Bu sayfayı yazdır

Kardeş Kahraman Macarlar: A Berni Követ

05 Ara 2016

Arpad'ın Milleti elbet öldürülemez, 
Verse de bin canını! 

Macaristan'ın kuvva-yı milliyesi, Rongyos Gárda ya da Pejmürde Muhafızlar. Sopron şehri ve civarı Trianon'da Avustruya'ya bırakılınca, milis kuvvetler direnişe geçiyor ve Macar toprağını vermiyorlar. Uzun süren gerilla harbi ve müzakereler sonunda Sopron Macar şehri oluyor yeniden. Parçalanan Macaristan'ın geri alabildiği tek toprak. Sopron'a bu yüzden Civitas Fidelissima ünvanı veriliyor: En sadık şehir. Bugün hala Avusturya'nın içine sokulmuş bir hançer gibidir. Bizim Antep'e Gazi dememiz, Urfa'ya Şanlı, Maraş'a kahraman dememiz gibi onurlandırılan bir şehir Sopron. Bir şarkı da yapmış Macarlar bu şehir ve Pejmürde Muhafızlar için.

Uçuş fobim olduğundan genelde karayoluyla seyahat ederim. Dün İstanbul'dan Ankara'ya dönerken, bir ilk yaşadım. Can sıkıntısından izlediğim "Otobüs Filmleri" arasında ilk defa bir cevheri izlemiş oldum, Macaristan'a dair bütün bildiklerim kafamda dönüp durdu. Filmin adı A Berni Követ, yahut Bern Büyükelçisi. Bir Macar filmi. Filmi anlatacağım ama, bu yazıyı biraz da filmin bende canlandırdığı her anıyı tekrar etmek için kullanacağım. İlk olarak, filmin sonunda aklıma gelen dizeleri anmış olayım: Mehmet Emin Yurdakul'dan "Macar Kızına" şiiri:

Macar Kızına

Ey güzel kız, sen benim hemşireme benziyorsun,
Onun gibi bülbül seslerde şakıyor, ormanın
Burada bir ak güvercin edasıyla geziyorsun.
Onun gibi vuruyor, Tuna'lara gümüş aksin.

Size iki Türk kızı bir armağan yolladılar;
Onlar bunu işlemiş, saçlarının sırmasıyla,
Bak, iki dağ ardında iki Altay geyiği var;
Bunlar hasret çekiyor, iki kardaş sevdasıyla.

Gidiyorum, dönmezsem sorun Karpat rüzgârına;
Sorun beni, göklerde uçan kartal kuşlarına;
Haber alın, süngümle yatacağım o ünlü yeri.
Mezarımda söyleyin yurt ve hicran türküleri,

Zîrâ ben de sevgilin gibi asil Turanlıyım;
İstanbul'da bir güzel, yosma kıza nişanlıyım!...

İhtimal, Mehmet Emin bunu ufak bir flört yaşadıktan sonra, nişanlısına ihanet etmekten çekinip yazmış güzel bir Macar kızına. Filmdeki munis ve mahzun Macar kızı bu dizeleri hatırlattı bana.

Filmin konusu, gerçek bir olaydan alınma. Girişte bir uyarı karşılıyor bizi: "Bu film gerçek bir olayı anlatıyor. Ama büyükelçiliğin içinde geçenler aynen böyle de olmuş olabilir, bambaşka şekilde de."

1956'da, "Kardeş Kahraman Macarlar", Atsız'ın dediği gibi "Turanlılık şanını bataklık milleti Moskof sürülerine göstermiş" ve isyan etmişlerdi. Halk sokaklara çıkmış, tankların önüne durmuş, sabık komünist Imre Nagy önderliğinde Sovyetleri def etmek için kıyama geçmişti. Olmadı. İsyan bastırıldı, Nagy öldürüldü. Yerine işbirlikçi Yanoş Kadar geçti. Bu da akla hep Attila İlhan dizelerini düşürür:

Budapeşte'den Kartpostal

benim kullandığım çamur kırmızısı
semplon treni'nden çaldığım
gergin bir pazartesi
macaristan sınırında kaldım
ölülerden tibor dery'yi sordum
geceyarısı
korku karanlığı bozuyordu

sana telefonla gyula illyes'i okudum
alışılmış konyak boğazımda duruyordu
hattın en uzak ucunda çarçabuk viyana
ümit diye ne kalmışsa kırılmış dökülüyor
hem de nasıl çırpınarak
bir daha ölmek mi hürriyet adına
istersen prusya mavisi
ya boğazına bir kurşun sıkmak

en köylü bıyıklarıyle yaslı yaslı gülüyor
birinci sahifelerde imre nagy
acı birkaç budapeşte sokak sokak
gözbebeğini çatlatan gri
karanlıkta bir lamba gibi kısılmak
kızgın yalnızlığından içeri

üç parmak derinliğinde rüzgâr gecesinin
ellerine meteor hürlükleri erguvanlar
kulaklarına bir keman aydınlığı derken
o cehennem dairesini çizmeye başlamak
sulu bir kar gözlüklerinin
kirli chagall camlarını değiştirirken
mavzer gibi sıkılayıp ümitsizliğini
ölümünü bile bambaşka bir hayat gibi
iliklerine kadar yaşamak

iliklerine kadar yaşamak
sonra bırak
ne derse desin küstah radyolar
asitli gülümsemesiyle kirleterek
yenilmişliğinin sincabi sabahını
ne söylerse söylesin yanoş kadar
sonra bırak

Filmde iki Nagy taraftarı, ihtilalden 2 yıl geçmişken, İsviçre Bern'de, Macar Büyükelçiliği'ni basıyorlar. Militanlardan biri, vaktiyle annesinin Rusların tecavüzüne uğradığını görmüş ve bayağı fevri. Diğeri makul gibi dursa da, Büyükelçi aralarını açmak için diplomasi yeteneklerini konuşturmaya çalıştığında, "Sen onun gibi değilsin..." tuzağına "Evet değilim" diyor, "Ben seni şuracıkta öldürmekten çekinmem. Ama Banoş beynini patlatır bir de üzerine karını becerir". Büyükelçi'yi esir alan militanların derdi, Macar devletinin şifreleme koduna ulaşıp, bunu canlı yayında Özgür Avrupa Radyosu'na okumak. (Şifreleme kodu sözkonusu olunca, yine Macar direnişçilerini bir şifreli mesajın deşifresi sahnesi ile anlatmaya başlayan, Jules Verne eseri Matthias Sandorf geliyor akla.)  Bu sayede Nagy ve diğer cinayetler aydınlatılacak ve Macar devleti zor duruma düşecek. Büyükelçinin ise hikayesi ilginç: Yükselmesi için baskı yapan karısı ve ayağına dolanan, yerine göz koyan bir astı var. Baskının yaşandığı gün, elçi görevden alınıyor ama astı, doğru anı beklediği için bu bilgiyi elçiye iletmiyor. 

Militanlar deşifre kodunu bulamadıkları için büyükelçiyi radyoya bağlayıp itirafa zorluyorlar. Büyükelçi yoğun baskı altında diplomatik cevaplar veriyor ve "Nagy'nin öldürülmesi hataydı, yaşlı bir adamı sembole dönüştürdük" diyerek, hem militanlar tarafından öldürülmekten kurtuluyor, hem de Sovyet kuklası devletinin onaylayacağı bir açıklama yapıyor. Hemen akabinde militanlarla yaşanan bir arbedede Banoş ölüyor ve diğer militan, Abel, tutuklanıyor. Büyükelçi görevine iade ediliyor; bu esnada İsviçre'deki Macar göçmenler "Katil Kadar" sloganları atıyor ve militanların ölüm haberi geldiğinde, elçilik önüne mum yakıyorlar. 

Bir yan öykü olarak da, Banoş ve nişanlısını izliyoruz. Nişanlısı Banoş'un güvende olmasını isterken, Banoş gözünü karartmış ve en başından beri dönmeyi düşünmüyor, ölümü arayan bir adam olarak karşımızda. Her idealist erkeğin yaşadığı ikilem, düşük dozda ve geçiştirilerek de olsa verilmiş, belki daha çok işlenebilirdi. 

Film boyunca "Batı Roma üzerine mahmuzlanan atlardan" Macarların Hürriyet Şairi Petöfi Sandor'u dinleyen Gençosmanoğlu gibi, Nemzeti Dal'ı dinliyoruz bir nevi. 1956 ihtilaline bizim milliyetçilerin ilgi göstermesi güzel diye düşünüyorum: 1956 kalkışması, hem istiklal, hem hürriyet içindir. Bizimkiler genelde gaddar, hürriyet düşmanı adamlar; hiç değilse Kardeş Kahraman Macarlar'ın bu mücadelesine dair daha çok okuyup izleyerek, belki hürriyet mücadelesinin de en az istiklal mücadelesi kadar önemli olduğunu anlarlar. 

Büyükelçi bile buna dikkat çekiyor aslında, militanları ikna etmeye çalışırken: "Buradaki hapishaneler, memleketle karşılaştırınca otel odası gibi..."


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.