Değerli Hocam Hasan Köni, "Orta ölçekli bir ülkenin en önemli gücü, değişen ortama uyum sağlayabilme yeteneğidir" demişti. Bugün Türkiye uyum sağlayabilme, yeni eşitlikler, dengeler yaratabilme ve var olanlarda aktif rol oynama yeteneğini kaybetmiş bir ülke. Fakat PYD bunu başarıyor, ülkemizdeki onca stratejik araştırma enstitüsüne, düşünce kuruluşlarına, devlet kurumlarına rağmen bu nasıl oluyor, onu anlatmaya çalışacağım.
Daha önce Avrasyacılığın ne kadar tehlikeli olduğunu etraflıca yazmış ve Avrasyacılığın beşinci kol faaliyetlerinden söz etmiştim, buraya tıklayarak okuyabilirsiniz. Özetle Avrasyacılık, Rusya dışı ülkeler sözkonusu ise, "utangaç Rus milliyetçiliği"dir, ötesi değil. Benim de çok hızlı bir Avrasyacı düşmanı olduğum malumdur, hele ki Kırım meselesi önümüzde bu kadar net dururken.
Ancak NATO çok mu temizdir? Ya da ben tam anlamıyla bir "Natocu" muyum? Bu iki kliğin Türkiye'deki çekişmesi ve nelere mâl olduğunu şöyle bir çerçeveye alıp yazmak istedim.
Evvela, "Avrasya" ve Çin, bizim için çok önemli bir emtia pazarıdır. Ürünlerimiz oraya çok rahat ve kârlı bir şekilde satılır. Bunun ötesinde, Türk cumhuriyetlerinin mevcut yönetimleri bir şekilde Avrasyacı odaklarla içli dışlıdır, Avrasyacıları topyekün karşımıza alır, köprüleri atarsak bizim hareket kabiliyetimiz kısıtlanır. Avrasyacılarla "iyi geçinen" küçük grup ve isimler, daha büyük bir stratejinin parçası olarak mutlaka var olmalı ve kullanılmalıdır, gözümüzü duygusallıkla kör etmemeliyiz. Benim karşı olduğum, kökten Avrasyacı olup, yani Rus ajanı olup, suret-i haktan görünenlerin Türkler ve Türk milliyetçilerinden gördüğü hüsnü zandır. Bu adamların devleti ele geçirmesidir.
Aynı şekilde, Nato çok faydalıdır. Nato bünyesinde kalmamız sayesinde Gürcistan yahut Ukrayna olmadık. İyi kötü, kör topal, ama "Özgür Dünya" içerisinde kaldık. Neyimiz varsa buna borçluyuz; gerçi bizim yöneticilerimiz ahlaksız ve hain olduğundan asla Güney Kore gibi iyi kullanamadık Nato'yu, fakat daha çok kullanıldık. Bu tür ilişkiler mutlaka iki tarafın da alıp vermesi üzerine bina edilir, aldığımız da var, verdiğimiz de; aldığımız daha fazla olabilirdi.
Devlet ölçeğinde de, parti ölçeğinde de bu durum böyledir: Her iki tarafla da içli dışlı olan adamların olacak, iki tarafı da idare edeceksin. Şahsen, skalanın daha Nato tarafında yer alıp, Nato'ya göbekten bağlanmamak için Avrasya cephesiyle de işler yaparak görece bağımsızlığını muhafaza eden bir Türkiye'den yanayım ki, şimdiye dek bu iş aşağı yukarı böyle yürüyordu zaten. Ta ki, Tayyip Erdoğan ve AKP gelene dek. Stratejik derinlik dediğimiz, yüzyıllar boyu "ne yapılmamalı" derslerinde örnek verilecek kafasızlık Türkiye'ye hakim olana dek ki, arkaplanına değindiğim yazıya burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Direkt Amerikan&Nato desteğiyle geldiği belli olan AKP hükümeti, BOP Eşbaşkanlığı ile övünen bir manzara arz ediyordu. 2009 civarında bu değişmeye başaldı. Tayyip Erdoğan, bir "üçüncü yol" hevesine kapıldı ki, tedrisatını, psikolojik ve siyasi arkaplanını oluşturan "ihvancı" anlayışla bu uyum içerisindedir. Bu 2009 civarında ise, o zaman hala AKP ile entegre olan Amerikancı kliğin cemaat ayağı, en önemli hamlesini yaptı: Kozmik odaya girdiler.
Peki neden girdiler? İsmini vermeyeceğim bir kaynağa göre, asıl amaç, ya da en etkili amaçlardan biri, Güneydoğu'da olası bir ayaklanma ya da işgal durumunda halkı örgütleyecek, direniş noktalarını oluşturacak hücrelerin bilgilerini ele geçirmekti. Bu bilgiler ele geçti ve çoğu sivil görünümlü ya da gerçekten sivil olan bu insanların can güvenlikleri kalmadı, deşifre oldular. Akabinde, biliyorsunuz, metropollere bombalar yığıldı, bölge tamamıyla teröristlerin kontrolüne geçti.
Diğer tarafa gelince, Rus uçağını düşürenlerin ordu içindeki pro-Nato bir klik olduğuna daha önce defaatle değinmiştim, bir örneğine burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz. Rusya ve Çin'le hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler geliştiren, Ukrayna meselesinde Türkiye'nin, Kırım'ın ve Nato'nun menfaatleri hilafına, sırf kendi saltanatını güçlendirmek uğruna, Rusya lehine ambargo delen AKPlilerin Rus uçağı düşüreceğine inanamayız, hele ki AKP havzasındaki çoğu iş adamı buralarda ihale kovalarken. Ordu içindeki klik bu inisiyatifi alarak Türkiye'yi tekrar Nato kalkanının içine sokmaya çalıştı ama Tayyip Erdoğan'ın kendi prestijsizliği, güvenilmez imajı bunun anlamlı hale gelmesine engel oldu. Yine de, İsrail'le ilişkilerimizin tekrar normalleşmesi doğanın gereğidir diyebiliriz. Tayyip Erdoğan şu an "iki arada bir derede"dir, arzusu hilafına uçak düşürüldü ve Rusya'yı kaybetti, Nato'da hiç sevilmiyor ve şu an yaslanabileceği hiçbir yer yok.
Fakat bu durum da eşit derecede tehlikeli, yani bir kliğin devlet başkanının arzusu hilafına uçak düşürebilmesi. Türkiye, iki küresel güç arasında bu kadar bayağı, Afrika ülkelerinden beter bir manzarada gerçekleşen çekişmede ezilen çimen olmamalıydı.
Devlet yönetimindeki kaht-ı rical ve beceriksizlik, en çok PYD meselesinde ortaya çıkıyor. En doğru diplomasiyi, Türkiye'nin yürütmesi gereken stratejiyi PYD yürütüyor demiştim. Arkasında, muhtemelen Kürtler'in aklı olmayan, profesyonel bir akıl var da o yüzden, buraya tıklayarak okuyabilirsiniz. Peki, devlet ne yapıyor?
Yine açıklamayacağım bir kaynağa göre devlet uyuyor, çok saçma saplantıların peşinde, işi ciddi, stratejik ve profesyonelce ele almanın çok uzağında. Bu beni müthiş bir karamsarlığa itiyor, zira Türkiye Suriye olma yolundadır.
Yapılması gereken, özellikle yurtdışı nezdinde ciddi bir propaganda çalışmasıdır. Fakat bu çalışma, Sabah, Yeni Şafak gibi pespaye gazetelerin İngilizce versiyonları ile olmaz. İş bilen, dış dünyayı tanıyan, dil bilen Türk milliyetçilerine çok iş düşüyor. Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda bir kamuoyu oluşturma faaliyeti hayati önemi haizdir ve bunu devlet yerine getiremiyor. 70li yıllarda komünizmle mücadele etmeyi başaramayan devlet yüzünden, iş başa düşmüş, milliyetçiler mücadele etmişti. Devir, milliyetçilerin yurtdışı iletişim ve propaganda faaliyetlerimizi yürütmek zorunda olduğu devirdir.
Yoksa sonumuzu üç buçuk Kürt çapulcusu getirecek. İslamcılar elinden bu kadar zelil olmamıza katlanamıyorum, siz de katlanmayın. Harekete geçin, üçe beşe, aza çoğa bakmayın. Varoluşumuza bir tehdit yöneldi, devlet bu tehdidi anlamaktan bile acizken bununla başa çıkabilecek bir durumda değil. Şu sıralar tek şansımız, daha evvel bir yazımda anlattığım gibi, petrol fiyatlarının düşük olması, yoksa bizi müthiş bir ekonomik darboğaz da bekliyor öte yandan.
Yazımı bitirirken, boğazımda bir yıldır düğüm olan, her anışımda gözlerimi yaşartan şehit Fırat Çakıroğlu'nu katlediliş yıldönümünde anıyorum. O bizim remzimiz, bayrağımızdır, yürütülmesi gerektiğini söylediğim mücadeleyi, biraz da Fırat'ın kanı hakkı için yürütünüz, zira kaybedersek Fırat ilelebet boşuna ölmüş olacak ve gittiği yerde bizi lanetleyecek.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar (1)