Beni uzun zamandır okuyup takip edenler için, Amerikan İç Savaşı'na farklı bir ilgi duyduğum malumdur. Özellikle güneylilerin hikâyesi ilgimi çeker. Esasen siyasi pozisyonum kuzeylilere yakın durmamı gerektirirken, güneylileri daha kahraman, nasıl desem, daha "eski çağ bakiyesi romantik şövalyeler" olarak görürüm. Belki şahsen Avşar olup, "kaybeden isyancı"ların soyundan gelişim bunda etkilidir. Her ne ise, bu yazıyı yazmam ve zihnimde küçük küçük biriken birçok anekdotu, tespiti aktarmam gerekiyordu.
Amerikan İç Savaşı'na dair yazmak benim için zor, zira çok teferruatlı bir konu ve ben maalesef tam bir ruh hastası manyak olduğum için, detayların peşinden çok koşuyorum. Unutulup gitmiş bir marşı kimin yazdığını bulduğumda seviniyor, Amerika'da bile dinleyeni kalmamış o marşları dinleyerek saatler boyu savaş tarihi merakımı tatmin ediyorum. Fakat bir yerden başlamak lazım.
Önce ana hatlarıyla savaşı özetleyeyim. Savaş, Amerika'da kölelik ve eyaletlerin hakları gibi tartışmalar ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle bir grup güneyli eyaletin birlikten (union) ayrılarak bir konfederasyon kurmaları ile başladı. Kuzey daha sanayileşmiş ve piyasa ekonomisinin modern halinin ilk basamaklarını tecrübe eden bir bölge iken, güney daha gelenekçi ve tarıma dayalı bir ekonominin hüküm sürdüğü bir bölge idi. Güney ve Kuzey bu ayrılıktan kısa bir süre sonra savaşa tutuşmuştu. Bir dizi muhabere sonrası, nihayet meşhur Gettsyburg Harekatı gelip çattı ve Güneyliler bizim Sarıkamış harekatına benzer biçimde, kazanırlarsa düşmana karşı müthiş bir avantaj elde etmiş olacaklarken, yenildiler. Nihayetinde Kuzey kazandı ve kölelik Amerika'nın tümünde yasaklandı, eyaletlerin anayasal ayrılma hakkı olmadığı kabul edildi. Bugün hala güney bölgeler siyahlara karşı daha haşin ve daha dindar olmakla bilinirler. Savaşın ekonomik ve siyasi analizinden çok ruhu, romantizmi ve trivial boyutuyla ilgilendiğimden bu kadarla yetineyim, bu yazıda sadece Gettysburg cengine ayrıntılı değineceğimi, Antietam, Bull Run, Battle of Wilderness muhaberelerine maalesef değinmeyeceğimi -Stonewall hariç- belirteyim.
Şurası ilginçtir ki, federal harp akademilerinde birlikte öğrenim gören ve görev yerlerinde birlikte görev yapan subaylar, ait oldukları eyaletlere göre savaşın farklı cephelerinde yer aldılar. Bu durumun en acıklı yansımalarından biri, Güneyli General Lewis Armistead ile Kuzeyli General Winfield S. Hancock'un dostluğudur. Savaşın iki cephesine düşen bu iki asker, ailece görüşen ve birbirlerini çok seven iki askerdir. Ayrıntılarını aşağıda işleyeceğim Gettysburg savaşındaki Pickett hücumu esnasında, General Armistead güneylilerin ümitsiz hücumunun en önündeki komutanken, kaderin bir cilvesi, Hancock da hücumun en sert kısmını karşılayan kıtanın komutanıdır. Armistead, şapkasını kılıcına geçirip askerlerini en önde giderek kahramanca hücuma kaldıran bir komutanken, Hancock ondan geri kalmaz. Atının üzerindedir ve bir ileri, bir geri hatları gezerek askerin moralini yüksek tutmaya çabalar, ateş hattında olmayı önemsemez. Yaverlerinden biri, atının üzerinde açık hedef olduğu ve bir kolordu komutanının hayatını böyle tehlikeye atmaması gerektiği minvalinde bir sitemde bulununca, "Bazen bir kolordu komutanının hayatının önemsiz olduğu anlar gelir." cevabı verecek kadar ateşlidir. Ne yazık ki, Armistead katliama dönen hücumun erişebildiği en ileri bölgede (ki High Water Mark adıyla bilinir) yaralanır. Meşhur Gettysburg filminde işlendiği üzre, Armistead bayılıp esir düşmeden evvel Hancock'un yaralandığı haberini alır ve kahrolur, ikisinin birden ölecek olması ona dayanılmaz gelmiştir. Ne var ki, Armistead hayatını kaybederken, Hancock yaşar.
Şarkı ve marşlardan bahsedeceğim demiştim. İlk olarak bestesi oldukça etkileyici olup farklı coverlar ile karşımıza çıkan "When Johnny Comes Marching Home" ile başlayalım o zaman. Şarkının sözleri (maalesef çok büyük bir yük getireceğinden bu yazıda paylaşacağım şarkı ve marşların sözlerini çevirmeyeceğim) şöyle:
When Johnny comes marching home again
We'll give him a hearty welcome then
The men will cheer and the boys will shout
The ladies they will all turn out
And we'll all feel gay
When Johnny comes marching home.The old church bell will peal with joy
To welcome home our darling boy,
The village lads and lassies say
With roses they will strew the way,
And we'll all feel gay
When Johnny comes marching home.Get ready for the Jubilee,
We'll give the hero three times three,
The laurel wreath is ready now
To place upon his loyal brow
And we'll all feel gay
When Johnny comes marching home.Let love and friendship on that day,
Their choicest pleasures then display,
And let each one perform some part,
To fill with joy the warrior's heart,
And we'll all feel gay
When Johnny comes marching home.
Johnny, bizim Mehmetçik gibi, jenerik Güneyli askeri için kullanılan tabir ve eski, anonim bir İrlanda ezgisine uyarlanan bu şarkı, evine dönen bir güneyli askere duyulan hasreti çok güzel işliyor. Aynı melodi, daha sonra savaş karşıtı "Johnny I Hardly Knew Ya" isimli bir şarkıda kullanılıyor. Bu ikinci şarkı, bir kolu ve bir ayağını kaybederek evine dönen bir İrlandalı'ya, bir kadının ağzından "Johnny Seni Tanıyamadım" seslenişi ve savaşa dair acı gözlemlerle dolu. Kalabalık etmemek için sözlerini buraya koymayacağım, internette bulabilirsiniz.
Şimdi tarihi biraz ileri saralım, bugün güneyli davasını devam ettiren güneylilerin söylediği, "Konfederasyon parası tenekeden bile olsa atma, gün gelir Güney yeniden yükselir" mealindeki bir şarkıyı koyalım buraya.
İngilizce bilenler Stonewall'a (daha doğrusu her namuslu ve mağrur güneyli evinde bulunması gereken tablosuna) bir gönderme yapıldığını fark etmişlerdir. Öyleyse Stonewall Jackson hazretlerini anmanın vakti geldi.
Adı Thomas Jackson, "Stonewall" lakabı. Birinci Bull Run muharebesinde mevkiini terk etmemesi ve kuzeylileri durdurmasıyla Stonewall (taşduvar, sur) lakabını almış, ayrıca komutasındaki tugay da "Stonewall Brigade" olarak anılmaya başlanmıştır.
Yazıktır ki, dost ateşiyle, yanlışlıkla vurulmuş ve ölmüştür. Son sözleri: "Let us cross over the river, and rest under the shade of the trees" (Irmağı geçelim ve ağaçların gölgesi altında istirahat edelim demek. Muhtemelen ölüler ırmağı mitine gönderme var.) olmuş, bir kaynağa göre.
Amerikan İç Savaşı meraklıları için, "Stonewall yaşasa ve misalen Gettysburg Savaşı'na (İç savaşın kaderini tayin eden, güneylilerin yenildiği muharebe) katılsaydı, savaşın gidişatı nasıl olurdu" sorusu oldukça yaygın ilgi çeker. Dileyenler benim bu merakımda büyük pay sahibi olan, Sid Meier's Gettysburg oyununu oynayıp bu senaryoyu deneyebilirler. Amerikan İç Savaşı'nın en yiğit, en kahraman generali Jackson'dur diyebiliriz. En azından benim için böyle.
Süvarilere dair yazdığım savaş tarihi yazım, "Cehenneme Dört Nala", Stonewall Jackson ve meşhur Süvari Komutanı JEB Stuart'a dair birçok marş içeriyordu. O marşları buraya koymayacağım, yazının bağlantısını vermekle yetineceğim. Fakat JEB Stuart'a geçmeden evvel, direkt olarak Stonewall Jackson'a yazılmış bir asker şarkısını buraya koymamak olmaz. Bu şarkı, Stonewall'un tugayına mensup bir askerin savaşta ölümünden sonra cebinde bulunan bir şiirdir aslında, daha sonra bestelenmiştir. Özetle, "Stonewall Jackson"un yolunu (usulünü) anlatır, ve Stonewall'un yoluna çıkanın sonunun iyi olmayacağını ihtar eder. Wikipedia'da sözleri var, buraya koymayayım.
Gelelim JEB Stuart'a... Yukarıda belirttiğim yazıda değindiğim Cavalier's Glee (Süvarinin Neşesi) ve Riding a Raid (Baskına At Sürüş) Stuart hakkındadır. Jine the Cavalry (Süvarilere Katıl) isimli eğlenceli şarkı da, Stuart'ın düşmana kök söktürdüğü harekatlarını anlatır, hepsinin bağlantısı ve sözleri diğer yazıda da mevcut. Stuart tabii ki bir Güneyli süvari komutanı. Savaş boyunca çok önemli işler yapmış, biraz da "propaganda"nın ilk örneklerini göreceğimiz uygulamalarla bir "modern zaman şövalyesi" olarak pazarlanmış ve sembol haline gelmiştir. Tarihin ilk askeri propaganda figürlerindendir diyebiliriz. (Daha sonra İttihat ve Terakki ile Nazi partisi bu tarz kahramanları özellikle propaganda etmek suretiyle psikolojik işlevler yükleyerek kullanacaklardır.) İsmi her zaman Jeb Stuart diye yazılır, tam adı James Ewell Brown Stuart'tır. Enver ile Stuart arasında benzerlikler görürüm ki, bu meseleye dair bir akademik makale yazacağım kısmetse.
Ancak Gettysburg savaşında bazı stratejik hatalar yapmıştır, savaşı güneylilerin kaybetmesinde önemli bir etmen olarak gösterilir. Yine de gözünü budaktan sakınmayan bir süvari komutanı olarak şanına yaraşır biçimde, çoktan kaybedilmiş savaşın son demlerinde bir karşı hücum esnasında, askerlerinin önünde altıpatlarını düşmana sıkarken vurularak ölür. Güneylilerin başkomutanı Robert E. Lee, ölüm haberini aldığında ağlamaklı olmuştur.
Ve gelelim "ihtiyar"a, General Robert E. Lee'ye. General Pickett'in, hakkında "That old man... Had my division massacred at Gettysburg!" (O yaşlı adam... Tümenimi Gettysburg'da katlettirdi!) dediği adam, Güney ordularının başkomutanı. General Longstreet'in komutasındaki General Pickett'e Gettsyburg savaşında öyle bir saldırı emri verilmiştir ki, hakim bir tepede konuşlanmış kuzeylilere, üstelik yukarı doğru giden yol çalılıklar ve kayalıklarla kaplıyken, 3 kuzeyliye bir güneyli düşüyorken, Pickett saldırmak zorunda bırakılmıştır. Neticede bütün bir tümen yok olmuştur. Rivayete göre, kuzeyliler önce zafer çığlıkları ve "Fredericksburg!" diye, Fredericksburg'da uğradıkları yenilginin intikamını aldıklarını ima eden naralar atarlarken, güneylilerin resmen sadece ölsünler diye gönderildiklerini anlayıp, zafer çığlığı atmayı bırakmışlar.
Ancak genel olarak baktığımızda General Lee zaten bu savaşa itilmiş bir adamdır. Sırf şerefi uğruna, kuzeydeki görevini tekliflere rağmen bırakıp Güney ordusuna katılmıştır. Ve bir süre sonra sanırım başlarda kendisine güneyin bütün dezavantajlarına rağmen büyük başarılar getiren mantığını bırakıp, duygularının esiri olmuştur.
Pekala, nedir bu Pickett Hücumu? Ayrı ve etraflı bir bahse ihtiyaç var; Longstreet komutasındaki George Pickett, meşhur "Pickett Hücumu"na, en öndeki tümeni yönettiği için adını veren Güneyli komutan. Bu hücumdan sonra Güney Gettysburg muharebesini kaybetmiş, İç Savaş Güney'in lehine dönmüştür.
Bu talihsiz hücumu anlatacak olursak; savaşın daha önceki hataları yüzünden yapılmış bir saldırıdır öncelikle onu söyleyelim. Vaktiyle, Yankee kuvvetleri adamakıllı yerleşmemişken, Güney savaşın ilk çarpışmalarını kazanmışken, stratejik bir önemi olan Kabristan Tepesi (Cemetery Hill), Lee'nin "eğer mümkünse alın" emrine uyulup Richard Ewell tarafından alınsaydı, gerek kalmayacaktı bu felakete. General Ewell iyi bir askerdir ama nedense bu emri yerine getirmemiş, Yankeelere zaman kazandırmıştır. Yankeeler de, Gettysburg civarında, Kabristan Sırtı (Cemetery Ridge) ve Kabristan Tepesi'nde muhkem mevkiler oluşturmuşlar ve konumlarını üç gün süren sert muharebelerde muhafaza etmişlerdir, böylelikle güneyliler yenilmiş ve saldırıdan ricate dönmüşlerdir.
Bu hücum, General Lee'nin en büyük kumarıdır, şayet başarılı olsa idi, kuzey cephesi yarılmış olacak, güneyliler için büyük bir fırsat ortaya çıkacaktı ki, Lee'nin planı bir an evvel Washington'u almak ya da mümkünse tehdit etmek, mühimmat, teknoloji ve asker sayısı bakımından avantajlı olan kuzeyi acilen barışa zorlamaktı.
Lee o zamana dek sayıca az olduğu bir çok savaşı kazanmıştır, yine kazanacağına dair ümitlidir ancak, güneyli generallerin hataları ve bu defa kuzeyin adam gibi yönetilmesi, güneyin sonunu getirmiştir.
Şimdi ben tutup bütün hücum sürecini anlatmak olmaz. Sadece şunu söyleyelim, güneyliler gerçekten kahramanca bir hücum gerçekleştirmiştir: Oran neredeyse 1'e 3ken, yüksek bir mevkideki düşmana, üstelik arazi taşlık ve ağaçlıkken bir saldırı gerçekleştirmek, üstelik ağır topçu ve tüfek atışı altında, her babayiğidin harcı değildir. Ancak kabul etmek gerekir ki, böyle bir saldırıya kalkışan generaller de, erler ne kadar kahraman olursa olsun, salaktırlar.
Hücum öncesinde, General Longstreet, ki kendisinin kolordusu bu saldırıyı gerçekleştirmiştir, şöyle demiş:
"I do not want to make this charge. I do not see how it can succeed. I would not make it now but that general Lee has ordered it and expects it." (Bu hücumu gerçekleştirmek istemiyorum. nasıl başarıya ulaşacağını anlamıyorum. ben olsam yapmazdım ama general Lee emir verdi ve yapılmasını istiyor.) Ki, savaş sonrasında general Longstreet, güneyliler tarafından sahip çıkılmayan tek general olmuştur, suçu hep başkalarına attı, sıyrılmaya çalıştı ve savaş sonrası silah arkadaşlarını çok eleştirdi diye, ekleyelim.
Hücumun önderi, Longstreet komutasındaki General Pickett'in tümenidir. Pickett'in savaş sonunda general lee için dediklerini daha önce belirtmiştik. Pickett, her ne kadar savaş sonrasında "ben istemiyodum savaşmayı" falan dese de, savaş öncesinde, çok hevesli olmasa da, biriminin başında görevini yapan adam pozisyonundadır:
"Up, men, and to your posts! Don't forget today that you are from old Virginia." (Kalkın beyler, yerlerinize! Bugün, eski Virginia'dan olduğunuzu unutmayın!)
Ve son olarak Charles Blackford ne demiş bakın:
"They vastly outnumbered us, and though our men made a charge which will be the theme of the poets, painters, and historians of all ages, they could not maintain the enemy's lines much less capture them." (Sayıları bizden epeyce fazlaydı ve adamlarımız bütün çağların şairlerine, ressamlarına ve tarihçilerine tema olacak bir hücum gerçekleştirmişse de, bırakın mevzileri almayı, düşman hatlarına denk bir hat dahi oluşturamıyorlardı.)
Gettysburg'da yenilen Güney, zaten zayıf olan ekonomisi sebebiyle bütün bütün savaşı kaybetmiş ve ümitsizce bir süre daha direnmişti. Diğer komutanlara dair birkaç ilginç bilgi vermeden evvel, Güneyin siyasal lideri, Konfederasyon Başkanı Jefferson Davis'e biraz değineyim, pek tanıdık bir şahısla karşılaştırayım.
Lawrence L. Hewitt ve Arthur W. Bergeron‘un kaleme aldığı Confederate Generals in the Western Theater: Classic essays on America’s Civil War isimli kitapta, 161. sayfada, William J. Cooper, Jr. şöyle karşılaştırıyor Güneyli devlet başkanı Jefferson Davis ile Abraham Lincoln‘ü:
Lincoln was flexible; Davis was rigid. Lincoln wanted to win; Davis wanted to be right. Lincoln had a broad strategic vision of Union goals; Davis could never enlarge his narrow view. Lincoln searched for the right general, then let him fight the war; Davis continuously played favorites and interfered unduly with his generals, even with Robert E. Lee. Lincoln led his nation; Davis failed to rally the South.
Çalakalem bir çeviriyle:
Lincoln esnekti, Davis katıydı. Lincoln kazanmak istiyordu, Davis haklı olmak. Lincoln’ün Birlik’in hedeflerine dair geniş bir stratejik görüsü vardı, Davis dar bakış açısını asla genişletemedi. Lincoln en doğru generali aradı ve ardından onun savaşı kazanmasına izin verdi, Davis sürekli olarak gözdelerini tuttu ve gereksiz yere generallerinin işlerine müdahil oldu, hatta Robert E. Lee’nin bile. Lincoln milletine liderlik etti, Davis Güney’i birleştirip harekete geçirmekte başarısız oldu.
Bahçeli’ye benzemiyor mu? Güya “doğrucu” olduğu için yaptığı projeleri, yardımları vs. halka anlatmayan, (sanki parti başkanı değil, yardım amaçlı sivil toplum kuruluşu başkanı) söylem tarzından, hareket tarzından hala taviz vermeyip sürekli 70li yıllar politikacısı izlenimi veren, asla ufuk açıcı bir tespiti, söylemini göremediğimiz ve kendi ufkunu genişlettiğine asla şahit olmadığımız, sözgelimi Şefkat Çetin’i öcü ilan edildikten sonra tekrar göreve getiren, Bahçeli çok yaşa demekten başka hiçbir liyakati bulunmayan insanlardan kendisine ekip kurmaya çalışan, en son Mansur Yavaş örneğinde görüldüğü (ya da en komiği, Fethiye belediye başkanının ihracı.) üzre sürekli “camia”yı oluşturan insanlarla ters düşen, bu yüzden yalnız kalan, oy alabilmek için kendisinin belirlemediği politik denklemlerde edilgen bir beklenti içinde olan bir adam… Davis ile benzemiyor mu?
Davis, Atlanta’da, sırf arkadaşı olan bir generali göreve getirebilmek için liyakatli bir generali görevden almış ve bu yüzden Güney koca bir orduyu kaybetmişti. Birlik, yani kuzey, savaşın ekonomik boyutuyla da ilgilenirken, Davis buna hiç aldırmamış, Richmond’daki hükümet konağından hiç çıkmamış ve başlarda oldukça ateşli olan Güneyliler, kendi devlet başkanlarından tiksinir hale gelmişlerdi. (Ki Richmond’da halk isyan etmişti.)
Belediyeleri aynı sebepten kaybeden Bahçeli… Bir savaşın sadece cephe olmadığını unutan (ki cephede de bir varlığı yok. Fırat şükür ki Türk gençliğinin davası oldu ama Hasan Şimşek’e sahip çıkılmamıştı unutmayın, bizim bir yoldaşımız pkk sempatizanına fiske vursa bdp grup önergesi verir, ortalığa feveran eder, arkadaşımız ceza almadan pes etmez. Bizim MHP milletvekili Halaçoğlu, "Cengiz Akyıldız’ın kanı yerde kalmayacak demiyorum" demişti. ) ve cepheyi besleyecek yapıları kurmaya aldırmayan, “sandık sandık” diye tutturan (ilginçtir, sandık diye tutturan yekdiğer adam, Tayyip Erdoğan.) ancak sandığa giden yolda tek varlığı miting ve sıkıcı, itici beyanatlar olan Bahçeli, benzeşmiyor mu Davis ile?
Bence benzeşiyor.
Gelelim diğer ilginç bilgilere. Amerikan İç Savaşı boyunca, aslında ordu iki tür askerden oluşuyordu: Düzenli ordu ve gönüllüler. Gönüllülerin subayları ile, diğer subaylar farklı kategorilerde değerlendiriliyordu. Savaş zamanı aldıkları rütbeler ile, ordudaki rütbeleri her zaman aynı değildi; çok karmaşık bir yapıdır. Gettysburg filminde, örneğin, Profesör iken orduya katılıp albay ve daha sonra general olan kuzeyli Joshua Chamberlain çok fazla öne çıkar. Bunlardan biri, Francis Channing Barlow'dur. Kuzeyli Komutan. Almanlıktan aldığım tadı hiç bir şeyden alamadığım için; Leopold von Gilsa'ya artistlik yapmış olmasından ötürü hiç sevmediğim tüysüz bir kül yutmaz tavırlı gıcıktır kendileri. Ancak Barlow'u ilginç kılan kariyeridir: savaşa gönüllü bir er olarak başlayıp, terfilerle general olarak bitirmiştir.
Er olarak başlayıp general olmak, ne diyebilir ki insan?
Bir diğer ilginç karakter, Kuzeyli Ambrose Burnside. Kendisini önemli kılan, ilginç sakal tarzı ile, İngilizce "sideburns" yani "favori" tarzının isim babası olmasıdır. Soyadı Burnside bozunarak, favori, kulak önünden aşağı inen sakal kısmı anlamında "sideburns" olarak kullanılmıştır.
Bu arada, savaşı kaybeden güney eyaletlerinin birliğin kalanı ile tekrar entegre hale getirilmesini içeren "Reconstruction" devrine dair serzenişlerde bulunan, fırsatım olsa yine "yankee" öldürürüm diyen pek atarlı ve eğlenceli bir güneyli şarkısını ve sözlerini koyayım:
Oh, I'm a good old rebel
Now thats just what I am
And for this yankee nation
I do no give a damn.
I'm glad I fit (fought) against 'er (her)
I only wish we'd won
I ain't asked any pardon
For anything I've done.I hates the Yankee nation
And eveything they do
I hates the declaration
Of independence too.I hates the glorious union
'Tis dripping with our blood
I hates the striped banner
And fit (fought) it all I could.I rode with Robert E. Lee
For three years there about
Got wounded in four places
And I starved at Pint (Point) Lookout.I coutch (caught) the roomatism (rheumatism)
Campin' in the snow
But I killed a chance of Yankees
And I'd like to kill some mo'. (more.)Three hundred thousand Yankees
Is stiff in southern dust
We got three hundred thousand
Before they conquered us.They died of southern fever
And southern steel and shot
I wish they was three million
Instead of what we got.I can't take up my musket
And fight 'em down no mo' (more)
But I ain't a-goin' to love 'em (them)
Now that is serten sho. (certain sure.)And I don't want no pardon
For what I was and am
I won't be reconstructed
And I do not give a damn.Oh, I'm a good old rebel
Now that's just what I am
And for this Yankee nation
I do no give a damn.I'm glad I fought against 'er (her)
I only wish we'd won
I ain't asked any pardon
For anything I've done.I ain't asked any pardon
For anything I've done...
Öyleyse, Bury Me in Southern Ground, a dostlar!
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar