Bu sayfayı yazdır

The Highwayman - Türkçe Çeviri

30 Eyl 2016

Eşkıya*

Bölüm I

Rüzgar, fırtınayla titreşen ağaçların arasından bir karanlık seli gibi akıyordu. Ay, sisli bir denizde bata çıka ilerleyen bir gemi gibi, bir görünüyor, bir kayboluyordu. Ufuk çizgisine yakın, bozkırın üzerinde kıvrılarak ilerleyen yol, ay ışığının altında gökyüzüne bağlanmış bir kurdela kıvrılıyordu ve eşkıya, atını ağır adımlarla sürerek yaklaştı. Yavaş yavaş, eski hanın pejmürde kapısında belirdi.

Fransız usulü üçgen şapkası, çenesini sardığı atkı, koyu şarap rengi kadife bir ceket, geyik derisinden kahverengi bir pantolon ve dizlerinin üzerine kadar gelen çizmesi, vücudunu tek bir kırışık yapmadan sıkıca sarmıştı. Gözlerinde, bir kıymetli taşın parıltısına benzer bir ışıkla sürmüştü atını, tabancasının ve süvari kılıcının kabzası ay ışığında parıldayarak.  Hanın bahçesinde, kapı önündeki taş döşemede tıkırtısı ve çınlaması duyuldu. Kamçısıyla panjurlara hafifçe vurdu, fakat gecenin karanlığında pencereler sımsıkı kapatılmış, sürgülenmişti. Pencereye doğru hafifçe bir ıslık melodisi çaldı. Han sahibinin kara gözlü kızı Bess, karanlıkta saçlarını örerken ıslığı duydu.

Karanlığın içinde, ahırın kapısı gıcırdadı, seyis Tim de dinliyordu, soluk ve avurtları çökmüş suratıyla, çılgınlıkla dolu iki küçük kovuktan ibaret gözleri, küflü saman sarısı saçlarıyla. O da Bess’e aşıktı, kıpkırmızı dudaklı Bess’e, han sahibinin kızına. Bir köpek gibi aptal bakışlarıyla eğilip dinledi ve eşkıyanın sözlerini duydu:

-…son bir öpücük ver, güzel sevgilim, bugün büyük bir vurgun peşindeyim. Gün ışımadan sapsarı altınlarla geleceğim. Fakat peşime düşerler ve gün boyu kovalarlarsa, ay ışığında beni bekle. Yolumu cehennem de kapatsa, ayışığında sana geleceğim. Unutma, ayışığında bekle beni…

Üzengilerde dikildi. Elini son defa uzattı. Bess, pervazda saçlarını çözünce, yüzü ateşle dağlamışlar gibi yandı, göğsünden simsiyah bir sel gibi yükselen dumanın lülelerini öpüp kıza üfürdü. Ah, ayışığında tatlı tatlı parlayan o sevda ateşinin dumanı! Sonra dizginlere asılıp, ay yularının üzerinde parlarken batıya sürdü atını. 

Bölüm II

Şafakta gelmedi. Öğlen de. Neden sonra, sararan gün batımında, ay yükselmeden evvel, yol eflatun bozkırın üstünde bir çingene kurdelası gibi pespembe kıvrılırken, kırmızı ceketli kolcular geldi, Kral George’un adamları, eski hanın kapısına yaklaştılar. Han sahibine tek kelime etmediler, soğuk birasından içmekle yetindiler. Fakat birden, kızını derdest edip, ağzına kumaş tıkıştırıp, daracık yatağının ayaklarından birine bağladılar. İkisi, penceresinin pervazının yanına çöktü, yanlarında tüfekleriyle. Bütün pencerelerde ölüm vardı ve karanlık bir pencereden cehennem izliyordu yolu, Bess sevgilisinin geleceği yola korkuyla bakarken. 

Bess’i özenle bağlamışlardı, kıs kıs gülerek. Yanına da bir tüfek koymuşlardı, namlusu tam göğüslerinin altında. “Şimdi dikkatlice izle yolu” deyip öpmüşlerdi. Bess’in kulağına, yakında belasını bulacak adamın sözleri çalınmıştı yine: “Yolumu cehennem de kapatsa, ayışığında sana geleceğim. Unutma, ayışığında bekle beni…”

Ellerini arkasında oynattı, çevirdi, fakat düğümler pek sıkıydı. Parmakları ter ve kandan sırılsıklam olana kadar kıvrandı. Karanlıkta düğümü esnetir ve zorlarken, saatler yıllar gibi uzun uzun geçiyor, geçmiyor bir meşum yılan gibi sürünüyordu. Ve birden, saat gece yarısını vururken, parmakları bir şeye dokundu: Tetik parmağının ucundaydı!

Bir parmağının ucu tetikteydi şimdi. Daha fazla mücadele etmedi. Dikilip dikkat kesildi, namlu memelerinin arasında. Fark etmelerini riskine giremezdi, daha fazla kıvranmayacaktı. Zira artık yol ayışığında iyice ortaya serilmişti: Ayışığında boş ve çıplak. Karanlıkta, Bess’in nabzı, sevgilisininkine bir nazire gibi zonkluyordu. 

Tak-tak, buz gibi sessizliğin içinde. Tak-tak, gecenin sessizliğinde yankılanan. Nal sesleri iyice yaklaştı, ışıklı yüzü parlıyordu. Bess’in gözleri bir an büyüdü, ve son bir nefes aldı. Ve ayışığında, parmakları hareket etti, bir tüfek ayışığını darmadağın etti, Bess’in göğsüyle birlikte; ve habersiz yolcuyu, ölümüyle uyardı. 

Eşkıya döndü, batıya mahmuzladı atını, bilmiyordu pencerede kimin durduğunu, başı tüfeğin üzerine eğilmiş, kendi kanıyla sırılsıklam. Sabaha kadar da öğrenmedi. Han sahibinin kızı Bess’in, sevgilisini ayışığında beklerken, karanlıkta bir başına öldüğünü duyduğunda, yüzü bir hayalet gibi soldu. Çılgınca mahmuzladı atını geriye, gökyüzüne bir acı feryatla lanetini savurarak, bembeyaz yol, arkasında duman gibi tüter, kılıcı tepesinde daireler çizerken. Öğlen vaktinin altın sarısı güneşinde mahmuzları kan gibi kıpkırmızı, kadife ceketi şarap rengi parlıyordu; onu yolun dibinde vurduklarında, bir köpek gibi yolun dibinde vurduklarında, atkısı boynunda, kendi kanı etrafında göllenirken uzanıp yere serildiğinde. 

Ve derler ki, bugün bile bazı kış gecelerinde, rüzgâr ağaçların arasında dolanırken, ay, sisli bir denizde bata çıka ilerleyen bir gemi gibi, bir görünür, bir kaybolurken, ufuk çizgisine yakın, bozkırın üzerinde kıvrılarak ilerleyen yol, ay ışığının altında gökyüzüne bağlanmış bir kurdela gibi kıvrılırken; bir eşkıya atını sürer. Sürer, eski hanın bahçesindeki kapıda belirir.

Hanın bahçesinde, kapı önündeki taş döşemede tıkırtısı ve çınlaması duyulur, kamçısıyla sımsıkı kapatılmış, sürgülenmiş panjurlara hafifçe vurur. Pencereye doğru hafifçe bir ıslık melodisi çalar, han sahibinin kara gözlü kızı Bess, karanlıkta saçlarını örerken ıslığı duyar.


*Alfred Noyes’in manzum öyküsü “The Highwayman”in, Türkçe nesir çevirisidir.

Türkçe'ye çeviren: M. Bahadırhan Dinçaslan

Orijinal şiir: Alfred Noyes

Bestelenmiş kısmını burayı tıklayarak dinleyebilirsiniz.

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.