Bu sayfayı yazdır

Ziya Gökalp'in Bir İntihaline Dair

08 Şub 2016

Ziya Gökalp'i pek severim. Sevmenin de ötesinde, herhalde milliyetçilik fikri ve cumhuriyet Türkiyesi, ayrıca Türk beşeri bilimleri hususunda Gökalp'in müthiş bir yer işgal ettiğini nefret bile etsem inkar edemem. O yüzden bu yazıyı üzüntüyle kaleme alıyorum.

Gökalp'in bir düşünür ve teorisyen kimliğinin ötesinde, bir yazar ve özellikle masalcı olarak ele almak niyetindeydim. Küçüklüğüm, Gökalp'in önemli eseri Altın Işık'ı tekrar tekrar okumakla geçti, bir genç yazar ve şair olarak edebi zevkimin bütün hatları değilse de, temeli oradaki manzum ve mensur eserler tarafından atıldı. Gökalp'in aradığı temiz, yer yer didaktik "Türk" damarı, acemi de olsa, çölde vaha gibi bulunca bencileyin Türkmen çocuğu için bin Kevser'e bedeldi. O cihetiyle üzerimde siyasi görüşlerimin de ötesinde bir etkisi olan ve dolayısıyla bir gün söz gelimi sosyalist olmaya bile karar versem izlerini taşımaya devam edeceğim adama kendimce borç ödeyecek, ayrıca küçük ve düzenli okur kitleme Altın Işık'ı hatırlatacak, belki birkaç Bahadır'ın daha bu kitapla büyümesine vesile olacaktım. 

Şöyle baştan okuyayım derken, çocukken en sevdiğim masalı açtım, Ülker ile Aydın. Nereden baksan 15 yıl vardı son okuduğumdan bu yana, fakat neredeyse bütün dizeler ezberimdeydi, okudukça devamını kendim getiriyordum. Küçükken bu kadar sevmemin nedeni, belki de, Gökalp'in iki kardeş konuşurkenki "Bacı, bacı can bacı / Kolunda mercan bacı" dizelerindeki sehl-i mümtenide, babannemin yaktığı Avşar ağıtlarındaki yalın güzelliği bulmuş olmamdı. 

Ancak okurken bir şeyler beni rahatsız etti. Düzenli okurlarım bilir, mitoloji ve masallara akademik açıdan ilgiliyimdir. Yaptığım literatür taramalarından bazı kesitler aklıma geldi bölük pörçük... Demek, onları ilk okuduğumda fark etmemiştim ama bir daha Gökalp'in masallarını okuyunca dank etmişti kafama: Ülker ile Aydın masalı, bütün kurgusuyla baştan aşağı intihaldi, yani çalıntıydı.

Benim için evlatlık olduğumu öğrenmek gibi bir şeydi bu. Gerçi bizim münevver ve muharrirlerimizde intihal pek sık görülür, Fransızca'dan özellikle çok fazla "aşırmış"lardır. Ama bu kadar samimi ve çocuksu bağlandığım masalın böyle olmasına çok üzüldüm. Gökalp, örneğin münevver yönüyle Durkheim'dan etkilenmiştir, sır değildir, ama ondan çalmamış, onun tesirinde, birçok yönüyle de özgün, bize has bir sosyoloji kurgusu ortaya koymuştur. Ancak masal şüpheye mahal bırakmayacak şekilde çalıntı. 

Gökalp'in masalı özetle şöyle: Ülker ile Aydın, iki kardeştir, Ülker kız, Aydın erkek. Üvey anneleri onları istemez ve babaları bir ormana götürüp iki kardeşi bırakır. Kardeşler yiyecek ve içecek ararlarken, bir pınara denk gelirler. Dile gelen bir kuş, bu pınardan içenin kaplan olacağını söyler. Abla, susayan Aydın'ın pınardan içmesine engel olur. Başka bir pınar bulduklarında, yine bir kuş, pınardan içenin yılan olacağını söyler, yine içmezler. Üçüncü pınara geldiklerinde bir kuş, bu sudan içenin ceylan olacağını söyler ama abla engel olamaz, Aydın sudan içmiştir, ceylana dönüşmüştür. Ülker, kolundaki iki mercan bileklikten birini kardeşinin boynuna takar, gerdanlık yapar. Ormanda bir süre yaşarlar.

Bir gün, bir hükümdar avdayken, ceylana dönüşmüş olan Aydın'ın peşine düşer, ancak ablasını görür, aşık olur. Ülker, ceylanın da kendisiyle gelmesi şartıyla, hükümdarın karısı olmayı kabul eder. Mutlu mesut yaşarlar ve Ülker hamile iken, üvey anneleri ve üvey kız kardeşleri bir oyun ederler, Ülker'i göle atarlar. Üvey kız kardeş, Zeynep, Ülker kılığında hükümdara karılık etmeye kalkar. Ancak ceylan gölden ayrılmaz ve ablasıyla söyleşir, nihayet bir balığı yakalarlar, Ülker'i ve doğmuş olan Turan'ı kurtarırlar. Üvey kız kardeşi de göle atarlar, hikaye mesut biter.

Bu masal, Grimm kardeşlerin Brüderchen und Schwesterchen başlıklı, bütün kıta Avrupası'nda varyasyonlarına rastladığımız masalının (Erkek kardeş ve kız kardeş) birebir aynısı. Hikayenin ana hatlarıyla özeti şu: Üvey anneleri biri kız, biri oğlan iki kardeşe bir oyun oynar ve ormana yollar. Ormanda gezerlerken gördükleri ilk dere, "benden içen kaplana dönüşür" der. İkinci dere, "benden içen kurda dönüşür" der. Üçüncü dere, "benden içen geyiğe dönüşür" der ama, erkek kardeş içer ve geyiğe dönüşür. Ormanda birlikte yaşamaya başlarlar. Kız, kardeşinin boynuna altın bir kolye takar. Derken bir kral, avdayken geyiğin peşine düşer, derken kız kardeşi görür ve karısı yapar. Fakat üvey anne yine bir cadılık eder ve kendi kızını, kraliçenin suretine sokar, yeni doğum yapmış kraliçeyi de öldürür. Fakat kraliçenin hayaleti sürekli yeni doğmuş oğlunun yanına gelir, kralla konuşur ve gerçek ortaya çıkar, üvey kız kardeş ormana sürülür ve hayvanlar tarafından parçalanır. 

Görüldüğü üzere ortada bir esinlenme vs. sözkonusu değil, kurgu birebir alıntı. Doğan çocuğun adının Turan olması ve üvey annenin "Tat" yani "yabancı" olması, çocukların ise "öz Türk" olmaları Gökalp'in özgün dokunuşları elbette. Göl motifi de muhtemelen Gökalp'in eklemesi. Şahsen, benzeşen birçok mitolojik öyküyü difüzyon kuramından çok "benzer şartlarda benzer evrimleşir" prensibiyle açıklarım ama burada şüpheye mahal bırakmayacak bir intihal vakası ile karşı karşıyayız. 

Kitapta böyle bir intihal olsa da, Altın Işık'ın genelinde Gökalp, eski Türk anlatılarından, Dede Korkut'tan, Maveraünnehir menkıbelerinden esinlenerek oluşturduğu masallarla, hala pedagojik olarak kullanışlı olduğunu söyleyebileceğimiz bir eser ortaya koymuş. Keşke üzerinde böyle bir gölge olmasa idi, siz yine de çocuğunuza alınız, okutunuz.


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.