Başlığı darbe diye attım, fakat bu "olay" bir darbeden çok, terörist bir faaliyettir. Bir terörist aktivite nasıl darbe görünümüne kavuştu, bunu sorgulamak lazım elbet. Hala yorgun ve uykusuzum, o yüzden bu yazı biraz savruk olacak, ancak milliyetçi bir üçüncü yol arayışının kıymetinin bu olaydan sonra iyice arttığına inanıyorum ve ülkeye nazaran küçük bir çevrede de olsa sağlıklı bir yol bulma mücadelesine katkı yapmanın elzem olduğunu düşünüyorum.
Darbe girişimi, bir decapitation strike özelliği gösteriyordu. Küçük bir klik bu işe kalkıştığından, büyük çaplı birebir mücadelede taktik ve stratejik yetersizliğini öngörmüş ve "düşman" gördüğü TSK'nın yönetim kadrosunu ortadan kaldırıp, doğacak güç boşluğunu, Erdoğan muhaliflerinin varsayımsal desteği ile, ülkede silah taşıyan tek organize unsur olarak dolduracağını planlamış diyebiliriz. Akabinde önce şahsi kaynaklarımızdan, ardından hükümet sözcülerinin ağzından doğrulatıldı ki, bu Fetullahçı örgütlenmenin büyük tasfiye öncesi son hamlesiydi. Acemiliği, vahşiliği ve asla kazanım gözetmeyen gözükaralığı da bundandı.
Olay günü Ankara'dan İstanbul'a gidiyorduk, yolda yakalandık. Kısıtlı imkanlarımla edinebildiğim bilgileri, yoldaşlarıma bir ses kaydı ile yorumlamıştım, genişletilmiş deşifresini buraya aynen koyuyorum: Bunun bir tiyatro olduğunu düşünmüyorum, ortada gerçek bir darbe girişimi var. Fakat ben Erdoğan'ın ya da destekçilerinin darbe girişiminden haberdar olup, bir şekilde kontrollü patlatarak akim kalmasına sebep olduğunu düşünüyorum. Darbenin arkasında kesinlikle cemaat var. Onun ötesinde, Erdoğan'ın üç ciddi kazanımı var: İlk olarak, iç siyasette kayıtsız şartsız hegemonyasını kuracak. İkincisi, orduyu tamamen ve hiç tepki görmeden istediği gibi tanzim edebilecek. Üçüncüsü, Tayyip Erdoğan sürekli cemaatin yurtdışında terör örgütü olarak tanınmasını arzuluyor fakat delil bulamıyordu ya da ikna edemiyordu, bu açıdan ciddi bir dayanağa kavuşmuş olacak. Erdoğan bunu düzenleyen adam değildir ancak bundan çıkar sağlayan adamdır, cemaat de bu girişimi eline yüzüne bulaştırmıştır.
Bunun ötesinde, insanlara "sokağa çıkın" çağrısı, sivillerin ölmesini amaçlayan bir çağrıydı. Bu sayede Tayyip Erdoğan'ın arzu ettiği heyecanlı ve öfke dolu bir kamuoyu oluşabilecekti, nitekim oluştu da. Dünyanın neresinde, bir ülkenin güya "başkomutanı", silahsız insanları kolluk kuvvetlerine canlı kalkan olmaya çağırır? Bu yöntemi daha çok teröristler kullanırdı, benim bildiğim. Darbe girişimi ardından, Tayyip Erdoğan'ın ve seçilmiş hükümetin yanında olduğunu söyleyen insanlar oldu, Erdoğan için bu darbe girişimi, bu veçhile bulunmaz nimettir.
Biz ne yapacağız, Türk milliyetçileri? İlk öngörüm şudur ki, konvansiyonel milliyetçi kurumlar eğer arzu ettiğimiz değişiklikler olmazsa islamcılık içerisinde eriyip gidecek. Alternatif deneyler ise, büyük oranda neo-nazi çetelerini andıran, serseri mayın nevinden teşkilatlanmalara dönüşecekler (halihazırda öyle değillerse). Zira kalkışmanın büyüklüğü, biri yalancı ya da inaktif iki kutup yaratıyor: Cemaat ve Tayyip Erdoğan. Cemaat yalancı yahut inaktif kutuptur, Türkiye'de kimse cemaati desteklemez. Bu yalancı kutbun karşısında Erdoğan kendisini hiç olmadığı kadar zorunlu temsil adresi halinde konumlandırdı. Türk milliyetçileri, gerek fikir gerek sokak kapasiteleriyle, bu islamcı hegemonya ile "kapışabilecek" tek kesim olarak, iki kutba da uzak ve rahatlatan alternatif olmayı seçmeliler. "Nasıl" sorusunun cevabı hem uzun, hem de bu süreçte hala muallak.
Genel manzara şu: Biz bu darbe kalkışmasında, islamcı terörün, islamcı iktidar zamanında gemi ne kadar azıya aldığını gördük, bir nevi şahikasına vardık. Işid'in havaalanı bombaladığı bir ülkede, aynen Işid gibi, bir dönem iktidar partisi ile "iş tutmuş" bir diğer islamcı yapılanma, öküz ölüp ortaklık bölününce Meclis'i bombalayacak kadar büyük bir terör eylemi gerçekleştirdi. Üstelik, cemaatin sokağa sürdüğü askerlere karşı koyanların çoğu da, bir diğer islamcı terörist havzaydı: Sakallı, şeriatçı tipler, askerleri linç edip, boğazlarını kestiler. Silahlı, "Sadat" denen ekiplerin görüntüleri sosyal medyada döndü durdu.
Bu iş o kadar büyük bir bela ki, Anadolu'da Türklük artık ölmek üzredir diyebiliriz. Polis teşkilatı bozulursa, ihya edilir, düzeltilir. Hükümet, eğitim, sağlık, hepsi. Hiçbirinin üzerinde M.Ö. 209 yazmaz. Ancak ordu bozulur, hele ki ordu ile milletin rabıtasına hastalık bulaşırsa, varoluşsal bir tehdit var demektir. Bu nasıl oldu? Orduya asla alınmaması gereken tiplerin, islamcı iktidarda alınması ile oldu. 12 Eylül bile bu kadar sarsmamıştı bahsettiğim rabıtayı.
Bataklık gibi düşman kaynayan bir coğrafyada ordusuz kaldık, devlet kurumları birbirine düşman ve milli birlik yok. Teşekkürler Tayyip Erdoğan.
En büyük zarar bu oldu, askerin bozulması, milletin askere saldırır hale gelmesi, askerin bu denli kirli bir düzleme çekilmesi... Cemaat, bunu zaten arzuluyordu. Tayyip Erdoğan da, savcısı olduğu davalarla buna zemin hazırladı. Bu tiplerin neden asker edilmediğini asla anlayamadı, kabak tadı veren islamcı mağdur algısı yüzünden memlekete böyle vahim bir zarar verdi.
İşin "taraf olmak" meselesinde, bu yüzden, şu boyutu var: Bu hükümet "seçilmiş" midir? Bunlar darbeci değil midir? Düşman olduğu açıkça belli olan cemaatçi hainleri desteklemeyeceğimiz belli, ancak onları orduya sızdıran, yargıya sızdıran, palazlandıranları desteklemek abes değil mi? Aynı PKK'yı bir dönem kullanıp, bitmişken diriltip başımıza saldıktan sonra, arada bir PKKlılara operasyon düzenleyip bize milliyetçilik taslamalarında olduğu gibi kanacak mıyız? Maalesef millet kanacak. Ancak tekrar etmekte fayda var: Mecliste anayasayı tanımıyorum diye bağıranlarla darbeciler arasında bir fark göremiyorum. Anayasayı delerek Cumhurbaşkanı olmak da keza. O yüzden "seçilmiş hükümet"in falan değil Atatürk ilkelerinin ve cumhuriyetin safındayım. Sivil ya da askeri darbeci, bizim olana çöreklenen islamcılarla asla barışmayacağız.
Bir de şunu söylemek lazım, demek biz, gerçek Türk askerinin, AKP'nin "fiili durumlar"ı ve anayasa delmelerine karşı, anayasayı muhafaza edecek bir darbesini bekliyormuşuz. Sosyal medyada ilk anda Atatürk ve laiklik vurguları yapılınca, ister istemez gülümsedik.
Düzenli okurumun kahir ekseriyeti milliyetçidir. O yüzden onlara bir seslenmeyle bitirmek istiyorum. Moralinizi bozmayın. Bu islamcıların açtığı çukurdan ne çıkarsa çıksın ülke Erdoğan'ın, Fetullah'ın değil bizimdir. Sizi bilmem. Benim başka vatanım yok. Burada, son nefesimi Erdoğan ve fetoculara karşı Atatürk sadakatimi haykırarak vereceğim. Zira ben anne tarafından istiklalini, baba tarafından hürriyetini kaybedip "sürülen", yurt kaybeden iki soydan geliyorum. Çerkesler, istiklallerini kaybedip, Türkiye'ye sürülmüşlerdi. Avşarlar da, Osmanlı zamanında göçme özgürlüklerini, hürriyetlerini kaybetmişler, zorunlu iskana tabi tutulmuşlar, kırılmışlar, ölmüşlerdi. Hürriyetim ve istiklalim, yani Cuma'ya gitme yahut rakı içme özgürlüğüm, muteber pasaportumla yanıma sevgilimi alıp dünya turuna çıkma serbestiyetim, benim için ölmeye değer. Bunlardan birini kaybedenin, yani özünde vatanını kaybedenin başına neler geldiğini 26 yıldır dinliyorum, okuyorum zira. Gidecek yerim yok, doğduğum toprakta gerekirse mertçe öleceğim, kararlıyım.
En kötüsünü gördük. Vatanın gerçek sahipleri, öldük bittik deyip pes etmez, çıkış yolunu bulmak için, bulacağına dair metin bir imanla arayışa girer. Tayyip Erdoğan'ın iktidar hırsı ve kullandığı fetö, pkk, ışid gibi örgütler ülkeyi Suriye'ye çevirdi. Zor bir yola, ümitsiz girilmez. Memleketin bütün kalelerinin, tersanelerinin, kurumlarının başka başka düşmanlarca işgal edildiği gün, bugündür. Damarlarımdaki kan ve Türk milliyetçisinin görev şuurundan başka sığındığım, inandığım hiçbir şey yok. Vatan evlatlarına da aynını tavsiye ederim. Ne gam pür-ateş-i hevl olsa da kavga-yı hürriyet!
Kimseye ümitsizlik aşılamayın. Milletin son direnç noktalarını oluşturacak bundan böyle her milliyetçi. Ümidiniz öldüyse bile vakur olun. "Biz bu zulmetler içinden çıkarız bir gün olur" diyor şair ve ilk şartı Türk milliyetçisinin kendisine iman edip yerini muhafaza etmesi. Ölmedik, bitmedik, mahvolmadık. Bu milletin önderi, mümessili biziz ve milletimizi geri kazanacağız islamcılardan. Bizi, bu kadar dezavantajımıza ve Erdoğan'ın avantajına rağmen, millete onun için neyin iyi olduğunu anlatmak ve onu bizzat celladı olan islamcılığın gözbağları yüzünden ona aşık olmaktan kurtarmak gibi zorlu bir görev bekliyor. "At izinin, it izine karıştığı" yerdeyiz, ve bizler bozkurtu, "biz bir daha Ergenekon olursa, milletin rehberi olacağız" diye sembol ettik, kendimize bozkurt dedik.
Hep canımı dişime takıp elimden geleni yapıyordum ya, şimdi daha sert, daha "işbilir", daha adanmış bir şekilde yapacağım. "Nasıl bir söylem ve eylem planı geliştirilmeli?" konusunda katkı sağlayacak, işbirliği yapacak herkesle aynı düzlemde buluşmaya, omuz omuza mücadele vermeye hazırım. Herhalde, kaç yıldır her terör olayında bütün eylemi hükümeti ve Tayyip Erdoğan'ı desteklediğini beyandan öteye gitmeyen çakma milliyetçilerden olmayacağım.
Ettiğimiz yeminleri, en karanlık günleri düşünerek etmiştik. Tutacağımız günün istihbaratının flu, ortamının elverişsiz, üstelik muhatabımızın da mankurt olmayacağının teminatı verilmemişti zaten. Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini / Yılacak mı, kurtaracak mı bahtı kara maderini?
Ek: Devamı şu yazıda: Stalin'den Erdoğan'a
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar