Bu sayfayı yazdır

Seçim Sonrası Hasbihali

24 Haz 2018

Her şeyden önce yazıya demokrasi savunusuyla başlayacağım. Hala demokrasi taraftarıyım. Zira Erdoğan giderken de, gittiğinde de demokrasi bize lazım olacak. Uzun uzadıya demokrasiye neden ihtiyaç duyduğumuzu açıklamaya gerek görmüyorum, yalnızca en sürdürülebilir seçeneğin o olduğunun insanoğlunun tarihi serüveninde aşikar olduğunu düşünüyorum. Suç, demokrasinin değildir: Hükümet demokrasi dışı yollara tevessül ediyor, sorun orada, demokraside değil. Basın hürriyeti tahdit edilmiş, devlet imkanları parti için kullanılıyor, oy vermede şaibeler var, ebeni öpen kadı, şikayet mercii taraflı, böyle bir ortamda demokrasi kusurlu değildir, yoktur. Din manipülasyonuyla, eğitimsiz, yalnızca mağara önündeki hokkabazın yansımasına izin verdiği gölgeleri duvarda izleyebilen seçmenle demokrasi olmaz. Ve bu, suçu demokrasiye atıp kendinizi/kendimizi aklama bahanesi olamaz. Muhalif kanaat önderleri sınavda kaldılar. Ama muhalif kitle tekrar Türkiye'nin en namuslu, metin, kaliteli ve fedakar kitlesi olduğunu bir kez daha ispatladı. 

Şu muhalif olup sandığa giden, son ana kadar ümit eden, fedakarlık yapan kitledeki ruh, sizi de Türk olmanın hazzıyla kıvandırmıyor mu? İşte şu muhalif kitle Türkiye’de ipleri yeniden ele alsa çehremiz bir anda değişecek. Dünyaya örnek olacak bir Türk imajı varsa muhalif milyonların kolektif kimliğindedir. Şu rejimde muhalif olmanın büyük bedelleri var. Bu insanlar bu bedelleri çıkar için değil, ahlaken, prensip olarak, ideolojik olarak başka yerde durdukları için göze alıyorlar. Hele muhalif milliyetçiler...

Fena halde yenildik. Böyle beklemiyorduk. İyimserdik, bu iyimserliği de, İYİ Partili ya da CHP'li olalım fark etmez, Akşener'e borçluyuz. Bu hususta onun hakkını vermek lazım. Ancak iyimserlik yetmedi, beceremedik, ve becerdiler. Bundan memnun değilim, buna öfke kusuyorum, ama durum bundan ibaret. Yutması zor bir lokma, ama kimse bize her şeyin istediğimiz gibi olacağına dair bir vaat vermedi. 

Sondan geriye doğru gidelim. Hezimet yaşadığımız günde, liderlerin sosyal medyanın şu kadar imkanı varken, onlara inanıp fedakarlık yapan kitlelere saygılarından, bir telefonun ön kamerasını kendilerine doğrultup, açıklama yapmaları gerekirdi. Düşünün ki, binlerce insan hile var, hurda var şayiası ile YSK önüne toplandı. Adliyeler önüne toplandı. Hile varsa, hesabını sormak için, yoksa, asılsız ve gereksiz bir toplumsal olaya engel olmak için liderlerin iletişimlerini sürdürmeleri gerekliydi. Hele ki İYİ Parti açıklama yapmadıkça büyük bir tepkiyle karşılaştı, toparlaması zor görünüyor.

İYİ Parti özeline inersek, evet umduğumuzu bulamadık ama 5 vekil 45'e çıktı. Öyle ya da böyle bir aktör doğdu. Eldeki imkanlar ve mevcut manzaradan en yüksek kazanımı ve kayıp-durdurmayı hedefleyen strateji yerine bu suskunluk akıl alır gibi değil. Burada parti ile Meral Hanım arasında henüz adı konmamış ama alttan alta beliren bir müstakbel gerginliği de seziyorum. Beklentilerin tam aksine, Meral Hanım'ın partiden az oy alması, milletvekili sıfatı olmaması, partide elini zayıflatıyor. 45 vekillik bir parti de, MHP'nin Erdoğan'la olası bir ayrışması durumunda bol karlı ve Bahçeli'den daha "kabiliyetli" bir yönetimle AKP'ye küçük ortak olabilecek bir potansiyeli haiz. Bu potansiyeli ve başka, alternatif senaryoları öngören parti mensupları bu suskunluğa ve hatta partinin hezimetine katkı sağlıyor/sağlamış olabilirler. 

Pekala, İYİ Parti neden başarısız oldu? Bütün yazılarımda şunu dedim: Milletin ihtiyacı yeni bir milliyetçiliktir. KRT'de konuk olduğum programda söyledim, Türkiye'de Demirtaş hariç bütün parti başkanları bozkurt çekti. AKP milliyetçi bir dil kullanmaya başladı ki, milliyetçi olduğu yoktur, MHP'nin marka değerini satın alarak milliyetçi trende hitap etti sadece. Ve başarılı da oldu. Türkiye'de geçer akçe milliyetçilikken, iktidar partisi bile korkusundan milliyetçi kesilir, MHP ittifakıyla poz keserken aman milliyetçi algılanmayalım, merkez parti olalım takıntısı abesti ve muzırdı, neticesini gördük. İYİ milliyetçilik, güzel milliyetçilik, şehirli, medeni, güleryüzlü bir milliyetçilik İYİ Parti'nin ihtiyacı olan söylem omurgasını teşkil ediyordu, buna hiç girmediler. Usulde yapılan hataları saymıyorum bile, seçim strateji ve kampanyası acemi ellerce, ele yüze bulaştırılarak yürütüldü. 

MHP'ye gelince, ben, miting bile yapmayan, siyasi iradesini kiralayan, kendi delegesine iftira atan, seçim boyunca sürekli saldırı ve tacizden başka kampanya yapmayan bir partinin %11 almasını korkunç buluyorum. Bu gerçek olamaz. Siyaset yapmadan siyasette karlı çıkılan bir ortam var, ilk paragrafta anlattığım demokrasinin yokluğuyla ilişkilidir. Demek, asıl sorun daha derinlerde ve oyunun kurallarını "onlar" belirlerken kendimize çok suya sabuna dokunmayan bir yol tutturmaya çalışmanın faydası yok. İdeolojik temeller, kırmızı çizgiler ve felsefi derinlik olmadıkça bununla baş edilmez. O malzeme ve derinlik de, elbette, usta ellerle söyleme, usule ve pratiğe dönüşmeli, bu ikincisi de ilki kadar önemlidir. 

Manzarayı herkes görüyor zaten, üçüncü paket sigaramı bitirirken ne oldu sorusuna daha fazla cevap vermek istemiyorum. Bundan sonrasında ne yapmalı sorusu benim adıma daha önemli. Biz Türk milliyetçisiyiz. Yerimizi muhafaza etmemiz şu manzarada daha da önem taşıyor. Bir hayal edin, biz pes edersek yarının çocukları Kürt ve İslam Teali cemiyetlerini Milli Mücadele kahramanları olarak okuyacaklar.

Yarının nesillerine kimse Atatürk'ten, cumhuriyetten, laiklikten, cemiyet olmaktan, hukuktan, demokrasiden bahsetmeyecek. Korkunç bir illüzyonu özgürlük diye, irade diye, milliyetçilik diye yutacaklar, gözlerini açma şansları olmayacak.

Tarihin bizim omuzlarımıza yüklediği misyon da bu. 1918'den, 1944'ten, 1980'den daha karanlık bir dönemde değiliz. Aksine görece daha güçlüyüz, kurumlarımız var, henüz tecrit altında değiliz, yaygara koparabiliyoruz. Biz bir şeyleri gelecek nesle aktaracak emanetçiler olmaya MECBURUZ!

Bu misyon zor gelebilir, bu yük ağır gelebilir. Fakat durum bu. Eğer iddialarımızda, yeminlerimizde samimi isek, sınandığımız günlerdir. Bu günler uzun zaman dilimlerine yayılmış olabilir, mazimizde çok az tebessüm var olabilir, ancak bir milletin ömrüne nazaran kısadır.

Ben 30 sene sonra "İslamcı istibdadın en karanlık ve güçlü olduğu dönemlerde bile dosdoğru yola sadık kalmış neslin bir mensubu" olarak, nihayet kazandığımız mücadele akabinde gençlere yapılan hataları anlatan ve yapmayın diye ikaz eden bir adam olma hayaliyle yaşıyorum.

Öyleyse, bizler milliyetçiysek, çıkan sonuç ne olursa olsun yılgınlık bize yakışmaz. 

Bize düşen analiz etmek, metanet ve akılcılıkla hesap yapmak, bundan sonrası için stratejimizi planlamak.

Türk milliyetçiliğinin ikiye ayrıldığını görmek, kabul etmek ve saf tutmak lazım. Biri hamasi, içi boş, lafta milliyetçilik, uygulamada millete kasteden bir milliyetçilik. Diğeri yaşamdan beslenen, milleti için iyiyi isteyen, istiklal kadar hürriyeti de önemseyen bir milliyetçilik. Bu ikinci milliyetçiliğin ilkinin elinden milliyetçilik iddiasını alması lazım. Yoksa, öyle ya da böyle müspet idealar ve sembollerle hareket eden ancak ahlaksız, terbiyesiz, gözü dönmüş bir güruhtan ibaret "bizim zombiler"le boğuşmak zorunda kalacağız. O distopya filmlerinde kendi kardeşini zombi olunca öldürmek zorunda kalan film kahramanları gibiyiz. 

Bu nasıl olacak? Benim gördüğüm "bozkır ruhu"nda, dağdaki Türkmen çobanı, layıksa, bilmem ne kağanın soyundan gelenden üstündür ki, Türk tarihi biraz da bunu bir süre sonra unutup, tekrar hatırlayabilmek için türlü eziyetler çekme tarihidir, hala hatırlayamadık dağdaki Türkmen'in kıymetini.

Dede korkut hikâyelerinden birinde, Salur Kazan'ın eli yağmalanır. Bir çoban kalır geriye ona yardım etmeye muktedir. Önce "eğer bir çobanla düşman üzerine varırsam beyler benimle dalga geçer" diye çobana ihanet eder. Çoban duruşunu bozmaz. Nihayet, çobanın gayreti ve kahramanlığıyla Salur Kazan öcünü alır. 

Cumhuriyet rejimi ve halkçılık, işte bu yüzden önemlidir. Türk’ün, hele ki Türkmen’in tarihi, bağrından çıkardığı devlet adamlarının onu tekrar tekrar satmasının, ve çoğunun yine Türkmen çobanı tarafından kurtarılmasının tarihidir. 

Kurtarıcı beklemeyi, saçmasapan mitoslara, sanrılara bel bağlamayı zararlı buluyorum. Gökten Allah inmeyecek, çizmesini giyip saflarımızda savaşmayacak. Damarımızda bilmemkimin kanı akıyor diye uzay yarışına hiçbir katkımız olmadan Mars’ta koloni kurmaya dahil edilmeyeceğiz. 

Biz o Türkmen çobanlarıyız, eğer milliyetçiysek. Bizim cılız omuzlarımıza, bu yük bırakıldı. Alışıldık yollara beslediğimiz umutlar hep kırıldı, MHP'yi dönüştüremedik, İYİ Parti'de istediğimiz olmadı. Öyleyse sosyal, ekonomik, siyasi ve ideolojik açıdan eksiğiz demektir.

AKP-MHP çok mu dolu? Değiller, ama çıkar odaklılar ve bunun hakkını veriyorlar. Biz hem haklı, hem becerikli olmayı başarmalıyız. 

Yapacağımız şey, defaatle bahsettiğim, yahudilik. AKP'nin en yumuşak karnına oynayacağız: Eşyanın tabiatıyla uyumlu, bilimsel olarak konusuna hakim, kafası açık, yaratıcı adam yaratabilmek. Bunu yapamıyorlar ve bu açıdan bize her zaman ekmek var. Yahudiler gibi, bireysel olarak parlak, ancak arka planda birbiriyle örgütlü bir havza yaratmamız ve oyunun kurallarını iyi gözetmemiz lazım. Bir kısmımız hiç sansür yapmadan, çıkar gütmeden, şirazemizi tespit ve tahkim için dosdoğru konuşur ve yerini muhafaza ederken, şimşekleri üzerine çekerken, diğerlerinin serpilmesi, gelişmesi, ama "nereden geldiğini hiç unutmaması" lazım. Üç buçuk cemaatçi köpeğin başarabildiği örgütlenmeyi, koskoca mazisi ve birikimiyle Türk milliyetçiliği (elbette illegal yollara sapmadan) başaramaz değildir. Yeter ki aklıbaşında, ahlaklı ve tutarsızlıklarından arınmış ideolojinin, şehirli davranış kodlarını haiz milliyetçileri bir kurmay merkez oluşturabilsinler ve uzlaşmaz bir siyaset gütsünler.

Şahsen bu saatten sonra kendimi Türk milliyetçiliğinin ve sekülarizmin beşeri ve sivil yayılmasına vereceğim. Politika şu süreçte bizim enerjimizi emecektir. Tesellim, AKP'nin kendi beceriksizliğinden ötürü mecburen yıkılıp gideceğini düşünmem, bu gerçekleştiğinde eğer biz "ortalarda" olmazsak, HDP zihniyeti kazanacaktır. Halet-i ruhiyemiz bozulsa da, yılgınlık lüksümüz yok.

Unutmadan söylemek lazım, bundan sonra en önemli hususlardan biri, meclise soktuğumuz 45 vekilin peşini bırakmamak. Bizim kaygılarımız, dertlerimiz, taleplerimiz mecliste yankı bulmalı. Bizim eleştirilerimizi yumuşak söyleyerek, yanlış tercihlere "eh tercih edilen de şerefsiz değil ya" diye hüsnüzan yaparak, partiye zarar vermeme kaygısıyla nezaket göstererek seçtirdiğimiz adamlar onlar. 

Böyleyken böyle, zihnime üşüşen binlerce fikir, küfür, tespit ve feryadı bu kadar toparlayıp özetleyebildim. Belki birkaç yazı daha gelir. Yazı içinde verdiğim linkleri tıklayarak ilgili hususlarda ne anlatmak istediğime ve şahitliğime daha detaylı ulaşabilirsiniz. 


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.