Üye Girişi

Üye Girişi

Hasbıhal IV

12 Mar 2019

Sanırım Hasbıhal yazılarımda sık sık tekrar edeceğim: Palimpsesti seviyorum. Bütün bu yazı dizisi benden, şiirlerimden, faydasız meraklarımdan bahsediyor, istediğim kadar tekrar etmemde sakınca yok gerçi. Kaari ile başta anlaştık, yalnızca kendimden bahsedeceğim, zihnimin ve duygumun en has, en derin ilgi alanlarını açacağım dedim. Bu sonsuz hürriyet ahdi dahilinde şaşkın bir şair olarak istediğim vadiye girer, istediğim kadar Palimpsest'i seviyorum diye tekrar ederim. 

Yine bir şiirimden bahsedeceğim: Abora Tangosu. Ah, keşke zevkimi ve dağarcığımı aynen paylaşan insanlarla çevrili olaydım da, daha başlıktan itibaren Loreena McKennitt'in Tango to Evora şarkısıyla, Coleridge'in Kubla Khan şiirine gönderme yaptığımı kaari şıp diye anlayıverseydi. Değilim, sağlık olsun, hem bu yazı dizisi benim ezeli ve edebi cehdimin bir yansıması sadece. O cehd ki, ilgilendiğim ve sevdiğim şeylerin çok az insana dokunduğumu gördüğümden beri, kendimi ucube gibi hissetmemek için, pek bencilce hatta alçakça bir tavırla, beğenimi aynen yaymaya çalışmak. Esasen edip böyle olmamalı, halihazırda farklı beğeniler ve tutumlar içeren bir kitleye hitap edip, kendisine denk düşeni bulmalı ama ben bulamadım. Bulamadım diye yılmayacağım elbette, ben yılmam, yol ararım. Çıkış olmasa bile ararım. Birkaç gün evvel "cehennemde kuyudaşım" (Bu tabiri ben icat ettim. Tam benlik bir hitap değil mi?) Ömer, bir kitap hediye etti yanında bir notla: "Albay Aureliano Buendia, otuz iki silahlı ayaklanma düzenledi, hepsinde de yenildi. Bahadırhan Dinçaslan, henüz bir silahlı ayaklanma düzenlemedi ama Aureliano Buendia'yı en iyi o anlıyor."

Her ne ise, konuyu istediğim kadar dağıtabilmeye mezun olsam da yapmayayım, önce şiiri paylaşayım, sonra arkaplanına dair yazıp çizeyim. Abora Tangosu, Haziran 2017'de yayımlandı.

 

Abora Tangosu

Bir görünmez mutrib mahir elleri
Uzanıp Allah'a eren nağmeler
Gülşeninde yalnız gezerken Itrî
Ömrün hasadını deren nağmeler

Perdeler ardından ufka bakıyor
Ayş u nuş deminde vecd ile fağfur
Abora'dan maveraya akıyor
Habeş göklerinden boşalan yağmur

Bir yanda, Allah'ın öksüz kulları
İlticagahında kadim beşiğin
Şadırvanda kuru eller yukarı
Açılıyor Allah kadar mutmain

Habeşli gelinin söylediğidir
Bu kadim sır, kadim sükut-u hayal
Var etmeye, yok etmeye muktedir
Göbek deliğime yerleşen melal

Metruk manastırda hatif devamlı
Bir bela müjdesi fısıldar, durur
"Ecirne minennar" dualar gamlı
Uzak bir bahçede bir lale kurur

Kutsal kasesinin sarhoşu bugün
Davud'un hamd ile döndüğü girdap
Bir muhacir sancı gözleri ölgün
"Selam, selam sana haşmetli azap!"

Habeşli gelinin elleri mahir
Evtarında tılsım, sesinde büyü
Kulağımdan beyne süzülen zehir:
Biliyorum anlattığı öyküyü

Biliyorum: Mehlika hiç dönmedi
Pia, çocuklara asla görünmez
Bu ateş kimleri yedi sönmedi
Kaç aşık bekletti boşa bu körfez

Habeş vadisinde bir şaşkın şair
Tüten ukdesini gûrûba sarar
Fasık cüretiyle kendine dair
Güneşin altında yeniyi arar

Gülşeninde yalnız gezerken Itrî
Ölüdoğan âhlar dizer mahrece
Bir ezeli susuş, benden içeri
Abora'da geçirdiğim bir gece

 

"...A damsel with a dulcimer
In a vision once I saw:
It was an Abyssinian maid
And on her dulcimer she played,
Singing of Mount Abora..."

_________________

Samuel Taylor Coleridge'in Kubla Khan şiiri oldukça mistik ve anlamı kapalı bir eser, çok da ses getirmiş. Girift semboller ve alegorilerle dolu şiirde bir pasaj, "Habeşli bir kız"dan bahseder. Kubilay Han, Abora Dağı'na dair bir şarkı söyleyip santur çalan o Habeşli kızı dinler. Abora Dağı, bazı versiyonlarda Amara Dağı olarak da yazılmış. Amara, Etiyopya'da, yani Habeşistan'da bir dağ... Bu dağ, insanoğlunun, Homo Sapiens'in ilk defa evrimleştiğini düşündüğümüz bölgeye çok yakın... Coleridge bunu mu kast ediyordu bilinmez, ancak ben Abora Dağı ve Habeşli şarkı söyleyen kızdan bunu anladım. İnsanoğlunun tarihin, vesikanın ve hatta teorinin ötesine uzanan, medeniyetsiz ancak bilinçli o uzun yüz bin yılları... Hiçbir ereğe ulaşamadan, hiçbir "medeni" atılım yapamadan ölüp giden binlerce nesil... Abora bu yüzden şiire girdi. Tango? O da ses benzerliği nedeniyle. Loreena McKennitt'in Tango to Evora şarkısı... Burayı tıklayarak dinleyebilirsiniz.

Şiir (benim şiirim, Coleridge geride kaldı artık sevgili kaari, kendine gel!) görünmez bir saz ustasının mahir ellerinden çıkan görünmez nağmelerin Allah'a ulaştığı bir sahneyle açılıyor. Fakat bu sahnede Itri, "öz musikimizin piri Büyük Itri", gül bahçesinde ömrünün hasadını dererek yalnız geziyor. Itır koku, güzel koku, çiçek kokusu demek, Buhurizade Itri'nin de bahçıvan olduğu konuşulur hep. Büyük üstad Yahya Kemal'in, "belki hala o besteler çalınır / gemiler geçmiyen bir ummanda" dediği, Itri'nin hiçlikteki muhayyel mekanındayız. Demek, bahçenin bir köşesinde, büyükçe bir köşk var; zira orada bir perde aralanıyor ve fağfur, yani Çin kralı, yani Kubilay Han, ufka bakıyor, vecd halinde... Habeş göklerine yağan yağmur artık "mavera"ya, öteye, ebediyete akmaktadır, zira fağfur medeniyetin, insan eliyle yücelmenin en tepesine çıkmıştır. O isimsiz, zamansız ve vesikasız yüz bin yılların yağmuru, o bahçeyi sulamaktadır, ona evrilmiştir; tabiat ehilleşmiştir. 

Fakat aynı zamanda, Allah'ın öksüz kulları, medeniyetsiz ölmüş onlarca Homo Sapiens, kadim beşiğin, yani Abora Dağı'nın eteğinde, kupkuru elleri ancak Tanrının ulaşabildiği bir tatminle kalkmış dua ediyorlar. Belki de medeniyetsiz öldükleri için! Belki de, zaman mefhumunu bizim gibi idrak etmedikleri için, zira birçok nazariye, avcı-toplayıcıların zamanı farklı algıladıklarını söyler. Tam burada, Habeşli gelinin ne söylediğini öğreniyoruz (bir de kız olmadığını, gelin olduğunu): İnsan ezelden beri hayal kırıklıkları yaşıyor ve göbek deliğimize yerleşen, doğumumuzla bizi tesir altına alan bu hüzün, bizi hem var eden, hem yok eden şeydir. Hayal etmek güzel, bizi var ediyor, ancak kırıklık kaçınılmaz, bu da bizi yok ediyor. 

Sükut-u hayal... Şairaneliğiyle, müziğiyle uğradığımız hali diğer ifadelerden çok daha güzel anlattığına inandığım tabir. Üstelik güzel bir çift anlamlılık var: Sükut, susmak demek. sukut ise düşmek. Arapça farklı harflerle yazılırlar ama, biz o k’yi ince telaffuz ettiğimizden ilk sesli harfi hep ü okuruz. Aslında sukut-u hayal olmalıydı, hayalin düşmesi, kesilmesi. Ama sükut-u hayal de güzel: hayalin susması.

Haşyet uyandıracak derecede muazzam bir haksızlık ve ihanete uğradığında, mesela, yaşadığın şey tam olarak bu. Hayalin susması. İçinde patlayan öfkeyi kusamamak, o kadar darbe almak ki susup izlemeye başlamak, mesela... Tuhaf bir kayıtsızlık, dudak büküp, göz kısarak şöyle bir bakıp, başı eğip yürümeye devam etmek. Yakın zamanda tecrübe ettim, oradan biliyorum. Evet, yanlış yazılmış ama, benim hayalim iskat olmadı, sükut etti. Ady Endre’nin şiirini hep alıntılardım, şimdi daha çok dönüyor kafamda bir mısraı: "Dünyanın başka bir yerinde, ermiş bir ozan olabilirdi mesela."

Şiire devam edelim. Metruk manastır... Gölge gölge keşişleri ebedi karanlığın mahzenine indirdiğimizden beri, Necip Fazıl'ın zihnime çaktığı bir imgedir. (Herhalde Gustave Dore'un Neophyte eserini bu yüzden çok seviyorum.) Fakat keşişler bela müjdeliyor, bizimle dalga geçiyorlar. "Bizi cehennem ateşinden koru" diye dua ediyoruz ama, uzak bir bahçede, Itri'nin bahçesinde bir lale kuruyor. Lale Allah'ı sembolize eder, bunu herkes bilir, değil mi?

Kutsal kasenin sarhoşu Davut'tan başkası değil elbette: "Calix meus inebrians". Kupam beni sarhoş ediyor. O mezmurları, yani Zebur'u böyle bir esrimeyle kaleme almamış mıydı? Selam ettiğimiz haşmetli azap, yine Necip Fazıl'ın azabı. Ne zaman esriyecek olsak, o azap aklımıza hep düşecek. Bizi bu azabın ateşinden koru, ey solmuş lale!

Sonra fark ediyoruz ki, Habeşli gelinin tellerindeki tılsımı tanıyoruz, bize hatırlattığı şeyi çok iyi biliyoruz. Biliyoruz ki, Yahya Kemal'in Mehlika Sultan'ı, "oradan gelmiyecekmiş dediler" diye kılıçla kesilir gibi biter. Gelmeyecektir de. Attila İlhan'ın Pia'sını çocuklar sabaha karşı rıhtımda asla görmeyecekler. 

Şaşkın şair elbette, Kuran'da hitap edilen, "Şairlere gelince, onlara da sapıklar uyar. Baksana, her vadide şaşkın şaşkın dolanıyorlar" denen taifenin mensubu. Güneşin altında yeniyi arayış da beyhude, İncil'de dendiği gibi, "Nihil novi sub sole", güneşin altında yeni bir şey yok. Ama ararız. Aradığımız için de, bazen bir fağfur, pencereden bakıp bunları düşünebilir. Allah'ın öksüz kullarından bir farkı yoktur ama, hiç değilse hiçliğinin idrakini daha derin ve girift yaşar, vecdi daha sarsıcı olur. Sonra? Sonrası sükut-u hayal. 

Itri'nin bütün şarkılarının zaten ölü doğduğunu fark ederiz zira. Abora'da aslında ses yoktur. Zira kainat hiçlikten gelmiştir ve ya hiçliğe, yahut varlığın sonsuz sündürülmesinden doğan hiçe rahmet okutur bir anlamsız zayıf varlığa gitmektedir. Şarkılarımız, şiirlerimiz, ahlarımız beyhude ve nafiledir. Bir avuç karbon atomuyuz ve yüz bin yıl sonra kimse bizi bilmeyecek, kimse anmayacak, hiçbir şey ifade etmeyeceğiz: Olmamış gibi olacağız.

Böyleyken böyle. Bir başka şiirde görüşürüz sevgili kaari.


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

653 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs