Bu sayfayı yazdır

Yunus Emre Agnostisizmi ve Seküler Milliyetçilik

05 Mar 2016

Yunus Emre'ye dair yazmadan evvel, söylemeliyim ki ben tasavvufçuların hakim kılmaya çalıştığı ahlaktan ve düşünce tarzından tiksinirim. Seyyid Enflasyonu: Afedersin Şaman yazımda, tasavvuf kurumunun gayet dünyevi olduğunun ve din dışı saiklerle mayalandığının altını biraz çizmiştim. Basitçe, müslüman olmaya direnen Türk ve Farsların müslüman oluşlarını kolaylaştırmak için kendisinden taviz veren İslam'ın, Asya ve Mezopotamya mistisizminin bir takım motif ve yöntemlerini bünyesine dahil etmesiyle doğan tasavvuf, hem İslam'a bir estetik açılım getirmiş, hem de kabullenişçi, kof ve bir halta yaramayan mistisizmin İslam'da iyice kemikleşmesini sağlamıştır.

Neredeyse "her şey"de olduğu gibi, tasavvufun da iyi ve kötü yanları var. En iyi tarafı, kanaatimce, sanatıdır: Müthiş bir estetik, vecd halinin yarattığı çok dokunaklı, şaşaalı ve girift bir sanatsal arkaplan. Bundan etkilenmemek mümkün değildir. Ancak tasavvufçu düşüncenin menfi yönleri, insanı suni ve kendisiyle çelişen yollara sokar ki, ben basitçe "bronz kural" etrafında örülmüş bir yaşam tarzını benimsediğimden, büyük bir tehlike olarak görüyorum bunu. Kin, nefret, öfke, kızgınlık: Bunlar da insana dairdir ve insan içindir. Evrimsel olarak hayatta kalışımıza faydalı olduklarından gelişmiş insani duygulardır. İnsana dair ne varsa akılcı ve gerçekçi biçimde kabullenip, en makul ve uyumlu çözümü aramaktansa, insani özelliklerin bir kısmını reddetmeye çalışmak asıl şeytanlıktır diyeyim ve burada keseyim.

Emre, Türk olmasından mutlu olabileceğimiz insanlardan biri ve bunu kesinlikle iyi bir müslüman olmasına falan borçlu değil. "Yunus Emre der hoca / Gerekse var bin Hacca / Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir" diyen adam, hatta, bozkır vicdanı ile İslam'ı genişletmiştir. Bu tavrı, bu güzelliği yaşatabilseydik, islamcılar iktidara gelemez, uluslararası platformda bizi rezil, vatandaşı birbirine bu denli düşman edemezlerdi. Elbette bütün bir külliyatına dair laflar edilebilir ama, bu yazıya konu olan bir "agnostisizm"i var ki Emre'nin, kanaatimce onun en kuvvetli ve önemli yönü budur. Diyor ki;

"Sen sana ne sanursan
Ayruğa da onu san
Dört kitabın manası
Budur eğer varısa"

İlk iki dize, zaten "evrensel ahlak kodu" gibi bir şeyin peşinde olan bütün düşünürlerin bir şekilde varabileceği nihai düşünce kalıbı gibi duruyor. Buna yüzyıllar evvel ulaşmış bir Türk'ün, babaannemin diliyle konuşuyor olması benim açımdan bir mutluluk kaynağıdır. Fakat asıl ağırlık, son iki dizede, hatta "ise" ifadesinde. Eğer "dört kitapta mana var ise, budur" demek, müthiş bir çıkış, müthiş bir vicdan manifestosu.

Sadece İslam teolojisinde değil, bütün dinlerde temel bir soru var: "İyi", tanrı iyi dediği için mi iyidir, iyi olduğu için mi tanrı iyi demiştir? Şüphesiz ben bu soruya cevap veremem (zira ilgi alanımın dışında), fakat Yunus buna, "İyi, tanrıdan, akaidden, dinden bağımsızdır" cevabı vermiş. Ve hem "düşünürün namusu olan asgari şüphe"yi, hem de bir evrensel, din-dışı ahlak çerçevesinin mihengine vurma ihtiyacını, tek bir bağlaç ile, "ise" ibaresi ile vermiş. Eğer bizim müslümanlarımız bu tavrı yaygınlaştırabilselerdi, şüphesiz mutlu bir coğrafyada yaşıyor olurduk. 

Düşünebilmemiz, iyi ve ahlaklı olabilmemiz için, dogmadan kurtulmuş olmamız gerekir. Eğer hepimizi bağlayan, hepimizin anlaşabileceği ve "aşırı subjektif" olmayan bir düzlem ve söylem çerçevesi yoksa, ahlaktan söz edemeyiz. Bu "ise" ibaresi, yüzyıllar boyu müslüman yönetici ve sözde düşünürlerin sürekli ıskaladığı devasa bir dağdır bu yüzden. Dinin sürükleyiciliği ve afyon etkisi ile kitleleri peşine takan demagogların ancak böyle önüne geçilebilirdi. Ki, bilimsel yöntem ve rasyonel düşünce dediğimiz işin özünde de böyle bir çerçevenin mihengine vurma, referanslarıyla karşılaştırma tahkiki yatmaktadır.

Gelelim "seküler milliyetçilik" meselesine. Ayrıntısına girmeyeceğim, bütün yazılarım parça parça bir seküler milliyetçilik söylem ve teorisinin örgüsünü oluşturuyor zaten. Fakat güncel alanda, bir "seküler milliyetçilik" ihtiyacının var olduğuna inanıyorum. Bizim mutaassıpların muhafazakarlığı iğdiş etmesi ile, bu ihtiyaç daha da arttı. 90 ve sonrası doğan nesil, seküler bir Türkiye istiyor. Çoğu bunu ifade edemese ya da bunun farkına varmasa da, milliyetçiliğe de ihtiyaçları var. 

Bu "seküler milliyetçilik"in, seküler kısmı, milliyetçilik kısmından daha önemli, zira daha görünür. Sekülerlik, sadece dini vurgunun insan ve tanrı arasına iadesi anlamına gelmiyor çünkü; bireysel hürriyet, kamusal alan gibi konseptleri de ihtiva ediyor. Ve gündelik hayata daha çok dokunuyor. Mevcut ortamın ve zamanın ruhunun yetiştirdiği gençlik, seküler bir Türkiye arzulayacak, islamcılar bile bunu itiraf ediyor. Fakat, milliyetçiler seküler değil, daha da vahimi, sekülarizmin bayraktarlığını teröristler ele almaya çalışıyor. HDP direkt terörist, CHP de şu sıralar utangaç terörist. AKP ve MHP ise, bu toprakların değerlerini temsil ettiklerini iddia edip, olanca faşistlikleri, iticilikleri, çirkinlikleri ile Türk'e dair ne varsa, insanları tiksindiriyorlar. Bu ayrımda, "seküler bir ülke" ihtiyacı, milliyetçilik daha "grand strategy" ölçeğinde kaldığından ve gündelik ihtiyaçlarda fazla görünür olmadığından, öne çıkacaktır. Bu, yeni nesillerin şimdiden HDP zihniyetine tevessülünün arkasındaki dinamiktir, ileride daha da vahim bir tablo bizi bekliyor: Beyinsiz, tiksindirici imam hatipliler ile, içi boş, piçleşmiş "Türkiyeli" sekülerlerin kavga ettiği bir Türkiye. Mevcut Türk-islamcılar, ilk safta yer alacaklar, milliyetçiliğin tarihi verasetine dahil olmayan "ulusalcılar" ise, ikinci. 

Bunun çözümü, seküler milliyetçiliğin genişlemesi, temsiliyet ve görünürlük kazanmasıdır. Seküler milliyetçiler, bir defa, "din dışı muhafazakarlık"ı geliştirmeliler ve kendilerini konumlandırmalılar. Yunus Emre gibi figürlerin birer "dini" figür olmadığının, kültürel ikon olduğunun altını çizecek ve "dinin yoğun etkili olduğu dönemde" zihinlerinde mayalandırdıkları fikirlerin, doğru bir elekten geçerse bugün bile anlam ifade edebilecek, Türklerin özgün ve güzel konumlarını hangi "etnik" özelliklerine borçlu olduklarını hatırlatacak bir strateji de yerine olacaktır. Zira "kültürel simgeler", karşı taraf tarafından koflaştırılıp dönüştürülerek sürükleyici birer propaganda aracı olarak kullanılıyor, bunların "aslı" ile, bu kara propagandanın karşısına geçilmeli ve muhafazakarların mutaassıplaşmamış kesimine hitap edebilen bir söylem yaratılmalıdır. 

Ancak böyle yapılır ve bireysel hürriyeti, hukukun üstünlüğünü, adil vergi düzenini, kamusal alanın nesnelliğini savunan bir milliyetçi söylem gelişirse, Türk milliyetçiliği bu ülkeye faydalı olabilir. Zaten, yahudi olmadığımız için, Türk milliyetçiliğine din vurgusu eklemenin alemi yoktur (hatta yahudi olsak bile yanlış olurdu), millet ve milliyet gayet "seküler", yani dünyevi meseleler olduğundan, olması gerektiği gibi milletinin iyi, güzel, müreffeh ve mutlu yaşamasını arzulayan ve buna dair gerçeklikten beslenen, akılcı çözümler üreten bir fikir sistematiği oluşturmuş seküler milliyetçilik, bir "yeni akım" değil, zaten "asıl milliyetçilik" olduğunu ispatlayacaktır. Yeter ki, nitel kafesinden çıksın ve kendisine nicel düzlem yaratmaya, kitlelere hitap etmeye başlasın.


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.