Bu sayfayı yazdır

Kemancının Çayırı: Cehenneme Dört Nala

09 Kas 2015

Durduk yere aklıma düştü; Korsan Edebiyatı yazımda değindiğim Hoist the Colours High isimli korsan şarkısında "Fiddler's Green" diye bir şey geçiyor. 

Fiddler's Green "Kemancının Çayırı" demek. İnanışa göre, uzun süre denizlerde dolanan korsanların ve diğer leventlerin ruhu, cennete ya da cehenneme değil, bir yerlerde sürekli bir keman çalan sakin, munis bir çayıra gidermiş. Kemancının Çayırı, bir nevi Korsan cenneti; ya da cehennemi. 

Fakat Fiddler's Green yani Kemancının Çayırı motifinin tek geçtiği yer orası değil. Amerikan Birinci Süvari Tümeni ile özdeşleşmiş bir şiir var, "Süvarinin Şiiri". Belki bir gün "Süvari Edebiyatı" yazısı yazarım, o zamana dek bu örneği Türkçe'ye çevirmek ve devamında bu motife dair birkaç laf etmekle yetineyim.

Acemi bir kayıt da olsa, tıklayarak dinleyebileceğiniz bu bağlantıda bir şarkıcı şiiri bestelemiş, güzel de olmuş. Türkçeye çalakalem çevirirsek sözleri şöyle:

Cehenneme giden yolun yarısında
Gölgeli yeşil bir çayırda 
Ölü süvarilerin ruhu kamp kurar
Eski, büyükçe bir mataranın başında
Ve bu ebedi istirahat yeri
Kemancının Çayırı diye bilinir

Dosdoğru cehenneme giden
Piyadeler görünür
Beraberinde istihkam sınıfı
Topçu ve komandolar
Süvarilerin hayaletinden başka
Kimse inmez atından Kemancının Çayırı'nda

Bazısı yolu takip edip
Daha sıcak bir yer arasa da
Hiçbir süvari cehenneme gitmez
Matarasını boşaltmadan evvel
Ve tekrar tekrar geri döner
Kemancının Çayırında kafa çekmeye

Ve adam ile at düştüğünde
Keskin bir kılıcın altında
Ya da kükreyen bir hücum esnasında
Göğüsleyince bir kurşunu
Ve düşman gelince kafa derinin peşinde
Sadece mataranı boşalt
Daya namluyu şakağına
Ve git Kemancının Çayırına

Bu dokunaklı şiirde de geçen bu Kemancının Çayırı ne ola ki?

Aklıma bir Abhaz fıkrası geliyor. Abhaz'ın biri, muhaciri çevirmiş. Dövmeye bahane ararken, sormuş; "söyle ulan, ölünce siz nereye gideceksiniz, biz nereye?" Muhacir cevap vermiş: "Siz kabadayılık yapıyorsunuz, cehenneme gideceksiniz. Biz cennete gideceğiz." Abhaz bunu bir güzel dövmüş, bir daha sormuş; "şimdi söyle, siz nereye, biz nereye?" Muhacir tabii dayaktan korkup "Siz cennete gideceksiniz, biz cehenneme gideceğiz" demiş. Abhaz "cennet de bizim, cehennem de bizim ulan" diye tekrar dayak atmış, bir daha sormuş. Muhacir çaresiz, "Abi cennet de sizin, cehennem de sizin; ortada bir yeşil çayır varmış, biz orada çadır kurarız" demiş. Abhaz bir daha dövmüş: "Biz orada atlarımızı otlatacağız."

İskandinav mitolojisindeki Valhalla iyi bilinir. İnanışa göre savaşta yiğitlikle ölenlerin yarısı, Valkyr'lar tarafından Odin'in salonuna, Valhalla'ya taşınır. (Burada 13. Savaşçı filmindeki efsanevi sahneye bir selam çakalım.) Fakat daha az bilinen bir durum var: Freyja, İskandinav tanrıçası, kedilerin çektiği arabasıyla savaş alanına gelir ve ölenlerin diğer yarısını alır, Fólkvangr'a götürür. Fólk "ordu", "güruh", "topluluk" anlamında; Fólkvangr ise direkt olarak "Ordunun Çayırı" ya da "Ordunun Düzlüğü" anlamına geliyor. 

Hayalet Süvariler Mitinin Peşinde diye bir yazı yazmıştım uzun bir süre evvel, bir başka halk şarkısı, Christopher Lee'nin yorumuyla "Ghost Riders in the Sky"daki antik mitoloji izlerine değinmiştim. Burada da benzer bir durum olmalı: Eskinin yüksek kültür ürünü kadim mitolojik anlatıları, özlerinde de zaten masallardan, halk anlatılarından doğmuş olup, yıllar içinde tekrar ait oldukları havzaya dönüyorlar. Korsan edebiyatında da, asker şarkılarında da karşımıza çıkan Kemancının Çayırı, muhtemelen bu kadim Cermenik motiften alıyor köklerini.

Eh madem Süvari edebiyatı yazısı dedim, girişmişken eserlere değineyim, o yazıyı da yazmış olayım. Madem bu site benim, hareket hürriyetim sonsuzdur. Fakat İngilizce eserleri çevirmeyeceğim, Amerikan İç Savaşı'nı, Stonewall Jackson ve JEB Stuart'ı pek sevdiğimden, en çok onlara değineceğim, bir iki de bizden esere.

Tarihsel süreçte süvarilik "askerlik" içinde ayrışan, kendi kodlarını, ayrı "kurum kültürü"nü haiz bir gruba evriliyor. Merasim kılıçları, örneğin, süvari kılıcıdır: Orta Asyalı göçebelerin, gadasını aldığım Türklerin icadı olan kavisli süvari kılıcı, önce ortadoğuya geliyor, ardından Mısır'da, çelik teknolojisinde ilerleyen Şam'a yakınlık ve süvari sınıfını geleneksel usulde devam ettiren Memluklar (Türk ve Kafkas kökenlilerdir) sayesinde, ideal formunu alıyor. Bu kılıç, bugün dünyanın ekserisinde kullanılan subay kılıcı modellerinin temel arketipidir.

O eskinin "centilmen savaşları"nın, kahramanlık öykülerinin, "mertliği bozan" tüfeğin icadına bir süre daha direnen romantikliğin temsilcileri süvarilerin artık yok olmaya yüz tuttuğu çağlarda son bir kahramanlığı, belki, meşhur İngiliz şiiri "The Charge of the Light Brigade"'de işlenir. Kırım Savaşı'nda, bir yanlış anlaşılma ya da gerizekalılık sonucu müstahkem bir Rus mevkiine yalın kılıç hafif süvari saldırısı yapan bir grup İngiliz atlının öyküsünü anlatır. Büyük kayıp vermişler, yine de emri yerine getirmişlerdir. Fakat ağır top ateşi karşısında dağılıp geri dönmüşler. Şiirin ilk kıtası:

Half a league, half a league,
Half a league onward,
All in the valley of death
Rode the six hundred.
"Forward, the light brigade!
"Charge for the guns!" he said:
Into the valley of death
Rode the six hundred.

Bestelenmiş hali de çok güzel, bu bağlantıdan dinleyebilirsiniz. 

İnsan "Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik" diyen Akıncı şiirini ya da aynı şairin, Yahya Kemal'in "Mohaç Türküsü"nü hatırlıyor:

"...Gül yüzlü bir âfetti ki her bûsesi lâle;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle

Dünyâya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin;
En son koşumuzdur bu! asırlarca bilinsin!"

Bir Alman-Prusya marşı var, "Der Tod in Flandern" (Hollanda'da Ölüm Var), pek severim. Bu eserde de, dost kuvvetlerin yardımına koşası bir süvari işlenir, buraya tıklayarak dinlenir.

Tevekkeli değil süvarilik hep cehennem, hep ölümle ilişkilendirilmiş. Amerikan İç Savaşı'nda Güneyli süvari birliklerine katılma çağrısı yapan Jine the Cavalry şarkısı da öyle diyor: Eğer şeytanı yakalamak, eğlenmek ve cehennemi koklamak istiyorsan, süvarilere katıl!

Amerikan İç Savaşı diyende, efsanevi süvari komutanı JEB Stuart'ı anmamak olmaz. Savaş boyunca çok önemli işler yapmış, biraz da "propaganda"nın ilk örneklerini göreceğimiz uygulamalarla bir "modern zaman şövalyesi" olarak pazarlanmış ve sembol haline gelmiştir. İsmi her zaman JEB Stuart diye yazılır, tam adı James Ewell Brown Stuart'tır. Genç yaşında vurularak savaş alanında can vermiştir.
 
Şöyle de bir şarkıya konu olmuş:

Cavalier's Glee (Süvarinin Neşesi)
 
Spur on! spur on! We love the bounding 
Of barbs that bear us to the fray.
The charge our bugles now are sounding
And our bold Stuart leads the way!
 
The path of honour lies before us.
Our hated foeman gathers fast.
At home, bright eyes are sparkling for us,
And we'll defend them to the last!
 
Spur on! spur on! we love the rushing 
Of steeds that spurn the turf they tread.
We'll through the northern ranks go crushing
With our proud battle flag o'erhead.
 
Spur on! spur on! We love the flashing 
Of blades that battle to be free.
'Tis for our sunny south they are clashing,
For household, god and liberty!

Spur on! spur on! We love the bounding 
Of barbs that bear us to the fray.
The charge our bugles now are sounding
And our bold Stuart leads the way!

Bestelenmiş halini buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz, ilginç olan, bu şarkıyı yine bir subayın, Yüzbaşı William W. Blackford'un bestelemiş olması.

Bu marşla moda girdikten sonra Riding a Raid (Baskına At Sürüş) ile şahikaya çıkabilirsiniz, Stonewall (Taşduvar) lakaplı Jackson ve JEB Stuart karşımıza çıkıyor: 
 
'Tis old Stonewall the rebel that leans on his sword,
And while we are mounting prays low to the lord:
"Now each cavalier that loves honor and right,
Let him follow the feather of Stuart tonight."
 
Come tighten your girth and slacken your rein;
Come buckle your blanket and holster again;
Try the click of your trigger and balance your blade,
For he must ride sure that goes riding a raid.
 
Now gallop, now gallop to swim or to ford!
Old Stonewall, still watching, prays low to the lord:
"Goodbye, dear old rebel! the river's not wide,
And Maryland's lights in her window to guide."
 
There's a man in the White House with blood on his mouth!
If there's knaves in the north, there are braves in the south.
We are three thousand horses, and not one afraid;
We are three thousand sabres and not a dull blade. 
 
Then gallop, then gallop by ravines and rocks!
Who would bar us the way take his toll in hard knocks;
For with these points of steel, on the line of the penn
We have made some fine strokes and we'll make 'em again.
 
Bildiğim kadarıyla eski bir İskoç melodisine uyarlanan bu marş, Stonewall Jackson reisi, onun süvarilerine bir baba gibi yaklaşmasını çok güzel işliyor. Sanırım Amerikan İç Savaşı yazısı yazmak da farz oldu.

Şairin "tarihe karıştı eski sevdalar" dediği gibi, süvarilik de tarihe karıştı: Artık Çeğen tepesinde makineli tüfeğe yalın kılıç saldıracak bir Enver olmayacak. Olmaması, savaş teknolojisindeki gelişmeler; belki bunlar güzel şeylerdir. ama;
 
"They vastly outnumbered us, and though our men made a charge which will be the theme of the poets, painters, and historians of all ages, they could not maintain the enemy's lines much less capture them."
 
(Sayıları bizden epeyce fazlaydı ve adamlarımız bütün çağların şairlerine, ressamlarına ve tarihçilerine tema olacak bir hücum gerçekleştirmişse de, bırakın mevzileri almayı, düşman hatlarına denk bir hat dahi oluşturamıyorlardı.)
 
dedirten yenilgiler de olmayacak. (Bu yenilgiyi Amerikan İç Savaşı yazımda işleyeyim, unutturmayın!)

Mesela, Talat Aydemir ile birlikte 22 Şubat 1962 başarısız darbe girişiminde komitacılık yapıp, başarılı olamadığından idam cezasına çarptırıldığında, kendinden önce Harp Okulu öğrencilerini düşünüp:
 
"...onlara bu yolu gösteren biziz. Bizi asın, bu çocuklara yazık etmeyin." diyen süvari binbaşı Fethi Gürcan bir daha olmaz gibi. 

Son olarak atlı heykellerle ilgili bir rivayete değineyim. Her ülkede uygulanmayan ama yaygın olan inanışa göre, eğer bir atlı heykelde at şaha kalkmış ise, tasvir edilen binici savaşta ölmüştür. Eğer at tek ayağını kaldırmışsa, binici savaşta yaralanmış, atın dört ayağı da yerdeyse binici savaş dışındaki sebeplerden ölmüştür.
 
Ne diyelim? Mohaç türküsünün bitişiyle bitirelim:
 
"...Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden;
Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden."
 
 
 

M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.



 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.