Üniversite yıllarında tanıştığım folk/paganfolk/ortaçağ metal ve benzeri müzik tarzları, yalnızca müzik zevkini tatmini çok aşan bir ilgiyle çekiyor beni. Modern insanın bu ikinci rönesansında, tıpkı ilkindeki gibi pagan köklerine dönerek yeni bir ruhani arayış peşinde olduğunu görüyorum. Bu nedenle, örneğin, felsefesinde yalnızca metaforik anlamda olsa bile çoktanrıcılığa değinen Odo Marquard'ın "İlkeselliğe Veda - Çoktanrıcılığa Övgü" kitabı düşünsel seyrimde önemli bir yer tutar. Yeni bir çoktanrıcı fenomen, endüstrileşmiş batıda yayılıyor, dün çok önemsenmiyordu, bugün ilginç bulunuyor ancak, beyaz perdede en süfli ve saçmasapan haliyle bile olsa fantazyaya, mitolojiye göndermeler yapan filmlerin milyonlara erişmesi, her zaman en çok beğenilen filmler olması, bu öngörümü destekler niteliktedir.
Bu fikir jimnastiklerini belki bir kitaba da dönüştürür, folk müziğin bu yeni halinin, Kültür Endüstrisi sonrası bir tuhaf hibritlikle karşımıza çıkan, ancak samimiyetinin sevimliliğini muhafaza eden versiyonunun serüvenini kaleme alırım. Ta Marcus van Langen'le yıllar önce yaptığım söyleşiden bu yana yaptığım söyleşiler de bu amaca hizmet ediyor.
Bu defa, Fiona Rüggeberg'i, daha doğrusu Fiona Rüggeberg-Frewert'i konuk ediyorum. Daha önce Faun'la yollarını ayırmış olan Katja Moslehner ile söyleşi yapmıştım. Fiona ile oldukça memnun kaldığım bir sohbet gerçekleştik, üstelik, Rahmi Oruç Güvenç'in üzerine daha çok düşmem gerektiğini bana fark ettiren bir Alman oldu, bu da kişisel tarihime geçecektir. II. Dünya Savaşı sonrası Almanya'daki tuhaf alerji yüzünden Alman kültürünün yaşadığı kayıpları da ilk defa bir Alman'la konuşabildim. Umarım okuyucu için de faydalı olacaktır.
Fiona Rüggeberg-Frewert ile Folk Müzik Üzerine
MBD: Önce çocukluğunuza inelim. Nasıl bir hayatınız vardı, belki daha sonra yapacağınız müziğe ilham veren olaylar, motifler?
Fiona: Müzikle büyüdüm ben; evimizde babam, amcam ve arkadaşlarıyla sabaha kadar süren müzikli geceler düzenlenirdi. Eski fotoğraflarımda kurduğumuz küçük sahneler ve sandalye sıralarının arasında uyuduğumu görebilirsiniz, müzik ne kadar yüksekse o kadar tatlı uyuyordum. Ben de 4 yaşımda piyano ve flüt çalmaya başladım ve uzun yıllar boyunca kendimi geliştirebilmek için her gün saatlerce pratik yapmaya devam ettim.
MBD: Faun’dan öncesi peki? Başka gruplarla çalıştınız, projelere dahil oldunuz mu?
Fiona: Okulum bittikten sonra Melbourne’da bir dönem müzik eğitimi almak için Avustralya’ya gittim. Orada yaptığım ilk şey de dünyanın en büyük folk festivallerinden birine katılmak oldu; şans eseri müzisyenlerle tanışıp stüdyolarına dahil oldum. Bu sayede kültürlerine ve dünyalarına da dahil olmuş, onları tanımış oldum; tam anlamıyla bir grup oldukları söylenemez, haftalık toplantılara birçok farklı insan geliyor, şarkı söyleyip dans ediyorlardı. Almanya’ya dönüp Faun projesini başlatmadan önce yaptığım en önemli şey buydu. O zamandan beri, Faun dahil olduğum tek proje diyebilirim ve bu normal de, yılda yaklaşık 60 şova katılıp sürekli yeni albümler üzerinde çalıştığımız göz önüne alınınca. Fakat bazen festivallerde başka grupların misafiri olarak sahneye çıktığım da oluyor, mesela İrlandalı dostlarımın kurduğu Shantalla ile. Arada bir farklı şeyler tecrübe etmek her zaman iyidir.
MBD: Yaptığınız müziği tarz/janr olarak nasıl tanımlıyorsunuz peki?
Fiona: Tam anlamıyla, özgün haliyle folk müzik, ağırlıklı olarak Almanya’nın, ama aynı zamanda tüm Avrupa’nın geleneksel ve köklü müzik geleneği üzerine kurulmuş bir tarz. Ortaçağ etkileri de yadsınamaz elbette, özellikle kullandığımız eski metinler ve kadim çalgılar nedeniyle. Müziğimizin bir diğer boyutu da, doğayı anlamanın animistik yöntemiyle ilgili, Hristiyanlık hakim olmadan önce Alman kültüründe var olan motifler. Bugün bu tarza Paganfolk diyorlar, birçok grup kendisini bu müzikle tanımlıyor ve bu Faun’un icat ettiği bir terimdi, zira defalarca aynı soruya maruz kalıyorduk: Yaptığınız müziğin tarzı nedir? Biz de kısaca Pagan Folk dedik.
MBD: Bana öyle geliyor ki, yeni bir Rönesans var. Avrupa, Ortaçağ sonundaki Rönesans gibi köklerini, pagan geçmişini yeniden keşfediyor. Sizce bunun arkasındaki neden nedir?
Fiona: Bence en önemli nedenlerden biri doğanın kendisiyle tekrar bağ oluşturma özlemi; bir bütün organizmanın parçası hissedip doğayla bütünleşmenin vecdine duyulan hasret. Eski Cermenik gün ve ay ziyafetleri, Litha ve Samhain gibi ritüellerle bu duyguyu tatma arayışı. Aynı zamanda bu ortaçağ tablosunda birlikte olmak var, dışarıda, yeşilin içinde olmak, hafta sonlarını doğada bir ateşin başında geçirmek, hikayeler, peri masalları anlatmak var. Birçok insan burada insan ruhunun kadim bilgeliğinin ve etrafını çevreleyen doğa ruhlarının tadına bakıyor; bu her şeyi işleve, işe ve paraya indirgeyen temiz, rasyonel bir dünya görüşünün karşısına dikiliyor.
MBD: Genel olarak folk müzikte iki akım var diyebiliriz: Bazı gruplar şarkıların orijinaline sadık kalırken, hatta orijinal enstrümanlarla çalarken, bazıları modern bileşenler de katıyorlar. Siz hangisini tercih ediyorsunuz?
Fiona: İkisini de seviyorum ve Faun’la çıktığımız etkinliklerde genellikle iki farklı türde konser programı yapıyoruz. Yaz aylarında düzenlenen büyük ve insanların dans edip eğlenmek için kalabalıklar halinde geldiği festivallerde arp, tulum, hurdy-gurdy, modern bateri düzenekleri ve Niel’in çaldığı elektronik aletlerin tamamını dahil eden set sistemimizle çıkıyoruz. Çağımızın çocukları olduğumuzu inkar edemeyiz ve modern enstrümanları da kullanabiliyor olmaktan kendi adıma mutluyum.
Fakat öte yandan, bazen her bir notanın net ve bütün inceliğiyle duyulabildiği, oldukça sıcak bir atmosfere sahip tamamen akustik konserler düzenliyoruz, bundan da haz alıyorum. Dinleyicilerin müziğin oldukça saf ve eski bir formunu dinleyerek kendilerinden geçtiğini, basitlik ve yansıtma motifleriyle örülü bir halet-i ruhiyeye geldiğini görüyorum, müziğin bu hali de çok güzel.
MBD: İlk defa 2011’de dinlemiştim sanırım; Faun “Oyneng Yar” isimli Özbekçe şarkıyı kaydettiğinden beri, benim için oldukça özel bir grup. Ki bu şarkı aynı zamanda Faun’un Türkiye’de belli çevrelerde bayağı tanınmasına da neden oldu. Bu şarkıyla nasıl karşılaştınız? Ayrıca Türkiye’de bir konser planınız var mı?
Fiona: Şarkıyı İstanbul’da ustamız Rahmi Oruç Güvenç’ten eğitim alırken, yıllar önce öğrendim. Öğrendiğimden beri zihnimin bir kenarında çalıp durdu ve bir gün “Hadi şu şarkıya bir Faun versiyonu kaydedelim” dedim. Böylece kaydetmiş olduk ve gördüğü ilgiden de memnunum.
Türkiye’ye bir gün geri dönmek isterim, bir davet de almıştık ama tarihler uymadığı için gelemedik. Umarım önümüzdeki günlerde böyle bir şans yakalarız.
MBD: Ben soracaktım ama siz daha önce davranıp Türkiye’den bahsettiniz. Türkiye’de eğitim aldığınız döneme değinelim. Türkiye’yi nasıl buldunuz?
Fiona: Oldukça sıcak; hem insanları hem de havası. (Gülüyor) Viyana’da doğuya has müzik terapisine dair eğitim alıyordum, zira doğunun müzik terapisi geleneği, müziğin kendisinin tedavi aracı olarak kullanıldığı ve hala devam eden tek yöntem. Bugünün Avrupa akademisinde bu terapi çeşidinde genellikle müzik terapisinin etkileşim boyutu ele alınır, ama ben müziğin kendisinin şifa olduğu diğer bakış açısına daha çok ilgi duydum. Bu yüzden her yıl İstanbul’a, Oruç Güvenç’in çevresindeki Sufi müzisyenlerle tanışıp sohbet etmeye geliyordum. Onların o sevimli ve mütevazı, ama güçlü müzik tarzlarından çok şey öğrenip kendi müziğime de uyguladım.
MBD: Pekala, biraz netameli bir alana gireceğim ama bu konuda yaptığımız kısa sohbetten açık yüreklilikle konuşabileceğiniz sonucuna vardım. Alman kültürel motifleri Naziler tarafından kullanıldı ve bu yüzden Almanya’da bu konular çok hassas, bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Fiona: Faun’la yaptığımız şey, basitçe, eski halk anlatılarını Alman halkıyla yeniden buluşturmak. Bu kadim anlatı ve şarkıların çoğunun kaybolmuş olması acı, ama daha acı olan, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden yapılanan eğitim anlayışının insanların geçmişleriyle olan bu bağını koparması.
Bu tuhaf durum ve ön yargılar yüzünden bir albümümüzün içine “Biz yalnızca kültürümüzü keşfediyoruz, ırkçı değiliz” notu düşmek zorunda kaldık. Kültürümüzü sevmek, tanıtmak, onu anlamaya çalışıp doğamızla ve geçmişimizle yeniden bağ kurmak istememiz, geçmişte bu motifleri kötü insanlar kötücül amaçlar için kullandı diye şüphe yaratabiliyor. Bundan son derece rahatsızım.
Dinleyicilerimizi gözlemlediğimde, ki Gotik giyim kuşamlı gençlerden muhafazakar görünümlü ihtiyarlara uzanan bir kitlemiz var, ne olursa olsun insanların bu tarihsel köklere derin bir hasret duyduğunu görüyorum. Son 20 yılda bu ilgi giderek arttı ve ülkemizin kültürünü etkileyen Kuzey, Cermenik ve Keltik mitoloji her geçen gün daha da popüler oluyor. Ve bizlerin onlara anlattığı hikayeler, aslında geçmiş insanların, insanlıkla yaşıt, psikolojik çözümlemeleri. Ağaçlardaki ruhlar, kuyularda, ırmaklarda yaşayan periler, insanoğlunun ruhundan izler taşıyor…
Sol ya da sağ, Türkiye’de ya da Almanya’da fark etmez, ideolojilerin halk şarkılarını ele geçirip kullanmasının önüne geçeceğiz!
MBD: Pekala, son soru. Modern zamanda yaşayan insanlar neden folk/pagan/ortaçağ müziği dinlemeli?
Fiona: Çünkü radyodaki saçmalıklardan çok daha güzel.
Söyleşi: M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar