, kredinin var; ama hedge fon yöneticilerinin hareketleri çoğu zaman gelişim, üretim, sıçrama olarak yansımıyor, bunları tetiklemiyor yahut desteklemiyor. Ben, 90lardan itibaren (teknolojinin de elvermesi ile) iyice gelişen bu yeni dalga finans araçlarının, tam olarak sanayi devrimi İngilteresi gibi bir manzara yarattığını düşünüyorum. Kapitalizmin en kötü ve kirli yüzü buradadır. Bu yüz, aynı sanayi devriminde işçileri ve ülkeyi korkunç bir duruma sürükleyen İngiltere gibi ders çıkarmamıza vesile ve kapitalizmi budayıp tekrar dönüştürerek, yeniden faydalı bir hale getirmemizi tetikleyen neden olacaktır.
Savaşınız serbest piyasa ve özel mülk edinme hakkı ile olmasın. Solcu ağzıyla konuşmayın, milliyetçi görünümlü sosyalistlere dönüşmeyin. Nasyonal Sosyalizmin modası geçeli çok oldu. Hem, kapitalizm savaşları da engelliyor, kurşun atmadan terörist devletlerin belini büküyor. Ulusa sesleniş modundaki yazımı bu son mesajla bitiriyorum.
Ek: Bir süre sonra Alman Mucizesi yazımı yazarak bunu tamamladım. Burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar