Bu sayfayı yazdır

İttihat ve Terakki: Türk Tarihinde Devamlılık

19 Ağu 2017

"Efendim, harekat-ı milliyenin aleyhinde bulunanlar bizi İttihatçılıkla itham ediyorlar; bu ithamın dahilen ve haricen pek fena tesirat icra edeceğini hiçbirimiz inkar edemeyiz."

Bu sözler, Sivas Kongresi'ne katılan İsmail Fazıl Paşa'ya ait. Hürriyet Kasidesi'nin ilhamıyla önce Bizans'ın yıldız burcunda ikamet eden baykuşa, ardından yeryüzünün en kudretli imparatorluğuna karşı fedai kesilen o arslanların, ortaya çıkmasında büyük emek sahibi oldukları milli mücadele esnasında böyle günah keçisine dönüşmeleri de, tarihin bir bi-vefa nazende-i tannaza dönmesiyle açıklanabilir ancak. Albatros kitabımdan itibar görmüş birkaç şiirden birisi olan İttihat ve Terakki Destanı'nda bir telgrafla Toroslarda redd-i ilhak uyandıran İttihatçılardır; sahte hüviyetlerle gerçek kurşunlar saçan, nihayet Sarı Kemal'in, yani Türk tarihinin en muhteşem işlerini başarmış adamın gözlerinde şahi topları gibi hürriyet kıvılcımı çaktıranlar da. 

Türk tarihinde süreklilik meselesi, bedenlerimiz ve genlerimizi bozduğu üzre şurumuz ve ruhumuzu da bozan doğululuk yüzünden doğru düzgün ele alınmaz. Atsız'ı çocuk yaşta okuyup, "hanedanlar değişince devlet değişmez" fikrini edinen, Türkiye Cumhuriyeti'nin gayet rasyonel biçimde izini ta Orta Asya'ya kadar kesintisiz sürebileceğimizi öğrenen insanlardan olmak şanslı bir azınlığın mensubu olmak veçhiyle her gün şükür gerektiriyor aslında. Öyle ya, bu devletlerin "resmi söylemler"i ne olursa olsun, hatta söylemler aksini iddia etse bile, "kan yine o kan"dır ve Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'nın yaratısıdır. Osmanlıcıların ileri geri konuşmasına, klasik Kemalist söylemler engel olamaz: Kemalizm (ki bu satırların yazarı saçından topuğuna kemalisttir) yeni bir millet ve rejim inşası sürecinde elbette öncesiyle kavga etmek zorundaydı. Osmanlı'da da vardır bu, öncesinde de; fakat aslolan politika gereği ne söylendiği değil, gerçekte ne olduğudur. 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti dediğimiz, Sevr'i yırtıp atarak sınırlarını Batılılara çizdirmeyen ve Batılı olma yoluna girerek "medeniyet doğuluya yaraşmaz" diye özetleyebileceğimiz, hem Batılıların hem Doğuluların hemfikir olduğu zırvaya inat kendisine nevi şahsına münhasır ve sıradışı bir yol çizen devlet, evet, Osmanlı'nın eseridir. Osmanlı'nın yetiştirdiği son aydınlar, çıkmazda yol aramışlar, Jön Türk ve Ceditçilerin bütün Türk Dünyası'nda yaktığı ateş yalnızca Türkiye'de değil, bütün Turan'da rejim arayışlarını tetiklemiş, hatta bazı başarısız denemeler bizim cumhuriyetimizden önce gerçekleşmiştir. İTC'nin Meşrutiyet'i, ilk "tam" modern Türk Devlet Rejimi'nin temellerini atmış, insanoğlunun hukuk devleti tasavvurundan Türk çocuklarının mahrum kalmamasını sağlayan ve bugün bile tekamülüne devam eden süreç böyle başlamıştır. Savaş verirken modern reformları da Tanzimat ve Islahat'ın asla yürümediği bir yoldan yürüyerek bizlere kazandıran bu Cemiyet ve onun havzası, resmi kimliği ve temsili ile değil, yarattığı potansiyel, kazanımları, toplumsal ve örgütsel birikimi ile Cumhuriyet'i kurmuştur. 

Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sında, Osmanlı aydınlarının (ittihat havzasının) kimin arkasında birleşebiliriz sorusunu sorup beyin fırtınası yaptıkları bir toplantıda, Rauf Orbay'ın adının öne çıktığı aktarılıyor. Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay, karizma gerektiren bu iş için uygundur, bir "milli mücadele" durumunda, öyle ya, bir kahramanın peşinden gidilmelidir. (Enver'in bir nevi Türk Napolyon'u olarak işlenmesi de bu nedenle. İTC, günümüz imaj ve itibar yönetiminin, propaganda disiplininin tespitlerini çok önceden keşfetmiş ve faaliyetlerini sürdürürken sembol, motif ve ikonlardan çok güzel faydalanmıştır.) Refet Bele, Orbay'a dair "Siz %50 olacak birini bulmuşsunuz. Bende bir %100 var. O bizi kurtarır ama, bizi ondan kim kurtarır bilemem" diye yorum yapar. "Canım, gavura kalmaktansa onun eline kalırız" cevabı alınca ismi söyler: "Mustafa Kemal!." İlk defa 1915 yılında, Harp Mecmuası 2. sayısında "Anafartalar Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Bey" ibaresiyle "parlatılan" Mustafa Kemal, o tarihten sonra "Anafartalar Kahramanı" olarak iyice lanse edilecek, askeriyeye ve topluma önderlik edebilecek bir adam olarak öne çıkarılacaktı. Zira önderlik yalnızca yeteneklere değil, toplum ve karar alıcılar nezdindeki itibar ve karizmaya da bağlıdır, karşınıza dikilen bir İttihatçı subay "emrinizdeyim paşam!" der ve topuğunu yere vurarak selam çakarsa, yeteneklerinizi önderlik etmede kullanmanız ancak o zaman mümkün olur. 

Okuyucu, bu noktada ilginç bir araştırma sahasını kurcalayabilir: İlk meclis binası olarak kullanılan bina, kaç yılında, kim tarafından yaptırılmıştır. Ankara gibi küçücük bir yerde, o kadar büyük bir binanın en kıt imkanlar zamanında yaptırılmasının anlamı nedir? Öyle ya, Karabekir anılarında, "Edirne'nin ötesine çivi bile çakmayalım, hepsi elimizden çıkacak, kısıtlı imkanları buralarda kullanmayalım." diyerek Enver'i ikaz ettiğini aktarır. O dönemde Ankara'ya kocaman bir bina dikmek... Acaba, cemiyet kaybedilen bir savaş sonrası gayr-ı nizami harbe ve bir yeni komuta-hükümet merkezine hafiften hazırlık mı yapıyordu? Allah-u alem.

Özetle, İTC'nin beslendiği kaynaklardan beslenen, İTC havzasından çıkan ve İTC'nin hem örgüt, hem havza ve taban, hem de bağlantılarını kullanarak devrimi mümkün kılan bir kadrodur Cumhuriyetin kurucuları. O kurucu babalar arasında ve onlar ile "öncesi" arasında mutlaka siyasi kavgalar vardır; Mustafa Kemal nutkunda birinin adını anmamıştır, öteki Mustafa Kemal'e iftira atmıştır, beriki yeni paradigmayı sağlamlaştırmak için devr-i sabıka sövmüş, cumhuriyetin kurucu kadrosunu lüzumundan fazla överek geçmişlerin emeğini inkar etmiştir. Olabilir; fakat Türk milliyetçilerinin gözünde, "herhangi bir Türk"ün hürriyet imkanına kavuşması kavgası milliyetçiliğin rüknünden olduğu için, İTC müspet ve şayan-ı hürmet bir kurumdur. Zira bugün hukuktan, anayasadan, cumhuriyetten, hak ve özgürlüklerden bahsedebiliyorsak, en mükemmel haliyle değil ama iptidai haliyle ve kendisini kalıcı, evrilebilir kılması veçhiyle bunu İTC'ye borçluyuz. 

Bu kısa yazıyı, İTC'nin Türk tarihinin Atsız metoduyla devamlılığı açısından ele alınması hususunda, birkaç kitap yazmaya değecek kadar büyük önemi ve bu alanda kapladığı yeri bir çırpıda anlatamayacağımı bilerek, fakat önemli gördüğüm bir belgeyi paylaşmak için kaleme aldım. Belge, 1926 tarihli, 882 numaralı bir kanunumuz, cumhuriyet devrinden. Değerli dostum Mehmet Berk Yaltırık, benim için latin harflerine aktardı. Resmi Gazete arşivinde bulunabilecek kanunun tam metnini buraya koyuyorum:

Ermeni suikast komiteleri tarafından şehid edilen veya bu uğurda suver-i muhtelife ile duçar-ı gard olan ricalin ailelerine verilecek Emlak ve Arazi hakkında kanun numero: 882

Birinci madde: Ermeni suikast komiteleri tarafından şehid edilen veya bu uğurda suver-i muhtelifede ifna-yı hayat eden merbut cedvelde isimleri muharrer ricalden her birinin nafakası üzerine vacib iken terk ettiği efrad-ı ailesi mecmuane icra vekilleri heyeti kararıyla yirmi bin liraya kadar kıymette Ermenilerdenn metruk emval-i gayri menkule mütesaviyen taksim edilerek temellük ve efrad-ı aileden her birine hissesine isabet eden miktar için (okunmuyor) tapu senedi emta olunur iş bu suretle verilecek emval-i gayri menkul on sene müddetle satılamaz.

İkinci madde: Birinci madde mucibince verilecek emval-i gayri menkule emval bedelleri emval-i metruka hasılatından mahsub olunur.

Üçüncü madde: İş bu kanun neşri tarihinden muteberdir.

Dördüncü madde: İş bu kanunun icrasına icra vekilleri heyeti memurdur.

3 Mayıs 1926

Ermeni suikast komiteleri tarafından şehit edilen rical

Talat Paşa

Cemal Paşa

Cemal Azmi Bey

Bahattin Şükrü Bey

Cemal Paşa'nın Yaveri Süreyya Bey

Cemal Paşa'nın Yaveri Nusret Bey

 

Said Halim Paşa

***

1926'da, "En sonra, şu torba kemik sen misin, anlat / Biz dipdiri verdik seni bir devlete Talat!" denerek uğurlanan o hürriyet kahramanlarının geride bıraktıklarına, onları "Kurtlukta düşeni yemek kanundur" diyerek bizzat ipe dahi göndermiş Cumhuriyet'in ricali, vefa gösteriyor ve sembolik önemi büyük bir hareket yaparak, Ermenilerden kalma malları geçimleri için onlara tahsis ediyor. Vallahi billahi İttihatçılık yapmayacağız diyerek çıktıkları yolda, her bir taşın, yol işaretinin ve konaklanacak hanın İTC tarafından kurulduğunu bilen o kurucu babalar, şafağın ve gurûbun arasını tarihe bırakırken, bugünün Türk milliyetçilerine tarihi nasıl okumaları gerektiğine dair bir mesaj da veriyorlar.

Öyle ya. Vicdan-ı muazzam olan Osmanlılarız biz, yahut on yılda on beş milyon genç yaratan çılgın Türkler. 


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.