Üye Girişi

Üye Girişi

Her solcu kızın hayalini süsleyen ülkücü erkekler.

Anlatılar Savaşı'nda, PKK tesirini arttırırken, Türk Anlatısı islamcılar tarafından baltalandı.

Marka böyle bir şey; bir toprak parçasını vatan eden "hikaye"dir aslında, Denmark sözcüğündeki marka. O toprakta ve üzerindeki bütün "iz"ler, toprağın markasını, öyküsünü oluşturur. Peki PKK? 

Bu sitede ve İhtar Gazetesi'nde yayımlanan "Kürtlerle Bir Arada Yaşamak Zorunda Mıyız" başlıklı yazım, beğeni aldığı kadar tepki de aldı. O yazıdan bağımsız olarak, Kürtçü terör gerçeğine karşı söylemimizin nasıl olması gerektiğinin ana hatlarına bir iletişimci olarak değinme ihtiyacı hissettim.

Ziya Gökalp'i pek severim. Sevmenin de ötesinde, herhalde milliyetçilik fikri ve cumhuriyet Türkiyesi, ayrıca Türk beşeri bilimleri hususunda Gökalp'in müthiş bir yer işgal ettiğini nefret bile etsem inkar edemem. O yüzden bu yazıyı üzüntüyle kaleme alıyorum.

Şu sıralar hem MHP'nin hali, hem AKP'nin icraatleri, hem de toplumdan şahit olduğum kimi kesitler ülkemizde demokrasi anlayışının çoğu zaman demokrat olduğunu iddia edenler tarafından bile anlaşılmamış olduğunu tekrar hatırıma getiriyor. İzlediğim bir video sebebiyle böyle bir yazı yazma ihtiyacı duydum.

Bin yıllık kardeşlik... Halkların kardeşliği... İslam ümmeti... Sınıfsız imtiyazsız falan filan bir kitle...

Bunların hepsi bu ülkedeki etnik ve mezhepsel gerilime dair farklı görüşlerin, devletçi ya da muhalif, sunduğu çözümlerin sloganlaştırılmış cümleleri. Her gün duyuyoruz, her yerde karşımıza çıkıyor. Bana gına geldi, size gelmedi mi? 

Kardeş olmaya, bir arada yaşamaya, bunun için çok değerli şeylerden vazgeçmeye mecbur muyuz? Bu yazı buna dair çalakalem birkaç fikir beyan etme amacında.

Yıllar önce okumuştum, meşhur bir geyiktir: İki atın sağrılarının genişliği, bugünün uzay teknolojisini etkiliyor...

Hikayenin özeti şöyle ki, Amerika'da uzay mekiklerinin yakıt hazneleri, fırlatma sahasına demiryolu ile getirilir. Bu büyükçe yakıt hazneleri, fırlatma sahasından uzak bir bölgede üretilirler. Demiryoluyla taşınırken, bazı tünellerden geçmek zorundadırlar. O tüneller de, rayların genişliğinden biraz daha geniştir: o yüzden yakıt depoları belli bir genişlikten daha büyük yapılamaz, zira taşınmaları imkansızlaşır.

Bu yazı, "yazmazsam olmazdı" cinsinden.

Fırat Çakıroğlu öldürüldüğünde, sevgilimle oturup, Fırat'ın sevgilisiyle fotoğraflarına bakmıştık... Ne güzel bir çift idiler, "benim de bu dünyaya gelişim / bir güzelin hatırı" dizesindeki gibi. Ve Fırat'ın ölümü, "benim de bu dünyadan gidişim / memleket sevdasına" dizesinin icabınca oldu. Bana en çok o genç kız dokundu ama, "ya ben de bir el kızını ardımda yaşlı koyarsam?" diye... El kızı ya; kıymeti buradadır: Anne seni koşulsuz, şartsız, gayr-ı ihtiyari sever. El kızı öyle mi, onunda aranda bir akit vardır, bir aht vardır. Ölüp gitmek, ahde vefasızlıktır, boynu büküklüktür; annene ihanet edemezsin ama el kızına edebilirsin. Bu yüzden "anadan geçilir, yardan geçilmez..."

Üzülmüştüm Fırat'a, bir ağıt yakmıştım, geride bıraktığına odaklanmış;

Nökerlik edip beyime
Yar olmaya konçuyuma
Şerefle şanla köyüme
Dönmeliydim berat ile

demiştim arkasından.

Aşağıda okuyacağınız yazı, Radikal Blog'da 10 Haziran 2015'te yayımlanmıştı. En son baktığımda 20.000 civarı okunmuştu, bayağı ilgi görmüştü. Ancak gelen şikayetler üzerine, görsel ve başlık tahrik edici görüldüğünden, yayından kaldırıldı.

Sosyal bilimciler insan topluluklarını çeşitli özelliklerine göre tasnif ederler. Örneğin en eski tasniflerden biri, Gustave Le Bon'un "kolektif - bireyci" ayrımıdır: Kimi topluluklar daha kolektif, kimi topluluklar daha bireyci bir anlayış ve kodların hakim olduğu yapıdadırlar. Aşağı yukarı aynı dönemde, bugünü hala etkileyen bir Ferdinand Tönnies yaklaşımı ortaya çıkmıştır: