Savaş tarihi ilgi çekicidir, hatta yer yer eğlencelidir. Üstelik gündelik hayata dair de derslerle doludur: Elbette yaşam bir savaş değil, alabildiğine karmaşık olan savaşın kendisinden dahi daha girifttir en basit insanın yaşamı. Fakat strateji, yöntem, usul ve keşifler gündelik hayata da ışık tutar.
Üstelik savaş tarihi evrimi gözlemleyebileceğimiz, "şey"lerin yüzyıllar içinde neden, nasıl ve ne için geliştiğini, dönüşüp değiştiğini anlayabileceğimiz güzel bir örneklem sahası oluşturur. Ve bu tarihin arkasında, kimi ipuçları sizi bambaşka okumaların içine atıverir. Acaba İngiltere okçuluk yapabilen ve bu sayede derebeyinin zırhlı atlarını tehdit edebilen köylülere sahip olduğu için mi -görece- erken dönemlerde özgürleşmiştir? Jean Paul Roux'nun dediğine bakarsak, acaba Osmanlı'nın Türk tarihindeki en önemli başarısı, atsız ordular kurmayı başarabilmesi, bunun sosyal, lojistik, ekonomik ve anlayışsal altyapısını oluşturmasında mı yatar? Anadolu'daki Türk kültürünün farklılaşması, o dönemin teknolojisiyle Anadolu'da beslenebilecek at sayısıyla ilintili midir?
Sosyal bilimlerde çoğu zaman çok keskin tespitler yapamayız. Fakat kuvvetle ikna edici bir takım işaretler bulabiliriz. Yukarıda sorduğum soruların cevabını bilmiyorum, ama Ortaçağ savaş anlayışının modern öncesi "Dünya Savaşları" çağını nasıl etkilediğine dair bir iki laf edeceğim.
Öncelikle ana hatlarıyla Ortaçağ Avrupası savaşını ele alalım. Biraz savruk olsa da, yeri geldikçe neyin neye evrildiğini anlatmaya çalışacağım.
Ortaçağ avrupası'nın savaş tarihini, atlı sınıf derinden etkilemiştir. Feodalizmin ideal ülkesi olarak alabileceğimiz Fransa'da herhangi bir derebeyinin farazi bir savaşındaki ordu dizilimi ve birimlerin kullanılmasını inceleyerek savaş taktikleri hakkında bir bilgi sahibi olalım:
Atlı tataryayı kullancıları (mounted crossbowmen), keşif, muhabere ve ikmalden sorumluydular. Bu sınıf İngilizler'de atlı okçular olarak görülür. Ancak, bu atlı okçular Turan kavimleri gibi at üstünde okla savaşmıyorlardı, hızlı hareket için atlarını kullanıyorlar, savaş zamanı yayan olarak savaşıyorlardı; Ki uzun İngiliz yayları (longbow) at üstünde kullanılamaz. Horse archer ile mounted archer farklı birimler için kullanılır, burada bahsedilen ikincisi, "mounted archer". Ordunun belkemiğini, eğer seferberlik gerektiren bir durum varsa (büyük çaplı bir savaş, vs. gibi) mızrak kullanan köylüler oluştururdu. Az eğitim almış ya da eğitim almamış bu köylüler, savaşta feda edilen birliklerdi, atlılar ya da eğitimli askerler gidişatı değiştirene dek. Seferberlik durumu olmayan (ki savaşların geneli seferberlik olmayan, lordlar arası küçük savaşlardır.) savaşlarda ise, ordunun bel kemiğini savaş beyleri tarafından beylere kiralanmış paralı askerler (Genelde kılıç kullanırlardı. Zira mızrak kullanmak eğitim istemez, kılıç kullanmaksa, hele yanaşık düzen savaşan bir piyade sınıfı için, mutlaka eğitim ister. Yanındakini doğramadan, çevresiyle etkileşimli ve uyumlu kılıç kullanması beklenen bir asker mutlaka eğitimli olmalıdır. Paralı askerler geçimlerini bu işle sağladıklarından, disiplinsiz ya da çıkarcı olsalar da, eğitimliydiler) ve geleneksel olarak en az kırk gün boyunca vassalı olduğu beye hizmetle yükümlü daha düşük rütbeli beyler ve onların genellikle atlı maiyeti oluştururdu. Her iki durumda da, belkemiği dediğimiz bu sınıf karşı taraftaki eşdeğeriyle savaşa tutuşur, kendi tarafının atlılarının gidişatı değiştirmesini beklerdi. Okçuluk gibi uzun (yaklaşık 6-7 sene) süren bir eğitim gerektirmeyen tataryayı(arbalet, crossbow) kullanıcıları, özellikle savunmalarda düşman hücumunun ilk saflarına kayıp verdirmek için kullanılırdı. Saldırılarda eğer sayı olarak üstünlük yoksa, tataryayı kullanıcılarını kullanmak mantıksızdı, zira bir tataryayı atıştan sonra yaklaşık 1 ile 5 dakika arasında bir zamanda tekrar atışa hazır hale gelir, bu esnada saldıranlar açık hedef haline gelirlerdi. Saflar savaşa tutuştuğunda, atlı birlikler (lordlar, lordların atlı askerleri ve şövalyeler) arazi şartlarının elverdiği cenahtan (zira etkin bir atlı hücumu için düz bir zemin gereklidir) düşmana saldırır ve bir tarafın düzeni bozulana kadar savaş devam ederdi. O dönemde telsiz vs. gibi haberleşme araçları olmadığı için haberleşme çok zordu, savaşa tutuşmuş birliklerin başka yöne aktarılması gibi manevralar çok zahmetliydi. Bunu sağlamak için, borazan komutları ve bayraklar kullanıldı. Yine de, bir kez sıcak temas sağlandığında iki taraftan biri yüksek kayıp yüzünden dağılana kadar fazla manevra yapılmaksızın savaş devam ederdi. Yine aynı düşük manevra kabiliyeti yüzünden, çok karmaşık ve kademeli taktikler kullanılamıyordu. En önemli taktik, saldıran tarafın yokuş aşağı saldırma fırsatı araması, savunan tarafın tepe gibi yüksek mevzileri tutup hücumu yokuş yukarı karşılamak eğilimiydi. Genelde, savunan taraflar kendi evinde olduğu için, saldırganın yemek kaynaklarının sınırlı olması, zehirlenmiş kuyular, saldırgan taraftaki askerlerin uzun süre saldırı olmazsa moral bozukluğuyla firar etme ihtimalleri gibi sebepler sayesinde, uzun süre saldırganı peşinden koşturup, hakim bir tepede mevzilenip, saldırganı kendisine orada saldırmaya mecbur etme taktiğini izlerdi. Chevauchée denen düşman ülkesini mahvetme taktiği sıkça uygulanırdı.
Burada İngiltere'ye bir paragraf açmak lazım. Zira İngiltere, uzun yay(longbow) kullanımı ile, modern tüfek piyadesinin atasını oluşturan okçu sınıfını oluşturmuştu. Uzun menzili, zırhı delebilen gücü ile İngiliz okçusu, Ortaçağ Avrupası'nda, özellikle Fransa'da, bir çok beklenmeyen zaferin yaratıcısı olmuştur. İngiltere'nin şansı, bütün İngiliz Adası'nda, okçuluğun halk arasında askerlik amacıyla olsun ya da olmasın, yaygın olmasıydı, bu yüzden derebeyleri talim yaptırmak zorunda kalmıyor, askere aldığı adam zaten okçuluk yetenekleriyle geliyordu. Benzer avantaj, çocukların neredeyse doğar doğmaz at sürmeyi öğrendiği Turan kavimlerinde de görülür. İngilizler, savunması zayıf okçuların bir atlı saldırısına hedef olmaması için, genelde bataklık, fundalık ya da tepe gibi alanlarda savaşmayı yeğliyorlardı. Bu savaş taktiğinin ne kadar etkin olduğu, sadece Crecy Savaşı'na bakılarak anlaşılabilir. Bu savaşta ağır zırhlı Fransız şövalyeleri, düzenleri bozulduğu ve tepe yukarı saldırdıkları için ağır kayıplar vermişti. Yaklaşık 4000 "Fransa'nın solan çiçeği"ne karşılık İngiliz kayıpları yaklaşık 80 adettir.
Pekala sonra ne oldu? Crossbow, yani tataryayı (kurmalı yay), bir fikri doğurmuştu: Az bir talimle öğrenilebilen, bir köylüyü öldürücü bir askere dönüştüren bir silah. Bu sosyal düzeni sarsıyordu: Bu yüzden papalık defalarca tataryayının kullanılmasını engellemeye çalışmıştı. Beş dakikalık talim ile, on yıllar boyunca talim yapmış bir şövalyeyi öldürebilen köylü!
Ateşli silahların yaygınlaşması, bilindiği gibi, önce "top" şeklinde oldu. Herkesin bildiği gibi, toplar kalelerin ele geçmezliğini sarsıp, feodalizmin sonunu getirdiler, ayrıca meydan savaşlarında kullanıldılar. İlk toplar, meydan savaşlarında düşman atlısını korkutmaktan başka bir işe yaramıyordu desek yeridir. Ancak ilerki çağlarda topçu müstakil bir sınıf haline geldi, halen de öyledir.
Crossbow'un yerini daha etkin silahlar olan ateşli silahların almasıyla, yeni kavramlar savaş tarihine girdi. Topların elde kullanılacak kadar küçük versiyonları olan ilk tüfeklerden sonra, daha kullanışlı tüfekler gelişti, ve savaş tarihi tamamen değişti. Bildiğim kadarıyla, bir mevzi kazıp ilk defa siper savaşı veren komutan Gazi Osman Paşa'dır, ki Plevne savunmasının başarısının sırrı budur. İlk ateşli silah savaşlarında, tüfekçi piyadeler yanaşık düzen karşılıklı dizilir, topçu desteği ile karşılıklı birbirlerine ateş ederlerdi. Süngü (sanırım Fransız icadıdır)nün geliştirilmesi ile, bir kaç salvo atışından sonra (zira tüfeklerin doldurulması zahmetliydi) süngü savaşı verilmeye başlandı. Atlı sınıf, misalen Aztec İmparatorluğu'na karşı ispanyolların kullandığı atlı tüfekçiler gibi, ateşli silahlarla tanıştı. Ardından atlı-tüfekli askerlerin kullanımı yaygınlaştı, ancak atların ateşli silahlarla verilen savaştaki elverişsizliğinden ötürü, özellikle 17-19. yüzyıllar arası savaş alanının kralı, piyadedir. (Bu atlı bahsine uzunca yer vereceğim.)
Bundan başka, keşif görevlerinde de kullanılan hafif atlıların bu dönemde bozulan düşmanı dağıtmak için kullanıldığını görüyoruz. (İsveç ordusunda, mesela. Meşhur Fin süvarileri Hakkapeliitat'ı da analım. "Hakkaa päälle" yani "hepsini kesin" gibi bir savaş narası attıklarından bu isimle anılır olmuşlar.) Bu atlılar da, düşmanla karşılaşmadan önce, pistol denilen tek atımlık (dolduramadıkları için tek atımlık) tabancalarla düşmana salvo atarlar, ardından kılıç saldırısına girişirlerdi. Memluk kılıcının evrilmiş hali olan ve bugünlerde törensel bir anlam taşıyan süvari kılıcı sabre, bu dönemde gelişti.
Bu dönem savaşları, bir geçiş süreci olduğundan, hakiki manada katliam görüntüsü arzeden savaşlardır. Sayı bu savaşlarda çok önemliydi, savunan tarafın siperleri çok muhkem değilse, sayısı üstün olanın savaşı kazanması kaçınılmazdı. Human wave, "insan dalgası" taktiği, bu dönemde önem kazanmıştır. Çanakkale'de bizi başarılı kılan çoğunlukla bu taktikti. Japonlar da II. Dünya Savaşı'nda çok sık kullandılar.
Tataryayı okçuları ve İngiliz okçular, tüfekli piyadeye evrildi. Atıyla intikal edip yaya savaşan okçu sınıfı, motorize piyadeye.
Gelelim atlılara. Peki onlar?
Ortaçağ ve öncesinde, atlılar 3 şekilde kullanılmış:
1. Keşif-muhabere-ikmal
2. Ağır atlılar (manevra kaabiliyeti düşük ancak ezici bir güce sahip)
3. Hafif atlılar
1. sınıftaki atlı kullanımı atlıyı bir muharip sınıf olarak görmez, onu geçelim. Ki, varlığını 2. dünya savaşı'na kadar etkin bir şekilde devam ettirmiştir. Meşhur "Polonyalı hafif süvariler tanklara kargı hücumu yaptılar" efsanesi gerçek değil, ama atlı birliklerin kullanıldığı gerçektir.
2. Sınıf kullanım ise Ortaçağ Avrupa'sında yaygın görülür. Ağır zırhlarla donanmış süvariler, hatta atlarını da örgü zırhlarla donatarak, düşman üzerine (Fransızların
conroi dedikleri) birlikler halinde,
lance tabir edilen uzun mızraklarını yanaşık düzende aynı anda kullanarak saldırıyorlardı. Atlar ve adamlar zırhlı olduğu için herhangi bir piyade birliğinin karşılarında durması ihtimali imkansıza yakındı. Ki,
lance tabir edilen uzun mızraklar atın hızı ve süvarinin savurma gücüyle yerinde duran herhangi bir insanoğlunun verebileceğinden çok daha yüksek bir güçle rakibe çarpıyordu. Zaten bu silahlar genelde tek kullanımlıktı, saplandıktan sonra çıkarılması imkansızdı.
Conroiların yanaşık düzen
lance hücumundan sonra safları dağılan düşmanın kalanının temizlenmesi çekilen kılıçlara kalıyordu. Bir avuç süvari koca bir piyade ordusunu devirebilirdi, merkezi Avrupa'da köylülerin kolay kolay derebeylerine isyan edememesi bundandır.
Şunu not edelim ki,
Bayeux Tapestry'de
Norman atlılarını görüyoruz. Bu atlılar, mızraklarını "savurarak" kullanıyorlardı. Yani dürtme hareketi yapıyorlardı; mızrakları da lance kadar uzun değildi. Bu ağır atlıların en büyük kudrete ulaştığı zaman dilimi, "
couched lance" denen, koltuk altına sıkıştırılarak dümdüz durması sağlanıp atın momentumunu kullanan yöntem yaygınlaştığında karşımıza çıkar.
Bu atlı taktiğine karşı, bilinen iki etkin savunma bulunmuştu Avrupa'da (ardından ateşli silahlar gelecek, onlar zaten atlıların keşif ve bozulan düşmanı kovalama görevine düşürülmesine sebep oldular), bu iki yöntem, pike tabir edilen uzun mızraklar kullanan piyadelerle lance hücumunu daha uzun, atta taşınamayacak kadar uzun mızraklarla durdurma yöntemi ve okçuluktu. (Ki İngiltere belki bu yüzden lordlarına isyan edebilen köylüler hikayelerine evsahipliği yapar. Zira iskoçlar uzun pike silahlarını, İngiltere'nin neredeyse tamamı longbow tabir edilen -bu tabir 18. yy'da icad edildi, onlar sadece bow diyorlardı- silahları kullanabilen köylülere sahipti. ) Crecy savaşında, Agincourt savaşında, 100 yıl savaşlarının irili ufaklı bir çok harbinde üstün Fransız kuvvetlerini yenen İngilizler, bunu oklar için büyük bir hedef oluşturan ve hantal kalan süvarilerin zırhı delebilen longbow oklarına dayanamamasına borçludurlar. Crossbow denilen kurmalı yaylar yaygınlaşınca, ağır süvarilerin önemi git gide azaldı, zira kurmalı yaylar zor kurulsa da, güçlü ve ölümcüllerdi; ve herhangi bir köylü bir günde kurmalı yay ustası olabiliyor, bir atışla yılların eğitimini almış ağır süvariyi indirebiliyordu.
3. sınıf atlı kullanımı, Türklerin, Moğolların, Macarların ve çeşitli doğulu ulusların kullandığı atlı savaş taktiğiydi. Atlılar bir kere "çok amaçlı" idi, zırh taşımadığı için hafif olan her atlı bir mızrak, kılıç, okluk ve yay taşıyabiliyordu. Okçu piyadeler bu atlılara karşı etkisizdi zira ok menzilini çabucak geçebiliyorlar, at sürerken ok atabiliyorlar, manevra yapabiliyorlar ve çevik, kısa bacaklı asya atları sayesinde çamur vb. gibi zemin şartlarından en az şekilde etkileniyorlardı. (Türk atı Ahal Teke'nin çamurun üzerinde sert zemin kadar hızlı koşabildiği söylenir) Vur kaç taktiği yapabildikleri için pike piyadeleri de bu atlılara engel olamıyordu. Eğer, Anadolu ve Balkanlar Türklerin milyonlarca atı (genelde sahip oldukları nüfusun iki katı) besleyebilecekleri kadar geniş ve verimli düzlüklere sahip olsaydı, bugün Asya ve Avrupa Turan kavimleri tarafından yönetiliyor olurdu. Zira bu taktiğin herhangi bir etkin karşı-savunması yoktur.
Atlı sınıf, gelişen teknolojiyle zırhlı sınıfa evrilince, kullanım yine bu üç mantığa göre şekillendi. Gamelin gibi öngörüsüz Fransız komutanlar zırhlı birliklerin ancak keşif-muhabere-ikmal ve piyadeye destek görevleri için kullanılabileceğine inanıyorlar, hatta daha çevik olduğu için, zırhlı birlikler yerine atlı birliklere önem veriyorlardı; Gamelin'in Alman bütçesini bir kaç kez katlayan Fransız savunma ödeneğini saçma sapan işlerde çarçur ettiğine tarih şahittir.
Almanya ise, 2. sınıfta bahsettiğimiz atlının görevini dolduracak zırhlılar üretmeye başladı. Ki, mantıklı da bir hareketti ancak, düşük manevra kaabiliyeti arazi şartları uygunsuz olduğunda, piyade desteği yoksa tankları açık ve savunmasız birer hedef haline sokuyordu. Bunu değiştirense, tabii CAS (close air support, yakın hava desteği. Eskiden uçaklarla sağlanırdı, şimdilerde helikopterler bu işlevi üstleniyor diyebiliriz.) Stukalarının da desteğiyle, Heinz Guderian oldu.
Guderian, belki kendisi Asyalı toplumların atlı savaş taktiklerinden esinlenerek bu taktiği geliştirmedi, ancak yaptığı iş büyük bir paralellik arzediyor. Blitzkrieg denen saldırı taktiği, atıyorum Osmanlı akıncılarının ya da bütün Türk devletlerinde görülebilecek ılgar sınıfının taktiğine çok benziyordu. Savunma (zırh) kaabiliyeti düşük, ancak manevra kabiliyeti yüksek ve hareket ederken ateş edebilen, ayrıca sayıca çok olan zırhlı birlikler, piyadelerin arasından şeritler halinde geçiyor, Stukalar düşman mevzilerinin mukavemet noktalarına yakın hava desteği sağlıyor, blitz uygulayan zırhlıların açtığı kanallardan doluşan -çoğunluğu mekanize- piyadeler düşmanı kıskaca alıp yok ediyorlardı. Bu taktik, almanya'nın sayı üstünlüğünü kaybetmesi, daha büyük tanklara yönelmesi ve sanayisinin baltalanması ile işe yaramaz hale geldi. Zira ucuz, zırhı düşük ancak seri üretilebilen, kolay kullanılabilen tanklar üreten Rusya, Almanya'yı "bir senden, bir benden" diyerek sayı üstünlüğüyle sindirerek yendi.
Yani, savaşın kuralları ve mahiyeti pek değişmiyor. Dünün hızlı ve çok amaçlı Asyalı atlısı, Guderian'ın yenilikçi anlayışıyla alman orta ağırlıklı panzerlerden oluşan, salt tanklardan kurulu birliklerine dönüştü. (ilk defa sadece zırhlı birliklerden oluşan kuvvetler kuran ülke, Almanya'dır. atlıyı destek ünitesi olarak görmeyip salt atlılardan oluşan ordular kuran Turanlılar gibi) Pekala Türkler? Kendi eyer yapılarını bile terk ederek "Avrupalı" olacağız diye Avrupalı eyerlerini modernleşme budur diyerek atlarına takıyor, alışkın olmadığından ikide bir attan düşen subaylar askerine dalga malzemesi oluyordu. Anadolu'daki Türk atları, Dadaloğlu'nun "at vermemiz iskanlıktan güç oldu" diye ağıt yaktığı o güzelim yaratıklar ya melezleşip sütçü beygiri oldu, ya İngiliz atına genlerini aktaran atalardan biri.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar