Şu Amerikan İç Savaşı yazımdan sonra İspanya İç Savaşı'na da bir değineyim istiyordum. Kaybedenlerin tarafından baktığım Gettysburg macerasından sonra, kazananların gözünden İspanya İç Savaşı'na şöyle bir bakmak ilginç olacaktır. Hem, umum komünistlerin saçmasapan iddiaları ve ağlak feveranlarına da küçük çaplı birkaç cevap vermiş olurum.
Solcuların, hele ki bir solcuya göre müthiş bir vicdan örneği gösterip anti-Stalinist olmayı beceren solcuların temel iddiası "Stalin gerekli yardımı yapmadı, İspanya sosyalistleri bu yüzden kaybetti"dir. Pekâlâ bu işin içinden bu kadar kolay sıyrılmak mümkün mü? Acaba İspanyol milliyetçileri fedakarlık, azim ve doğru yönetim ile, bunların hiçbirine sahip olmayanları yenmiş olamaz mı?
Yukarıdaki resimde Cumhuriyetçileri, yani solcuları görüyorsunuz. Elbette bu insanlara da "fedakarlık yapmadılar" demek olmaz, yapmışlardır. Fakat cumhuriyetçi cephe ile karşılaştırıldığında, milliyetçi cephe çok daha akıllı, birleşik ve azimlidir. Bunun tarihsel sebepleri var; önce aşina olmayan okuyucu için ana hatlarıyla İspanya İç Savaşı'nı bir anlatalım.
Bir süredir sosyalist tandanslı bir hükümet tarafından yönetilen İspanya kaynıyordu. Sosyalist hükümetten yüz bulan anarşist gruplar grevler örgütlüyor, daha solda kalan sosyalist birlikler kiliselere ve toprak sahiplerine saldırıyor, fakirlik ve aksayan gündelik yaşam insanları bunaltıyordu. Ordu uzun süredir bir darbe hazırlığındaydı, hükümet elinden geldiğince sadakati şüpheli subayları önemsiz görevlere vererek bunu engellemeye çalışıyordu.
Franco, hükümetin tehlikeli bulduğu subaylardan biriydi. İspanyol Harp Akademisi'nin komutanı olarak subay namzetleri tarafından pek seviliyordu ve açıkça monarşist olduğundan hükümet tarafından mimlenmişti. Görevinden azledilerek İspanyol Fası'na önemsiz bir görevle sürüldü.
Orduda ağırlığı olan generaller daha fazla dayanamayıp ani bir darbe planını yürürlüğe koydular. Kaderin bir cilvesi olarak, darbenin asıl liderleri, José Sanjurjo ve Emilio Mola iki uçak kazasında ölünce, Franco ihtilalin lideri oldu ve üç yıla yakın sürecek iç savaşın milliyetçi cephesini yönetti.
Başlarda Fas topraklarındaki ordu ile, daha mütedeyyin (katolik) olan Galiçya bölgesindeki halk ihtilalcilerin safında iken, saf değiştirmeler ve zaferler ile milliyetçilerin gücü arttı, nihayet Madrid'e "no pasaran" yani "geçit yok" sloganlarına rağmen girmeyi başaran milliyetçiler, git gide Katalan bölgesine doğru sıkıştırdıkları cumhuriyetçileri temizlediler.
Tabii İspanya İç Savaşı, İkinci Dünya Savaşı'nın bir nevi provası olduğundan, muharipler tek başlarına değillerdi. Bütün dünyadan "enternasyonel tugaylar" kurularak Cumhuriyetçilerin (sosyalistler) yardımına geldi, Almanya ve özellikle İtalya da milliyetçilere destek verdi. Fransa, iç siyaset nedeniyle direkt destek veremese de, Meksika üzerinden para, silah ve muharip yardımını Cumhuriyetçilere ulaştırdı. Sovyet Rusya da para, mühimmat ve gönüllü desteği ile Cumhuriyetçi desteğinin bel kemiğini oluşturdu. Almanya'nın milliyetçilere gönderdiği Legion Condor, meşhur Guernica bombardımanını gerçekleştiren, daha çok havacı ağırlıklı bir güçtü. Picasso, solda gördüğünüz Guernica tablosunu bu vahşi bombardıman akabinde çizmişti. İtalya da bu süreçte özellikle denizden destek vererek, kimi zaman gizli denizaltılarla, kimi zaman açıktan Cumhuriyetçilere denizden blokaj uyguladı, deniz gücünü tahrip etti.
Peki Cumhuriyetçiler neden kaybetti? Stalin yardım göndermediği için mi? İstatistiklere bakarsak, Cumhuriyetçiler daha geniş bir havzadan daha fazla yardım almışlardır. Stalin belki Kızılordu'yu oraya yığmamıştır (zira yığamazdı) ancak desteği esirgememiştir.
Cumhuriyetçilerin savaşı kazanma ihtimalleri kat be kat yüksekken zaafiyetlerinden dolayı kazanamamaları; esasen milliyetçi kadrolar bir birlik içinde değilken ve henüz ayaklanmanın başında liderleri uçak kazasında ölmüşken, donanma tarafından desteklenmezken, halka seslerini duyuramamışlarken, kısacası ezilmeye çok müsaitlerken ezilmeyişleri Stalin'in politikasından vs. değil İspanya'daki sosyalistlerin örgütlenme, halkın desteğini sağlama, uyanık olma vs. gibi özelliklerden yoksun olmaları ve saçma sapan hırsların peşinde koşan liderlere biat etmelerindendir.
Ayrıca anarşistlerin ve bazı sendika gruplarının holigan ergenlere benzer davranışları, halka, din adamlarına ve küçük burjuvalara şiddet amaçlı şiddet uygulamaları (şiddetsiz devrim olmayacağı doğrudur ancak burada bu sadece kılıftır) halkı solcu yapılanmalardan soğutmuştur. Meşhur "La Pasionaria" (Dolores Ibárruri) gibi gaza gelmişlerin "bu adam son defa konuşuyor" gibi faşizan laflarla mecliste isimleri tehdit edip, ettikleri adamların da bir kaç gün sonra ölü bulunmaları, solcu dediğimiz bu teşekküllerin ülkede nasıl bir terör havası oluşturduğu ve halkın haklı olarak onlardan nasıl tiksindiği hakkında bir fikir verebilir. Stalin'in bir süre sonra yardımları kısması da, anarşist ve troçkistlerin sol saflarda ikilik çıkarmasındandır.
Sadece Rusya değil, Fransa; sağ partiler ve Action Française gibi oluşumlar karşı çıkıp -hatta sosyalistlerin aptallıkları yüzünden hükümetin yaptığı yardımla ilgili bilgiler sağcı bir yayına sızıp- durdurmak zorunda kalmadan önce, Meksika kanalıyla -devlet eliyle- gayr-ı resmi yardım göndermiş hem de savaş süresince gitmek isteyen bütün gönüllülere zorluk çıkarmadan izin vermiştir. İtalya'dan, Polonya'dan, Almanya'dan, Anglo-Sakson dünyasından sosyalistler akın akın gönüllü olarak gelmişlerdir. Solcuların kendi doğalarında bulunan "üç komünist bir araya gelirse örgüt kurar, dördüncüsü katılırsa ikiye bölünürler" şiarına uyun hareket edip kaybetmelerini Stalin'in desteği kesmesi gibi saçmalıklara dayandırmaları abestir ve nankörlüktür.
Kısacası bir birlik içinde hareket etmeleri ve yürütmekte oldukları iktidarı daha güzel, daha adil bir İspanya için kullanmaları gereken İspanyol solcuları, "radikal" adı verdiğimiz grupların dizginini elinden kaçırmış, dini değerlere vurgu yapan merkez partilerin eline koz vermiş, sol cephe git gide parçalanırken - savaş sırasında José Miaja gibi generallerin de sol cephe içinde yeni bir ayaklanma başlattığını görüyoruz- artan nefret sağ cepheyi birbirine yaklaştırmıştır.
Bu arada, sosyalistlerin "no pasaran" yazılarıyla donattığı Madrid'e milliyetçilerin girdiğini, ama siviller de dahil toplam 1200 kişiyle korunan Alcazar'a, dört tümenle sosyalistlerin giremediğini de yazalım, kim kime geçit vermemiş aşikar olsun.
Solda gördüğünüz Alcazar kalesinin adı, Arapça "el-kasr"dan gelir. Cazar adını taşıyan bir çok İspanyol yerleşimi ve kalesi, Endülüs çağının bu hatırasını taşırlar.
Bu "Toledo Alcazar'ı", İspanya'nın tarihi merkezi Toledo'da bulunur ve manevi değeri vardır: Vaktiyle meşhur Şarlman kısa bir süre burada ikamet etmişti ve aynı zamanda harp akademisi olarak da kullanılmıştı.
Civarına yayılan dört tümen ve doğrudan kuşatmaya iştirak eden yaklaşık 10.000 kişi ile ümitsiz bir savunma savaşının kucağında kendisini bulan Alcazar ve muhafızları, sonuna dek kaleyi savundular. Hafif silahlı ve çoğu kadın sivillerden mürekkep muhafızlar, canlarını dişine takıp "kızıl veba"ya, sosyalizme geçit vermemişlerdi. Sivillerle birlikte toplam 1200 kişiydiler. Her ne kadar saikleri, kültürleri, duruşları bizden farklı da olsa, halkının bu hastalığa yakalanmaması için kahramanca direnen bu insanlara hiç değilse saygı duymak, efendi tabiatlı bir Türk milliyetçisinin ödevidir.
Demek, daha çok yardım alan, uluslararası arenada itibarı daha iyi olan "sol", kendi iç isyanları, kendi halkına karşı işlediği suçların halkı milliyetçilerin safına itmesi ve beceriksiz yöneticiler sebebiyle kaybederken, milliyetçiler kahramanlıkları, işbilirlikleri ve azimleri sayesinde, bileklerinin hakkıyla kazanmışlardır bu iç savaşı.
Son olarak, bir kitap önereyim. Kamuran Gürün'den "Savaşan Dünya ve Türkiye", 20ler, 30lar ve 40lar dünyasını direkt kaynağından, en objektif şekilde anlamak isteyenler için muhteşem bir başucu eseridir. Bütün ciltlerini edinmeye bakınız, İspanya İç Savaşı'nın da ayrıntısını, tarafsız gözle, o eserden okuyunuz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar