Üye Girişi

Üye Girişi

Allah Bizi Taş Yapar Mı?

Ayarsız Dergisi'nin ilk sayısında ufak tefek farklarla yayımlanan yazım.

Rayete Meylederiz
Râyete meylederiz kâmet-i dil-cû yerine Tûğa dil bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine  

Hürriyet Kasidesi

Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten...  

Ziya Gökalp'i pek severim. Sevmenin de ötesinde, herhalde milliyetçilik fikri ve cumhuriyet Türkiyesi, ayrıca Türk beşeri bilimleri hususunda Gökalp'in müthiş bir yer işgal ettiğini nefret bile etsem inkar edemem. O yüzden bu yazıyı üzüntüyle kaleme alıyorum.

Eşkıyalar, merkezi otorite için baş belası, yöre insanı için çoğu zaman kurtarıcı ve hatta kutsal karakterler.

Beni uzun zamandır okuyup takip edenler için, Amerikan İç Savaşı'na farklı bir ilgi duyduğum malumdur. Özellikle güneylilerin hikâyesi ilgimi çeker. Esasen siyasi pozisyonum kuzeylilere yakın durmamı gerektirirken, güneylileri daha kahraman, nasıl desem, daha "eski çağ bakiyesi romantik şövalyeler" olarak görürüm. Belki şahsen Avşar olup, "kaybeden isyancı"ların soyundan gelişim bunda etkilidir.

Durduk yere aklıma düştü; Korsan Edebiyatı yazımda değindiğim Hoist the Colours High isimli korsan şarkısında "Fiddler's Green" diye bir şey geçiyor. 

Korsanlar... Robert Louis Stevenson'un Define Adası eserini okuyarak büyümüş bir nesil için, herhalde Karayip Korsanları serisi sinematografik olarak ne olursa olsun, o özendiğimiz maceraları bize görsel bir şölen de sunarak yaşatan muhteşem bir başyapıttır. Hele Jules Verne'in On Beş Yaşında Bir Kaptan'ı, Daniel Defoe'nun Robinson Crusoe'su çocukken en sevdiğiniz kitaplar arasındaydı ve Sid Meier's Pirates, Port Royale gibi oyunlar favori oyunlarınız idiyse, siz de benim gibi 17. ve 18. yüzyıl gemilerinin özelliklerini, odanızdan ya da şehrinizin sokaklarından daha iyi biliyorsunuzdur.

Bugün kardeşim bir şarkı yolladı bana, pek sevdiğim bir eser, meşhur Blackbeard'in, Karasakal'ın öyküsünü anlatan bir korsan şarkısı. Çocukluk hasretim depreşti, korsanları, deniz tutkusunu anlatayım istedim. 
 

Değerli ağabeyim Oğuzhan Murat Öztürk'ün bir paylaşımında, Dukas'ın Türk erkekleri ve yabancı kadınlara ilgisine dair bir tespitini görmüş, çok gülmüştüm.

Oğuzhan Murat Öztürk'e ithaf ettiğim bu yazıda, edebiyatımıza şöyle hızlıca bir göz atıp, Türk edipler yabancı kızlara nasıl yaratıcı, sanatkarane bir üslupla kur yapmışlar, örnekleri vereyim dedim.

Öyle ya, Dadaloğlu gibi "neye tapıyorsan ona tapayım" diyen, bir meçhul ozan gibi çapkınlıktan dönerken Hasan Kalası'nda ceket, göynek ve dahi şalvarı unutup gelmiş bir milletin ahfadıyız.
 

Boii isimli bir Keltik kabilenin ardından, Romalılar bugünkü Çek Cumhuriyeti’ne denk gelen bölgeye, “Bohemia” dediler. Bohemia’da, ortaçağ ve yeniçağda, Çingene nüfusu oldukça fazlaydı. Fransızlar da, Çingenelere “Bohémien”  yani Bohemyalı dediler; ardından sanatçılar ve düşünürler, Çingenelerden mülhem, “sıra dışı” ve çoğunlukla “kalender” hayat yaşayan insanlara bu adı taktılar. Nihayet “Bohem” ya da “Bohemyalı”, genel hatlarıyla nihilistik ve kalender bir hayat yaşayan insanların adı oldu.

Bu yazıda, Türkiye’de yaşamış bir Bohemyalı’yı okuyacaksınız: Neyzen Tevfik. Küfürleri, nükteleri, hakkında anlatılan fıkralar ve efsaneler yoluyla çoktan gündelik dilde ve yaşamda kendisine yer bulmuş bir karakter Neyzen. Ancak o aynı zamanda bir düşünür, sözgelimi Kant tipinde değilse de, Socrates ya da Michel Foucault tipinde bir “arif”… Neyzen’i fıkralardan azad ettiğinizde, onda çok sağlam bir Nihilist damar ve “eylemi ile söylemini tevhid etmiş” bir filozof tiplemesi bulacaksınız. Bu topraklarda Sinoplu Diogenes’ten ve Kaygusuz Abdal’dan sonra bu tip düşünürün üçüncü reenkarnasyonu, belki de…