Üye Girişi

Üye Girişi

Yeni Nesil Ülkücüler

11 Eki 2015

Vaktiyle Radikal'de bir yazı yazmıştım, sair görüşten ülkücülerle yapılmış söyleşileri ihtiva eden bir kitap çıkacağını da müjdelemiştim. Ülkücülüğün yeni nesli ile ilgili tespitlerin bir kısmını kitaba bırakıp, "faşizmin güleryüzü"ne eğilmiştim.


Nihayet kitap elime geçti, okuyup bitirebildim. Kitaba katkı sunan 12 yazardan biriyim, o yüzden bu bir analizden çok, nasıl demeli, özeleştiridir. 

Kitabın kıymetli editörleri İkbal Vurucu ve Fırat Kargıoğlu ile Aygan Yayıncılık'a teşekkürlerimi sunarak özeleştiriye başlayayım.

Evvelâ, evet kapağımız kötü olmuş, muhtemelen ikinci baskıda başka bir tasarım kullanılacaktır. Bir de puntolar daha küçük olabilirmiş. Kötü haberleri verdim, iyi haberlere geçelim.

Elbette her yazar birbirinden kıymetli ama, ben gözüme çarpan pasajları alıntılayarak, yorumlarımı ekleyeceğim. 

İlk olarak, belki de bütün kitaptaki en önemli tespittir, Fırat Kargıoğlu'ndan:

(...)Son olarak: Ülkücülerin, Türk muhafazakârlığıyla, Yahya Kemal-Tanpınar geleneğiyle, İslam’ın, yalnızca bir ‘hakikat’ ya da ‘ahlâk’ medeniyeti değil, aynı zamanda bir ‘estetik’ medeniyeti de inşa ettiği düşüncesiyle derin bir ilişki içerisinde olmadıklarını da söyleyebilirim. Bu anlamda, Hilmi Yavuz’un, Zaman Gazetesi’nde yayımlanan, AKP tipi İslamî muhafazakârlığa yönelik eleştirilerinin, ülkücüler için de geçerli olduğu kanısındayım.

Ben kendi söyleşimde Gerçek - Doğru - İyi - Güzel şeklinde dört boyuttan ve bunları belirleyenler olarak Bilim - İdeoloji - Ahlak Felsefesi - Estetik'ten bahsetmiştim, ülkücü fikir bu dört alanda "dört başı mamur" olmalıdır ve şu an öyle değil diyerek. Bunun estetik boyutuyla ilgili benim söz söyleme ihtiyacı duymamış olmam ilginç, zira ben bir iletişimciyim; Fırat Bey'in tespiti ise fevkalade. 

Söyleşinin devamında ise, Popüler Kültür ile ilgili şöyle bir tespit yapıyor:

(...)Ayrıca kimliğin romantik ya da bir başka deyişle melankolik tarafındaki ‘kimsesizliğe’ (Atsız) veya ‘çileye’ (Galip Erdem) talip olmak misali, kendine özgü seçkincilikler de, ülkücülüğün tam anlamıyla bir popüler kültür öğesi hâline gelmesini önlemektedir. 

Burada Fırat Bey bir bakıma haklı olsa da, post-modern popüler kültürün tam olarak seçkinliği hedefleyen-seçkinci, farklı olma, özel olma isteğini sömüren, yaygınlaştıkça gözden düşüp yeni yeni "avangard" akımları doğuran bir popüler kültür hali yarattığını ıskalamış gibi. Demem o ki, eskiden "alt-kültür" denebilecek kimi kültler, akımlar, artık çok boyutlu ve bileşenli bir hale gelmiş post-modern popüler kültürün azaları haline geldiler ve ülkücü, hele ki "Türkçü" kimlik, bahsettiğim yeni popüler kültür akımlarına işlevsel olarak çok benziyor. Tabii bu benim yorumum biraz zorlama olabilir, o yüzden Fırat Bey bir bakıma haklıdır dedim; fakat şunu söylemeden edemem: Avrupa'da "Radikal Sol", bir popüler kültür öğesi ya da akımıdır. 

Eklemek istediğim bir şey daha var, Fırat Bey tam "sosyolog" gibi davranmış, söyleşi boyunca gözlemleyip tespit etmiş. Fakat keşke isabetli tespitleri, bir sosyologun ya da siyaset bilimcinin belki değil ama, düşünürün ödevi olan çözüm önerileriyle daha güçlü destekleseydi. 

Adnan İslamoğulları'nın Yeni Nesil Ülkücüler'i teşhis ve tespit için yeterli verimizin olmayışından dem vurarak temkinli yazması doğru ancak, kendisinin "keşke dergilerde, yayınlarda işlenmiş olsaydı" tespitindeki haklılık mucibince, esasen ilk verileri oluşturmaya çalışan insanlardık bu kitapta. Keşke daha "cüretkâr" olsa imiş. Hakan Boz'un ise tersine, belki aşırı teşmil ederek, hüsn-ü zan yaparak çok homojen bir Yeni Nesil Ülkücüler olgusu tespiti yapması duygusal açıdan iyi bir şeyse de, mantıken bana biraz sorunlu geldi. 

İkbal Vurucu'nun kitabın bağlamından da öte önem arz eden tespiti, "Ülkücüler, maalesef kendilerini ötekileştirenlerin yazdığı kitaplardan kendilerini öğrendiler." çok önemlidir. Soner Yalçın gibilerden öğreniyorlar mesela. Bir de, suret-i haktan görünerek ülkücüler kendini anlatıyor diyerek film çekenler, eser yaratanlar var, onlar da ülkücüye bir suni tarih icad ediyormuş gibi geliyor bana. Uzun bir tartışma konusudur, hatta kitabı bile yazılsa yeridir, şimdilik İkbal Bey'in bu tespitini alıntılamakla yetineyim.

Yeni nesil Ülkücüler nasıl bir sosyolojik psikolojik temele, motivasyona dayanıyorlar? Sorusuna İkbal Bey'in cevabını alıntılamayacağım zira çok uzun olur, ama bütünüyle o pasaj güzel bir şekilde öne çıktı benim zihnimde. 

"Size soruyorum Erol Güngör milliyetçi düşüncenin bir temsilcisi sayılırken Durmuş Hocaoğlu niye sayılmamaktadır?" çıkışı ise çok yerinde. Kitap boyunca yer yer Durmuş Hocaoğlu'nun anılması yerinde olmuş, hele Fırat Bey'in Tabiî ve Fıtrî Bir Ekzistans Olarak Milliyetçilik yazısının adını vermesi şahsen çok hoşuma gitti, bir türlü ezberleyemiyorum bu makalenin, sohbetlerde "ya bir varoluşçu başlığı vardı hocanın neydi" deyip duruyorum. Artık aklıma düştükçe kitapta Fırat Bey'in bölümüne bakıp hatırlayacağım.

Kubilay Kayak'ın muhafazakarlık ile milliyetçiliği ayrıştıran yaklaşımına, milliyetçiliğin aksiyoner ve dönüştürücü işlevini önemsediğim için, büyük oranda katılmakla birlikte, "Muhafazakârlık, pratik uygulamaları itibariyle, atalardan tevarüs edilen doğru-yanlış ne varsa onları koruma hamlesinin adıdır." tespitine katılmıyorum. Bu konuda Edmund Burke benim için önemli bir okuma kaynağı olmuştu, not edeyim. 

Mustafa Yiğit Bey'in söyleşisinde, "yeni nesil telefonlar gibi yeni nesil ülkücüler tanımlaması olmaz" mealinde bir pasaj var. Kendisi bir ülkücü duruşun, değişimler, dönüşümler olsa da sürekli tevarüs ettiğini ve bunun değişmediğini söylüyor, ki haklıdır. Etno-sembolist yaklaşımın millet olgusunun evrimini açıklamasına benzer bir biçimde, Türk milliyetçiliği de bir ana "ark"ı, "oluk"u muhafaza ederek akmış, dallansa da akış yönünü değiştirmemiştir, evet. Fakat bu "yeni" olmaya engel değildir, kaldı ki "Yeni Ülkücülük" de denmiyor: Yeni nesil ülkücüler deniyor. Yani burada beşeri anlamda nesillerin tazelenmesi ve ülkücü akışın rabıtası ele alınıyor. Kendisi de devamında zaten bunun tespitini yapmış ve bu yeni nesli irdelemiş, dolayısıyla -bence- ufak bir çelişki barındırıyor söyleşisi. Popüler olacağız derken paçoz olmamızı da "Şampiyonlar Ligi Milliyetçiliği" diye tanımlamasını enfes buldum, popüler kültür bağlamından çıkarılarak bu tabir ülkücülükölçerler karşısında sidik yarıştırma huyumuzu da güzel tanımlıyor. 

Şimdilik bu kadar, belki ileride daha detaylı yazarım. Gönül isterdi ki her yazarın söyleşisine dair bir çift kelam edebileyim, fakat bu oldukça yer kaplardı, en çok gözüme çarpan kısımları okuyucu için bir potpuri yapmakla yetindim. Umarım bu çalışmanın devamı gelir ve umarım ülkücülerin kendi kendilerini analiz ettikleri, gelecek nesillere de veriler bıraktıkları böyle çalışmalar artar.

Kitabın bende duygusal bir yeri olduğundan, büyük bir karmaşa içindeki kitaplığımdan pek eğreti duran bir fotoğrafını koymak istedim, göz zevkini bozduğum okurdan affını rica ediyorum.

Son olarak, ben yanlış gönderdiğim için bir hata olmuş özgeçmişimde. İletişim Sanatları öğrencisi değilim, -şükür ki, uzun ve sancılı bir süreç sonunda- bitirdim. Özgeçmişimi merak eden, bu web sitesinde ilgili sekmede bulabilir. 


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.



 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

1798 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs