Gittiğim kahvede alışkanlıklar "gözümün önünde" değişti. Benim gitmeye yeni başladığım zamanlar, kahvede batak oynanıyordu. Yalnızca bir ya da iki abimiz batak bilmiyordu. Bir gün, onlardan biri "101 oynasak ya" dedi. 101 oynandı. Ertesi gün, ertesi gün derken, artık "asıl oyun" 101 olmuştu. Batak yalnızca arada sırada oynanır oldu. İki kişinin batak bilmemesi, bütün kahvenin 101 oynamasına neden olmuştu. Zira o iki kişi azınlıkta olsalar da kahve müdavimlerini tanıyan, her biriyle ilişkisi olan insanlardı. Dörtlü masa kurulacağı zaman onlar da yer alıyorlardı, onları dahil edecek tek yöntem 101 oynamaktı. 101'i herkes biliyordu zira!
Daha sonra Nassim Nicholas Taleb'in kitap ve yazılarıyla tanıştım. (Tanıştıran Mehmet Emin Sezgin'e buradan selam edeyim.) O da bir yazısında benzer bir fenomeni ele alıyordu: En Tahammülsüz Kazanır: Azınlığın Tahakkümü.
Taleb'in tespiti mantıklı ve gündelik hayatımızda sürekli şahit olduğumuz ama fark etmediğimiz manzaralar içeriyor: (Amerika'da) bütün restoranlarda koşer (ya da helal) gıda servisi yapılıyor. Yahut okullarda yer fıstığı verilmiyor, zira bazı çocukların yer fıstığı alerjisi var. Arkasındaki mantık basit: Yahudiler koşer olmayan bir gıda yiyemez ama diğerleri koşer gıda yiyebilir. Yahudilerin nisbeten çok çok az bir nüfusa denk gelmeleri de önemli değil, büyük maliyet gerektirmeden, Yahudileri dışlamayan bir menü ortaya koymak mümkün.
Taleb daha da ileri gidiyor. Diyor ki, bu azınlıkların tahakkümüdür. Uzlaşmaz azınlık varsa ve onlar bir eşik değerinin üzerinde bir nüfusu temsil ediyorlarsa, onları kapsamak için çoğunluktan taviz veriyoruz. Daha doğrusu, o uzlaşmaz azınlığı kapsamak için kararlarımızı onların uzlaşmaz oldukları talep ya da özelliği göz önünde bulundurarak veriyoruz. Daha da önemli bir tespiti şu: Azınlığın tahakkümü, azınlık bir gettoda yaşıyorsa geçerli olmuyor. Genel nüfus içinde aşağı yukarı homojen dağılım varsa geçerli oluyor.
Taleb'e biraz ara verip, Kürt meselesine dönelim. Evvela, Aliağa Vahid'in ölümsüz şiiri düşüyor aklıma:
"Evvelinden salan olsaydı eğer başe bizi
Cehlimiz salmaz idi bunca dağa daşe bizi
Azacıq ilmimiz olsaydı eğer asra göre
Boyun eydirmez idi qonşuya yoldaşe bizi
Ne hüner var, ne biliyimiz, ne de ki dövlet u mal
İte atsan da yemez, hiss elemez laşe bizi
Şübhesizdi tüpürer suret-i iqbarımıza
Gösteren olsa bu sima ile neqqaşe bizi
Üzü dönsün görüm o ağuya dönmüş çöreyin
Yaxşı mohtac eledi qehbeye, ograşe bizi."
Evet, bu Allahın belası musibet bizi kahpeye, aşifteye muhtaç eylemiştir.
Bugün bütün siyasi partiler, Tayyip Erdoğan'ı göndermek için, Tayyip Erdoğan da iktidarda kalmak için, Kürt oylarının hesabını yapıyor. Üstelik, Tayyip Erdoğan'ın gitmesi için HDP'nin barajı geçmesi gerekiyor. "Uzlaşmaz azınlık" Kürtler, hiç de hak etmedikleri halde, Türkiye'nin tamamının kaderini belirleyici bir işlev üstlenmiş durumdalar.
Bu duruma nasıl geldik? Çözüm süreciyle tabii ki. "Düz ovada siyaset yapsınlar" çağrılarıyla başlayan, Habur'la, Apo'ya kanaat önderi muamelesiyle devam eden bu ihanet süreci, iki şey sağladı: Kürtlerin temsilcisi olarak PKK'yı ve onun uzantılarını görüp, onlara meşruiyet kazandırdı. Kürtleri PKK ve onun siyasal uzantısı, destekçisi HDP çizgisinde konsolide etti. Halihazırda terör meselesinin yanlış yönetilmesi nedeniyle Batı'ya bir Kürt göçü vardı, bu hızlandırıldığı gibi normalleştirildi ve bu Kürtlerin entegre olmalarının önüne geçildi. Bu insanlar "Kürt kimliği"ne sıkı sıkıya bizzat Türk Devleti'ni ele geçirmiş yapı (AKP) tarafından bağlandılar.
İşte bugün, Taleb'in verdiği örneklerde olduğu gibi, ülke çapında bir karar verileceği zaman bütün bir siyaset Kürtlere endeksli gerçekleştiriliyor. Bundan midemin bulandığını söylememe gerek bile yok, ben Türk milliyetçisiyim.
Taleb bu duruma ayrıca "veto etkisi" diyor. Birçok seçenek sözkonusu olduğunda, grubun ortak ve topyekün tercihi, grubun "uzlaşmaz azınlığı"nın veto etmeyeceği seçenek oluyor. Mc Donald's örneği verilmiş: Mc Donald's çok güzel yiyecekler sunmasa da herkes tarafından kötünün iyisi kabul ediliyor. Bu yüzden tartışmalı ya da sıkıntılı durumlarda tercih hep Mc Donald's oluyor.
"İkinci tercih" durumu da sözkonusu. Taleb bu duruma örnek olarak tanıdık bir devleti, Hazarlar'ı örnek vermiş. Taleb'in aktardığı bayağı meşhur rivayete göre, Hazarlar topraklarında Hıristiyan, Müslüman, Şaman bir sürü unsuru idare etmek zorunda kalınca, Hıristiyan ve Müslüman kanaat önderlerine, "Hıristiyanlık/İslam ve Musevilik arasında kalsanız, hangisini tercih ederdiniz" diye sorarlar. Hıristiyanlar Müslüman olmaktansa Musevi olmayı, Müslümanlar da Hıristiyan olmaktansa Musevi olmayı tercih edeceklerini söylerler. Hazarlar da iki tarafı da idare edebilmek için Musevi olurlar. Bu da karşımıza bir dönem pek methedilen Anadolululuk ya da Türkiyelilik olarak çıkıyor.
Şu halde, kök neden Tayyip Erdoğan olduğu için, onu göndereceğimiz senaryoda HDP'nin barajı geçmesi gerekiyor, evet. Bunu kabullenmek lazım. Bunu, "Yaxşı mohtac eledi qehbeye, oğraşe bizi" dizeleriyle kabullenmek lazım.
Peki sonra? Tayyip Erdoğan'ı gönderene dek Akşener ya da İnce, muhalif aday ve partilere tam destek vermek, hassas davranıp partilere menfi yansıyacak hiçbir söyleme girmemek gerekiyor. Zira Tayyip Erdoğan'ın iktidarda olduğu bir senaryoda herhangi bir şekilde yol bulma, ideallerimizi Türkiye'ye hakim kılma şansımız yok.
Fakat sonrası için, Türkiye'nin yeni uzlaşmaz azınlığı Türk milliyetçileri olmalıdır. Ancak böyle Kürtlerin Türk siyasetini engellemesinin önüne geçebiliriz. Vaktiyle bir yazımda (nedense bir yığın salak adam vay efendim Kürtçü bu, vay efendim Ermenici bu diye tepki göstermişti) Türklerin Kürtler karşısında söylem ve müzakere üstünlüğünü ancak "hadi ayrılalım, asıl ben bölünmek istiyorum, İstanbul'a, İzmir'e vizeyle gelin" diyerek elde edebileceğini söylemiştim. Bu tavrı elden bırakmadan, "Türk" cephesindeki partilere artık uzlaşmaz davranmamız gerekiyor. Türk Dünyası'nı mesele etmiyor musun? Sana oy yok. Türkçüler Günü'nün adını değiştirmeye mi kalkıyorsun? Sana oy yok. Sürekli Kürtler ne der hesabı mı yapıyorsun? Sana oy yok. Şu sıralar belki tam anlamıyla bir Türk milliyetçisi söylem beklemiyoruz ama, işte bütün Türkiye'de Göktürk tamgaları bu kadar yaygınlaşmış, Türk milliyetçiliği AKP'nin bile teslim olduğu bir popülerlik elde etmişken bizi hesaba katmak zorundasın!
Bu musibet, bizi akıllandıracaktır. Hazır MHP zincirimizi kırmışken, Türk Milliyetçiliğinin özgürleşmesi, bu seçimin sonucu ne olursa olsun, "bir daha asla" diyerek iyice uzlaşmaz olmasına bağlı görünüyor.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar