Şu sıralar hem MHP'nin hali, hem AKP'nin icraatleri, hem de toplumdan şahit olduğum kimi kesitler ülkemizde demokrasi anlayışının çoğu zaman demokrat olduğunu iddia edenler tarafından bile anlaşılmamış olduğunu tekrar hatırıma getiriyor. İzlediğim bir video sebebiyle böyle bir yazı yazma ihtiyacı duydum.
Öncelikle geçenlerde bir sohbette verdiğim örneği anlatmak isterim, konuyla alakasız olsa da bir girizgah olarak. Son 100 yılda, sünnileşen Alevi sayısı mı daha fazladır, alevileşen Sünni mi? Herhalde sünnileşen Alevi. Sebebi ne ola ki?
Çok bellidir aslında: Alevilik bir sosyolojik gerçeklikten, bir arkaplandan beslenir, o arkaplan ortadan kalktığında anlamsızlaşır. Özetle kırsal Türkmen sosyo-kültürel arkaplanı diyebileceğimiz bu gerçeklikten mahrum bir Aleviliğin varoşta ya da şehirde devam etme şansı yoktur, gerçeklikler değişmiştir. Ancak büsbütün ortadan kalkmaz, başka yollar bulur: Esasen bir etnik kimlik olmamasına rağmen, dini ritüeller ve mitler için "alan kalmadığı"ndan etnik, soya dayalı bir kimliğe dönüşür ve şehre göçen Aleviler "pratik ateist"leşir, ya da herhangi bir sünniden farkı olmayan kitle müslümanı tipler haline gelirler. Özellikle varoşlarda örgütlerin Alevileri bir "av sahası" olarak görmesinin nedeni bu durumdur.
Bu örneği, mevzubahis sohbette ülkücüler için vermiştim: Ülkücüler kendilerini bir sosyo-kültürel sınıf ve arkaplana hapsederlerse, Aleviliğin akıbetiyle karşı karşıya kalırlar. Mevcut durumlar ortadan kalkınca ülkücü "kitle" kan kaybeder, bir getto görüntüsü ortaya çıkar. Gettodan çıkanlar daha fazladır; bir aile kimliğine dönüştürerek tutunanlar dışında, özellikle maddi-manevi olarak iyi fırsatlar bulanlar ilk olarak, sürekli gettodan uzaklaşırlar; çağın şartları da göz önüne alınınca bu katî bir yokoluş habercisidir.
Bu durum sadece Aleviler ya da ülkücüler için geçerli değil, bütün tarikatler için geçerlidir. (İcraat, tarikat gibi sözcüklerin sonu bana ince geliyor, -lar değil -ler ekini yeğliyorum.) Bir tarikat, atıyorum 1000 yıl önce sair sebeplerden (islamlaştırma, yeni göçmüş bir halkı tutundurma vs.) doğarak kurumsallaşmış ve hatta hem Türklere, hem İslam'a, kimi zaman dünyaya faydalı olmuş olabilir. Fakat bu yüzyılın dünyasında, hiç değilse Türkiye'de, tarikatlerin "doğal olarak besleneceği" ve faydalı olabileceği bir sosyal arkaplan kalmamıştır. Bu kurumlar ayakta kalabilmek için kendi "cemaatlerini" bir yapay havzaya tıkıştırmak ve onları dış dünyadan tecrit edilmiş sanal bir gerçeklikte tutarak, elitlerinin çıkarlarına hizmet etmek zorundadırlar. M. Night Shyamalan'ın "Köy" filmine benzer: Büyükler, dış dünyanın çok kötü olduğuna inanarak köyün etrafında canavarlar yaşadığını anlatırlar ve bütün çocuklar böyle büyür. Filmin sonunda anlaşılır ki, canavar kılığında gezenler bizzat bu büyüklerdir, kendilerince iyi niyetle, çocuklarını teknolojinin vs. olmadığı güzel bir dünyada, bir illüzyonun tesellisinde büyütmek için böyle bir kurgu yapmışlardır.
Hal böyleyken demokrasiler tarikat, cemaat gibi yapılanmalar var olduğu sürece gelişemezler. Yani sadece Nur cemaati değil; mensuplar arası ve mensup-reis arası ilişkilerin tarikat-cemaat özelliği gösterdiği bütün kurumlar hem devlete, hem demokrasiye, hem de insanlara zarar verirler. Nur Cemaati'nin terörist olarak görülmesi güzel bir şey; ancak sadece onların terörist kabul edilip diğerlerinin varlığını devam ettirmesi akla zarar.
Burada biraz sosyal bilimlerin terimlerine girelim; "cemaat" ve "cemiyet". Cemaat ve cemiyetleri birbirinden ayıran, ilkinde çoğunluk, ikincisinde çoğulluk olmasıdır. Cemaatler kolektiftir, kovan bilincine sahiptir, "biz ve öteki" ayrımı çok keskindir. Semboller ve mitler çok güçlüdür. Cemiyetlerde bireyler daha müstakildir, bireysel irade ve seçim ile bir aradalık vardır, bağlamın etkisi düşüktür, sorgulama fazladır.
Türkiye'de sorun yaratan yapılar cemaat ahlakına sahiptir: Kürtçü teröristler, solcular, islamcılar, sözde şehirli kemalistler. Bugün izlediğimi söylediğim videoda, bir grup "kolektif feminist", bir adama "çullanıyor" cemaat ahlakı ile. Muzır olana güzel bir örnek.
Cemaat ahlakı var olduğu sürece, kağıt üzerinde müspet ve güzel duran söylemler bile çirkinleşmeye mecburdur. Bunu göremezler. Bu zaviyeden bakınca bir kürtçü ile islamcının, solcu ile anarko feministin bir farkı yok. Hiçbiri "ilerici" değil.
Kurtuluş liberal, seküler, modernist milliyetçiliktedir. Bizim cemiyet özelliğini kazanmamız için Gökalp - Arsal sentezine ihtiyacımız var.
Yani "cemiyetleşme" olmadan, bu "büyük plan"da stratejik bir dönüştürme kavgası olmadan, bütün söylemler ve eylemler bu asıl amaca yönelmeden gündelik siyasi çekişmelerle, ideolojilerle çözüm aramak imkansız. Bir de "demokrasi karşıtları" var, ona değinelim şimdi.
"AKP iktidar oldu, demokrasi bu mu?" ya da "kahrolsun demokrasi" diyorlar. Demokrasi, en iyiyi seçmenin rejimi değil, kötüyü kolay gönderebilmenin rejimidir.
E.T. Hall, "sosyal uzantılarımız" der; biz insanlar biyolojik varlığımızın yanında sosyal uzantılarımızla da evrim geçiririz. Yarattığımız kavramlar, sosyal kurumlar, konseptler birer biyolojiden sosyale uzanmış olgudur. Ve onlar da, aynı biyolojik evrim gibi doğal seçilime, stres faktörlerine vs. tabidir. Tekil ve anlık örneklerden, sistem çıkarımları yapmak bu yüzden sorunlu: En entelektüel Osmanlı padişahı, diyelim ki Fatih'tir, Fatih ile Tayyip karşılaştırıp demokrasi kötülemek anlamsız. Zira Fatih bir tesadüftür: Sistem, bir babanın oğullarından birinin tahta geçmesini sağlıyor. Beslenebileceği en geniş havza, büyükçe de olsa bir aile. Bu aile içerisinden sıradışıyı da geçtim, ortalamanın üzerinde insan çıkması ihtimaline bütün içtimai ve iktisadi kurumların mutlak yönetimini terk etmiş olmak büyük bir kumar oynamak.
Pekala cumhuriyet rejimi ve demokratik sistem ne vaad eder? Bir yanlış tercih kendini gerçekleştirse bile, o tercihten kolay dönebilmeyi vaad eder. Demokrasi budur: Kolay göndermenin rejimi. Eğer benim yöneticiliğim babamdan ve tanrıdan aldığım hakka dayalı ise beni göndermek zordur. Fakat görevim bana "çoğulcu" bir yapı tarafından tevdi edildiyse, hesap verdirme ve gönderme şansı vardır aynı makamın. Her zaman en iyi, en güzel, en doğru seçilecek diye bir şey yoktur, evrimsel süreçte bütün Homo Sapiens Sapiens grubu mensupları en sağlıklı, uyumlu genlere sahip olamadılar. Fakat demokratik rejimlerde uyumu engelleyen tercihler, "sosyal genler" elenir, doğal seleksiyon baskısı yaratılır. Ve bu da "ortalama iyi olma düzeyi"ni git gide arttırır aynı zamanda. Aynı serbest piyasa gibi. Fakat bu sürecin doğru işlemesi için de, bir takım şartların oluşması, mekanizmaların tesis edilmesi lazımdır; tesis edilmeyince serbest piyasa da bozulur, demokrasi de. Ve bu bozulmuş yapılar kendilerini serbest piyasa bu, demokrasi bu diye pazarlarlar. En güzel örneğini, demokrasi çoğunluk ne derse o olur diyerek asıp kesen AKP, ya da "kardeşim bu kadar Kürt teröristleri destekliyor, o zaman teröristler haklıdır" diyen çözüm süreci AKP-HDP-CHP'si teşkil ediyor.
Bu yazıdan çıkarılması gereken dersler: Bütün tarikatler terör örgütüdür. İslamcılık, kürtçülük, solculuk gibi çağdışı ideolojiler cemaat ahlakı yaratır, geri bırakır. Demokrasi yanlış tercihleri kolay eleyebildiğimiz yöntemdir ve bu yüzden faydalıdır, bu yüzden demokrat olmayanlar bizim kötülüğümüzü isteyen insanlardır. Ve yine bu yüzden, Devlet Bahçeli istifa etmelidir.
Kendime engel olamadım, yine Devlet Bahçeli'ye değindim. Bir şeye daha değineyim kendisiyle ilgili. Sürekli muhalif ülkücülerin ajan olduğu, dış mihrakların MHP'yi karıştırdığı vs. anlatılıyor.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar