Üye Girişi

Üye Girişi

Divan Edebiyatında Türkler

28 Tem 2016

Eger an turk-i şîrâzî bedest âred dil-i mâ râ
Behâl-i hindûyeş bahşem semergand u buhârâ râ

Hafız'ın bu dizeleri meşhurdur. Mealen, "O Şirazlı Türk, gönlümün dileğini verirse, onun o kara benine Semerkand ve Buhara'yı bağışlarım" anlamına geliyormuş. Buradaki Türk, bir etnonym olarak değil, bir mazmun olarak kullanılıyor ki, millet adı olarak kullanılmasından daha güzeldir. Fars muhayyilesinde Türk, "güzel", "sevgili" ile eş anlamlı kullanılmaya başlanıp böyle bir mazmun olmuş, örneklerini Cahiz'de görmek mümkündür. Genelde Türk'ün kan dökücülüğüne de gönderme yapılarak, sevgilinin kirpiklerinin Türk'ün kılıcı gibi kan döktüğünden dem vurulur. 

Bir nicedir kafamda dönüp duran şahane bir hiciv kıtasının unuttuğum ilk mısraını arıyordum. Hala bulamadım, hatta kıtayı buraya koyayım, belki bir okur hatırlar, söyler:

"...
Açtır köpek, ister ki yemek sohbeti olsun
Tutayım hicv okuna saplayayım ben ânı
Tek şişte bulunsun da ko hınzır eti olsun."

Hafızam beni yanıltmıyorsa Vehbi ile atışmaları ve tarih düşürmedeki ustalığı ile meşhur Süruri'ye ait. Her ne ise; bu kıtanın ilk mısraını ararken, okumuş olabileceğim bütün kaynakları taradım. Bana Hasibe Mazıoğlu'dan sonra (nur içinde uyusun) divan edebiyatını sevdiren ikinci isim olan Agah Sırrı Levend'in hacimli eseri Divan Edebiyatı'nı açtım. Gezinirken, mefhumları, mazmunları derleyen o üstadın Türk ile ilgili mazmunlara da yer verdiğini, hatta eğlenceli örnekler sunduğunu gördüm. Vaktiyle benzer bir çalışmayı, Nesimi Divanı için ben yapmıştım. Hepsini birleştirerek, menfi-müspet yönleri ile Türk, divan edebiyatında nasıl yer alıyor, okuyucularımla paylaşmak istedim. Batı Edebiyatı'nda Türkler yazımın bir nevi devamıdır bu. Derlemelerin çoğu Levend'in kitabından, bir kısmı benim şahsi dağarcığımdan.

İlki, en çok güldüğüm, Muradname'den aktarılmış:

İşit Türk'ü dahi beyan ideyim
Hüner aybı ne var ayan ideyim

Bularda rütubet taravet olur 
Zarafet yüzünden letafet olur

Güzelleri gayetle mahbubdur
Kim olursa mahbub gibi hubdur

Aybları oldur ki hatırda künd
Olurlar dahi mest olunca tünd

Dahi key tekebbür ideğen olur
Tazallüm tecebbür ideğen olur

Bininde biri olmaz insaflı
Evet çok olurlar bular laflı

Hünerleri oldu ki bunlar şüca
Olurlar irişti buna ıttıla

Çoğu yeri anlaşılır olduğundan birebir günümüz Türkçesine aktarmayacağım. Özetle, Türkler güzel olur, iyi olur ama kafayı çekince acımasız, zalim, gaddar olurlar, kendileriyle çok övünürler ve yiğit olmakla bilinirler diyor. 

İçki içen Türk'ü, en güzel Necati bey anlatmış ama. Necati Bey'i en sevdiğim şairler arasına koymama vesile olan beyitti, ilk okuduğumda:

Ey serv-i naz gamzeye öğretme gözlerin
Zinhar verme mest olıcak Türkman'e tığ

"Ey nazlı, uzun boylu güzel. Gözlerini işveli bakışa alıştırma, Türkmen sarhoş olduğunda eline bir de kılıç verme/verilmez."

E buradan bizimkilerin dinle alakasına gidelim. Fakiri ne diyor:

Nedir bildin mi sen alemde Türk'ü
Ola eğninde kürkü başta börkü
Ne mezheb bile ne din ü diyanet
Yumaz yüzün ne abdest ü taharet


Türk, menfi kullanımlarda "kırsal adamı" olarak kullanılmış. Yani bu alaycı, aşağılayıcı sözlerdeki Türk, Türk köylüsüdür, çarıklı Türkmen'dir. Osmanlı'nın astığı, kestiği, kuyulara doldurduğu Türkmen'i şöyle anlatmış Atai:

Serfiraz itmese ilmin tacı
Türk'ün asılmak olur miracı

Türk, ancak asıldığı zaman yükselir, yüceye ulaşır diyor. Öyle midir? Konudan biraz sapalım, yıllar sonra Rüstem Behrudi ne diyor darağacı bahsinde:

...
Kırgızam, Özbekem, Kazak, Türkmenem
Başkırdam, Kerkükem, ele görk menem
Senin gözlediyin gerib Türk menem
Salam darağacı! Eleyküm salam!

Gabul et növbeti gurbanın menem
Menim canım sende, bil canın menem
Ele gurrelenme... Her yanın menem!
Salam darağacı! Eleyküm salam!

Bizimkilerin "ayran" düşkünlüğü de defaatle işleniyor. En sevdiğim şu oldu, Fazıl'dan:

Meşrebince hareket kıldı felek Etrak'in
Gitse ta mülket-i İran'a da ayranı bulur

Bir Türk uruğu olan Tatarlar da divan edebiyatında bolca işlenir. Tatar, aynı zamanda "atlı ulak" manasındadır, örneğin meşhur "İstanbul'dan gelen Tatar" türküsü, bir Tatar'dan değil, atlı ulaktan bahseder. Bunun yanında, Tatar ülkesindeki bir geyikten elde edilen misk kokusu sebebiyle, Tatar rüzgarı, Tatar ülkesi hep güzel koku ile alakalı mazmunlar olarak kullanılmıştır. 

Bu ne halettir ey Türk-i perî-zâd?
Gamından bulmadım bir lahza âzâd.

diyen Nesimi'nin divanında hem Türk, hem Tatar bolca karşımıza çıkar. 

Aynın hatâsız ey bût-i Çîn döktü kanımı
Türk-i Hatâdır, aslına varır, hatâsı yok

"Ey Çinli put(put gibi güzel, Çin tanrıçası) gözünün aksi kanımı döktü / O Hatâ (Kıtay) Türk'üdür, aslına benzer (kan dökücüdür) hatası yok." Çekik gözlü bir kadını anlatmak için bût-i Çîn terkibi kullanılmış. Hatâ ülkesi de, o zamanlar Kıtayların hakim olduğu, günümüz Moğolistan bozkırına tekabül eden, Orta Asya bozkırıdır. Hata kelimesi her iki anlamıyla kullanılarak sanat yapılmıştır. Benzer bir kullanım: 

Müşgîn saçın sevâdına müşg-i Hatâ direm
Müşg-i Hatâ ne nesnedir, ânı hatâ direm.

"Misk kokulu saçının karanlığına Hatâ(Kıtay) miski derim / Hatâ miski de neymiş! Bunu demem bir hatadır." Hem ulak anlamını, hem güzel koku anlamını kullanan enfes bir beyti var yine Nesimi'nin: 

"Ey subh-dem yeli ne öğersen tatârını?
Müşgin saçında gör ki ne tâtâra düşmüşem."

"Ey sabah vaktinin yeli. Misk kokusunu getiren Tatarını ne översin? Sevgilimin saçında benim seninkinden daha üstün bir Tatarım vardır." Nesimi, Türklerden korkulmasından da dem vuruyor:

Arabnun nutku bağlandı dilinden
Diyen kimdir seni ki Türkmânsen?

"Korkudan arabın dili tutuldu, senin Türkmen olduğunu ona söyleyen kimdir?" Bu aklıma, Hatayi'nin "Yetdükçe tükenür Arabun kuy u meskeni / Bağdat içinde her nice Türkman kopar / Şirvan halayiki kamu Tebriz'e taşına / Mülk-i Acem sorar ki, kıyamet kaçan kopar?" dizelerini getiriyor.

 Nesimi, hem Türk'ü, hem Tatar'ı, iyi ve kötü yönleriyle birlikte kullanmış:

Gönül yağma kılanımdır, beni derde salanımdır
Yine dermân olanımdır, dahi Türk ü Tâtâr'ımdır.

"Gönül ülkemi yağma edendir, beni derde salandır, sonra yine derman olandır, benim Türkümdür, Tatarımdır." Türklerin İran ülkesini önce feth, sonra imar etmesine bir gönderme yapıyor.

Dini görüşleri nedeniyle ülkesinden çıkan Nesimi, bir süreliğine bir Kürt beyine sığınır. Bu macerasını şöyle anlatır:

Geldi Hak'tan müjdeci bir günde dörd
Kim bize Beğ virdi bir günlük yoğurd
Ol dahi yarısı su, yarısı durd
Bahşişi Türk'ün mü yeğdir, yoksa kürd?

Türkçe, zor bir dil, Farsça'ya nazaran "lirik" sözler söylemenin bayağı çetin olduğu bir dil olarak çok anlatılır. En meşhuru Fuzuli'den:

Ol sebebden Fârsî lafz ile çoktur nazm kim
Nazm-ı nâzük Türk lafzıyla igen düşvâr olur
Lehce-i Türkî kabûl-i nazm ü terkîb itmeyip
Ekser-i elfâzı nâ-merbût u nâ-hemvâr olur 
Bende tevfîk olsa bu düşvârı âsân eylerim
Nev-bahâr olgaç dikenden berg-i gül izhâr olur

"O yüzden Farsça yazılmış şiir çoktur ki, nazik şiir söylemek Türkçe bayağı zorlu olur. Türk lehçesi nazmı ve terkibi (divan usulünü) kabul etmez, sözlerin ekserisi birbiriyle alakasız ve kafiyesiz olur. Bende başarı hasıl olursa, bu zorluğu kolaylaştırırım, nasıl ilkbahar geldiğinde kuru dikenden gül yaprağı yeşerirse." Şair, kendini övmek için Türkçe'ye vermiş veriştirmiş ama canı sağ olsun. Zira biz Ali Şir Nevai'yi de biliyoruz; kendisi Türkçe'yi Farsça'dan üstün görmüştür. 

Farsça yazan ancak Türk olan Nizami de,

Peder mer peder mera Tork bud
Der niru her yek yeki gorg bud 

Yani "benim atalarım hepsi Türk idi / Her biri birer kurt idi" der ve ağıt yakar:

Torki sefete vefaye ma nist
Torkane sohen sezaye ma nist

"Türkçe bize vefanın adı değil / Türkçe sözler bize reva değil".

Yorulduğum yerde kesecektim, burada keseyim. Şüphesiz ciltler dolusu malzeme çıkacak bir tarama yapılabilir. Türklerin Osmanlı'daki konumuna dair görüşlerim, bir başka yazının konusu olsun. Sadece şunu söyleyeyim ki, Dutch ya da Deutsch "sıradan halkın dili" anlamına gelir, bugünkü Flemenkçe ve Almanca'nın kendi dillerindeki adları. Vaktiyle Latince'yi daha üstün gören yöneticiler, böyle ad takmışlar. Fakat Almanca ya da Flemenkçe'nin yüksek kültür dili olması, Türkçe'den daha sonradır. Kaldı ki, Türkçe'nin sorunu, doğduğu coğrafyadan çok uzak bir toprakta "yeni gelen" olarak tutunmaya çalışmasıydı, Orhun Abideleri ile övünüyoruz ki yüzyıllar önce Türkçe'nin bir yüksek kültür dili olduğunu ispatlıyor. Demem odur ki, bu tarz tarihsel motifler üzerinden Osmanlı Türkçü de olmaz, Türk düşmanı da.

Siz yine de, vasiyetimdir, mezarıma Dede Korkut'taki ifade ile, "Oğuz'un arsızı, Türkmen'in delisi" yazın.


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

1001 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs