Bu sayfayı yazdır

Eşkıya Öyküleri ve Yöresel Napoleonlar

07 Şub 2016

"Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz" türküsünü çok severim. Küçüklüğümde Edip Akbayram'ın söylediği versiyonu çok meşhurdu, şu sıralar da aynı isimde bir dizi varmış sanırım, o yüzden herkes aşinadır. Pekala bu türküde neden "Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz" denir?

Sandıkçı Şükrü, bu eşkıya ağıdına konu olan haydut. Dağa çıkış öyküsü internette pek çok yerde bulunabilir ama vaktiyle bir yerlerde okuduğum, ama nerede okuduğumu hatırlayamadığım daha ilginç bir boyutu var işin. Allahtan fotoğrafa ulaşabildim. 

Solda gördüğünüz sancak, Sandıkçı Şükrü'nün sancağı. Sancaktaki yazılar, Sandıkçı Şükrü'yü dünyanın hükümdarı ilan ediyor. Kendisi dağa çıktıktan sonra, bari namımızla ölelim diyerek kendisini dünyanın hükümdarı ilan etmiş ve her eşkıyanın uğradığı akıbete uğrayıp öldürülünce, kendisine yakılan ağıt, "eşkıya dünyaya hükümdar olmaz" diye yakılmış. Kendisine benzer bir iş yapıp daha mutlu sonla biten bir Amerikan öyküsünü, İmparator Norton yazımda anlatmıştım.

İngiliz marksist yazar Eric Hobsbawm, Bandits (Eşkıyalar) kitabında şöyle der:

(...)Except for a few, nobody ever knew them thirty miles from their place of birth, but they were as important to their people as Napoleons or Bismarcks; almost certainly more important than the real Napoleon and Bismarck.(...)

Çok azı dışında, doğdukları yerin otuz mil ötesinde kimse onları tanımazdı, ama her biri kendi insanları için birer Napolyon ya da Bismark idi, neredeyse kesinlikle gerçek Napolyon ya da Bismark'tan daha önemliydiler.

Babamdan ayıyla güreşen Avşar eşkıyalarını dinleyerek büyüdüm. Bizzat babamın adı, bir Avşar eşkıyası Gizik Duran'dan esinlenerek konulmuş. Gizik Duran'ın ağıdındaki bir parça, Hobsbawm'ın Türkmen eşkıyaları için de haklı çıkan bir tespit yaptığını gösteriyor. İnternette bir versiyonunun seslendirilmiş hali mevcut olan ağıdın bir kısmı şöyle:

 

Yaşa Kar'aslanım yaşa 
Yazılanlar gelir başa 
Senin öldüğünü duymuş 
Ankara'da Kemal Paşa

Değirmenin çifte gözü 
Dizlerime indi sızı 
Öldürmüşler Duran Bey'i 
Yetim kaldı körpe kuzu

Feke'nin de dağı yüce 
Düşmanların gezer gece 
Halep öldüğünü duymuş 
Düğün eder gündüz gece

Karadeniz dalgalandı 
Gene gönlüm ıvgalandı 
Duran Bey'in koltuğunda
Nice yiğit kölgelendi

Ben d'ağlıyom deli gibi 
Derelerin seli gibi 
Duran agam harb ediyor 
Hazireti Ali gibi

Koltuğunda yiğitlerin gölgelendiği, ölünce kuzuların yetim kaldığı, ölünce Kemal Paşa'nın (Atatürk) haberdar olduğu, haraca bağladığı Halep yöresinin düğün ettiği... Fakat en önemlisi, "Haziret-i Ali gibi" savaşan bir figür, Gizik Duran. Kendisi aynı zamanda bir milli mücadele kahramanıdır ve ağıtçı kadının onu Ali bin Ebu Talip gibi dini bir karaktere teşbih etmesi oldukça ilginç; bir eşkıyanın yöresi için ne kadar önemli olduğuna dair bir ipucu. Yörük Ali Efe'nin türküsünde "Yörük de Ali'nin adını / Hazreti Ali koydular" dendiğini de unutmamak lazım.

Bu fakire sahip çıkan, civarı koruyup kollayan eşkıya figürünün arketipik atası Köroğlu'dur elbet. Az bilinen bir örneği de, bir diğer Avşar eşkıyası Çöllo'nun ağıdında görülüyor, bazı kıtalar:

"Gelmemiş böylesi Adem'den beri
Sağ elinde martin belde hançeri
Altı bin Talaslı, koca Kayseri
Diktin orta yere nişanı Çöllo

Aslından neslinden Avşar'dır adın
Garip bülbül gibi dağda feryadın
Bu muydu dünyada ahdın muradın
Titretirsin Firengistan'ı Çöllo

Kızlar altın takmaz oldu saçına
Nam u şan yürüttün Çin'e Maçın'a
Gazeteler gitti Moskof içine
namın almış Hind'i İran'ı Çöllo

Atına biner de dört nala yürür
Aynalı martini dünyayı görür
Zenginden alır da züğürde verir
Yakıyor gözlerin çırasın Çöllo"

Hobsbawm otuz milden ötesi isimlerini bilmez demiş ama, bu eşkıyaların isimlerini bilenler, onlara bel bağlayanlar, bütün dünyanın onları tanıdığını düşünüyorlar, demek ki. Son kıta ayrıca önemli: Çöllo vahşi bir eşkıyadır, Kayseri eşrafı onun yüzünden perişan olur ama, Avşar Türkmenleri için kahramandır, zenginden alıp fakire verendir. 

Öte yandan, işgal zamanlarında eşkıyalar toplumun direnç noktalarını oluştururlar, Gizik Duran Bey'in milli mücadele kahramanı olması gibi, Kuvay-ı Milliye gibi. Bunlar pek bilinen örnekler, fakat Azerbaycan'da Kaçak Nebi de dikkat çekmeli: sevgilisi Hecer Hanım'a "Hecer'i özünden ay goçak Nebi" diyerek kendinden yiğit bir eş sahibi olduğunu beyan eden Kaçak Nebi, hem Köroğlu'nun dirilmişidir, hem de Rus işgaline ve Ermenilere karşı ulusal bir kahramandır. 

Çok az bilinen bir örneğe değinecek olursam, Karaçay eşkıyası Kanamat'tan bahsetmeliyim. Kanamat, işgalci Ruslara şirin görünmek isteyen bir adamın yersiz ihbarı sonucu tutuklanır. Hapisten kaçarak dağa çıkar, Ruslara baskın veren, eşkıyalık yapan bir yiğit olur. Bunalıp bir köyü ziyarete geldiğinde, bir ziyafet esnasında ev sahibi tarafından yine ispiyonlanır ve öldürülür. Arkasından yakılan ağıt oldukça uzun, ben Şafak Tavkul'un söylediği kısa versiyonunun Türkiye Türkçesi sözlerini koyayım, Karaçaycası verdiğim bağlantıda mevcut:

Horayda rayda Kanamat
İki gözünden kan akar
Eder idin serbest olsaydın
Seni vuran itler ile gazavat (savaş)

Gökte bir parlak yıldız
Dağa doğru gidip batıyor
Ey Alanlar! (Karaçaylar), Uçkulan'da
Bir yiğit ölmüş yatıyor

Yedi yıl boyunca dolanıp
Amgata boyunu(civarını) korudun
Geyikler öldürüp dağlarda
Bir güzel etlerini kuruttun

Karaçay'da gitmiştik biz
Abdulkerim'e misafirliğe
Benim haberim söyleniyor
Ulu Karaçay'da insanlar arasında

Gecesinde bizi
Tatlı etlerle doyurdu
Gündüzünde Rus itlerine
Bir kara koyun gibi soydurdu

Oy oy Kanamat
Dokuz ok (burada kurşun anlamında) değdi başına
Ne kara günler gelmiş
Ali'nin yiğit gencine

Oy oy Kanamat
Kaburgandaki fazladan iye (kaburga kemiği)
Senin kanını itlere komaz
Arkanda bıraktığın oğlan

Gelelim, bu yazının ufak bir derleme amacı dışındaki boyutuna. Eşkıyalar, adalet ve merkezi otorite sistemi çöktüğünde ortaya çıkarlar. Şehirdeki karşılığı, kabadayıdır. Düz haydut ya da külhanbeyi ile eşkıya ve kabadayıların farkı, ikinci sınıfın, köyde ve şehirde, sosyoekonomik bir takım gerçeklikler ve dinamikler üzerine bina edilmiş bir temsiliyeti haiz olmasıdır. Yani haydut ve külhanbeyi sıradan birer serseri iken, eşkıyalar ve kabadayılar, köyde ve şehirde birer "yerel adalet mekanizması" ihtiyacını karşılarlar. Fakat bu "yerellik" nedeniyle, bir mahallenin hamisi kabadayı, öbür mahallenin belalısıdır. Bir köyün, bir yörenin gururu, yönetime karşı dayanağı olan eşkıya, bir başka yörenin haracını yer. Birer "cemaat" yapısından beslenen bu tipler, "yarım güzel" olabilirler ama, sağlıklı bir cemiyette yerleri yoktur. 

Bugün, insanların tarikat, cemaat ve mafyalara meyletmesinde, vaktiyle eşkıyaların çıkmasına sebep olan saikler rol oynuyor: Zayıf ve "gerekeni yapmaktan aciz" bir devlet, hantal adalet mekanizması, alıp gitmiş yolsuzluk, güvensizlik... Borcunu tahsil için mahkemeye başvurmak, mafyaya gitmekten daha zahmetli, daha az garantili ve daha yorucu. Bir işe girmek için gereken yetkinlikleri edinmektense, falanca cemaatin mensubu olmak daha yüksek iş garantisi veriyor. Elbette, yerel ölçekten insanlara faydası dokunduğu için bu tarz yapılara "topyekün kötü" diyemiyoruz ama, bu yapılara ihtiyaç yaratan sistem hastalıklıdır. Osmanlı'nın eşkıya sorunu, Türkiye'nin cemaat ve tarikat sorunu olarak kendini gösteriyor: Cemaatten cemiyete geçemeyişimizin acısını çekiyoruz.

Eh, eşkıya dünyaya hükümdar olmaz dedik. Cemaat şuuru ve yapısıyla yapılanan bütün gruplar, neticede kaybetmeye mahkumdur, ne kadar müspet görünürlerse görünsünler. Arkasından "Atçalı Mehmet'im bilsinler beni / Yoksulun yanında bilsinler beni" diye türkü yakılan Atçalı Kel Mehmet, hasbelkader bir süreliğine doruğa çıkardığı hükmü esnasında "vali-i vilayet, hademe-i devlet, Atçalı Kel Memet" diye fermanlar çıkarıyordu ama, devlet tarafından öldürüldü. Aynı devlet, çöküşten eşkıyalar tarafından kurtarıldı. Aynı eşkıyalar, düzenli orduya girmediklerinden, kahramanken vatan haini oldular. Onları hain ilan edenler, devleti bir elit cemaatin ahırına çevirdiler. Onların vesayetini de, sosyolojik anlamıyla değil, gündelik anlamıyla da cemaatler ve tarikatler şeklinde örgütlenen islamofaşistler yıktı. 

Bir eşkıyalık furyası aldı başını gidiyor. Sonumuz hayrolsun.


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.