Özellikle başkanlık sistemi tartışmalarının döndüğü günlerde sık sık Amerika'ya referans verilir olmuştu: Amerika'da şöyle... Hayır Amerika'da öyle değil... Evet evet böyle...
"Rabbim Cleveland dedi" diyenlerin, aralarına kara kedi girene dek sürekli Pensilvanya'ya selam söyleyenlerin, Amerikan projelerine eşbaşkanlık yapmaktan memnun olan, övünenlerin Amerikan etkisine girmesi beklendik bir şey tabii. Fakat sadece onlar değil, herkesin nedense gözü Amerika'da.
Fakat gözlemlediğim bir durum var: Amerikan "devlet düzeni" pek bilinmiyor. Hem bürokratik-yasama dışı düzeni, hem yasama düzeni, hem yürütme... Oldukça girift bir düzen hem de; bunu bilmeden başkanlık sistemi tartışmalarına Amerika referanslarıyla devam etmek olmaz.
Bu yazıda aklımın erdiğince Amerikan devlet teşkilatlanması ve düzenine dair bir genel manzara çizmek istedim.
Bu noktada federasyon meselesi önemli: Meşhur Amerikan İç Savaşı'nda, güney eyaletler bir "konfederasyon" kurmuşlar ve başkaldırmışlardı. Bir federasyonda, egemenlik (sovereignty) birliği oluşturan devletlerin hepsinin üzerinde konumlanan bir federal üst-yapıya, hükümete aittir. Bir konfederasyonda ise, birliği oluşturan devletler egemendir, federal yönetim deyim yerindeyse gözlemcidir, pek bir yaptırımı yoktur.
Öyleyse Amerika'da üç tür yönetim teşkilatından bahsedeceğiz: Eyalet hükümetleri, Federal Hükümet ve diğerleri. Diğerleri? Amerika için "bütünleşik" (incorporated), "bütünleşik olmayan" (unincorporated) ve artık gözlemlenmeyen, henüz "Vahşi Batı"nın yeni yeni keşfedildiği dönemde kullanılan "bütünleşik ve organize olmayan"(unincorporated unorganized) türden topraklar da var. Hawaii ve Alaska, en son eyaletleşen topraklar: Eskiden durumları "incorporated organized" yani Amerikan toprağı, yönetim sistemini oluşturmuş, Amerikan anayasasının geçerli olduğu bölge idi. Eyalet olmaları onaylanınca, state (devlet, eyalet) ünvanı aldılar. Porto Riko gibi birkaç toprak parçası şu an "unincorporated" durumunda, yani Amerika orada egemen fakat Amerikan anayasası bütünüyle yürürlükte değil, oranın hükümetinin ayrı yasaları var. Bir de District of Columbia, yani Washington D.C. var, herhangi bir eyalete ait değil, doğrudan federal tüzel kişiliğe ait.
Her eyaletin kendi -federal anayasayla çelişmemek şartıyla- yasaları, yasama ve yürütme organı var. Bir eyalette içki satın alma yaşı 21 iken, diğerinde 18 olabiliyor bu yüzden. Bir eyaletin polis teşkilatının diğerinin topraklarında yetkisi yok; bu yüzden federal polis var: Lanet olası federaller! Neyin federal hükümet, yasama ve yargının uhdesinde, neyin eyalet hükümetlerinin uhdesinde olduğuna Kongre karar veriyor, zurnanın zırt dediği yer de burası.
Kongre, iki "kamara"dan oluşuyor, bir zamanlar Türkiye'de de olan bir yapı, Senato ve Temsilciler Meclisi'nden. Senato, nüfusuna bakılmaksızın her eyaletten seçilen iki yetkili olmak üzere toplam 100 kişiden oluşan ve daha yetkili bir kanat. Uluslararası antlaşmaların onaylanması, örneğin, Senato'nun kararına bağlı. Temsilciler meclisi ise, her eyalete en az bir temsilci düşecek şekilde, nüfusa göre ayrılan seçim bölgelerinden seçilen temsilcilerden oluşuyor, toplam 435 kişi. Temsilciler meclisinin görevleri ise yasaları oluşturup Senato'nun (ve peşinden başkanın) onayına yollamak. Washington D.C. bir eyalet olmadığı için, sabit olarak 3 temsilci(nüfusu en az olan eyaletin toplam temsilci ve senatör sayısı kadar) ile ekstradan temsil ediliyor, bu yüzden Kongre'de toplam 538 kişi var.
Zurnanın zırt dediği yer Kongre ise, dananın kuyruğunun koptuğu yer de Temsilciler Meclisi. Zira Senato'da, daha çok bütün birleşik devletlerin eşit oranda temsil edilmesi ve bütün devlet gidişatını etkileyen kararlar alınırken nüfus gözardı edilerek eşit her üyenin söz hakkının bulunması gözetilmiş. Fakat Temsilciler Meclisi'nde "ya hep ya hiç" durumu var: En yüksek oy alan aday, ya da parti diyelim, o eyaletin bütün temsilcilerini kazanmış sayılıyor. (Nebraska ve Maine müstesna) Bu yüzden genel toplamda bir aday daha fazla oy almış bile olsa, eyaletlere göre aldığı oy oranı sebebiyle seçilemediği oluyor; Al Gore, Bush karşısında böyle kaybetmişti. Zira, burası önemli: Başkanı halk seçmiyor, Kongre seçiyor.
Peki başkan nasıl seçiliyor? Önce parti içinde başkan adayı yarışı oluyor. Bu yarışı kazanan başkan ve başkan yardımcısı adayları, seçime parti adına giriyorlar. Bunlara, "electoral college" denen temsilcilerin tamamını içeren yapı oy veriyor. Her bir temsilci, bir başkan adayına bağlı olarak listeye giriyor. Filanca aday filanca eyalette salt çoğunluğu sağladıysa, oradaki temsilci listesinin tamamı kazanmış oluyor.
Bazı eyaletlerde Senatörler eyalet meclisince seçilirken, bazılarında Temsilciler'de olduğu gibi referandumla seçiliyorlar.
Bir de görev süreleri var. Başkan ve Başkan Yardımcıları dört yıllığına seçilebiliyorlar. Bu dört yıl dolunca, bir dört yıl için daha aday olma ve seçilme hakları var, daha sonra tekrar aday olamıyorlar. Senatörler altı yıl için seçiliyorlar, fakat Senato'nun kuruluşundan beri öyle ayarlandığı için, her iki yılda bir, Senato'nun üçte birinin görev süresi dolmuş oluyor ve yeniden seçiliyorlar. Temsilciler Meclisi üyeleriyse her iki yılda bir yeniden seçiliyorlar.
Yani Amerika'da esasında yerel devletlerin federal hükümet karşısında eşit ve özerk, federal hükümetinse yerel hükümetler karşısında devamlı ve güçlü kalabilmesini sağlamak adına dengeleyici bir devlet düzeni ve seçim sistemi var. Partiler de hem yerel hükümetlerde, hem Kongre'de, hem Başkanlık makamında temsil edilebilmek için ayrı ayrı usul ve yöntemlerle mücadele veriyorlar.
Türkiye'de böyle bir sistemi gerektirecek şartların olmadığı kesin. Öyleyse Türkiye'de başkanlık sistemi ya HDP kafasının "yerel yönetimlere özerklik" talebiyle (talebin özeti: vergi vermeyiz, yardım alırız.) uyumlu olacak, ya direkt olarak diktatörlüğün laciverdi. Apo'nun Tayyip Erdoğan'ın başkanlığını neden desteklediği belki buradan bakınca anlaşılır.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar