İstanbul kendi başına bir gizemdir, bir gizem tarihi ve bir gizemler merkezidir her çeşitinden. Ve İstanbul yüzyıllardan beri süregelen bir arayışın buluşma noktasıdır, ölümsüzlerin, gizli ve bilinmeyen üstünlerin, bilgelerin, gizemcilerin ve de şarlatanların uğrağıdır.
Giovanni Scognamillo
İstanbul Gizemleri’nin yazarı Levanten Scognamillo, hem doğulu, hem batılı bakış açısını birleştirdiği kitabında oldukça ilginç tespitler yapar. Tarih boyunca İstanbul’dan çıkmış ya da İstanbul’a yolu düşmüş hurafeleri, inançları, gizemli olayları irdeler ve yer yer bilimsel bir bakış açısına sahip birinin kaşlarını kaldırmasına yol açsa da, okuru sıkmadan, eğlendirerek sunar. Aslında, Scognamillo’nun anlattığı İstanbul’un gizemleri değildir, İstanbul’un kendisidir, gizemleri bir bahane olarak kullanır. Onun hoş vakit geçirten kitabını okuduktan sonra bu yazıyı yazmak geldi içimden.
Perili köşkler, ezoterik tarikatlar, sufiler, Bizans zamanından kalma lanetler, hayaletler… İstanbul’da gizemli “mevzular” hiç eksik olmamıştır. İstanbul’un kabadayısı ve gizemi tükenmez diyebiliriz: Hatta kabadayılık da bir yeraltı örgütlenmesi içerdiğinden, ta Bizans döneminden beri devam eden kabadayılık dünyasını da bu gizemlere dâhil edebiliriz.
“Gizemli olaylar” sınıfına sokmadığımız bazı tarihi motifler de gizemlidir. Örneğin, Bizans zamanında, “Varangian” denen bir “devşirme ordu” bulunurdu İstanbul’da. Roma döneminde “Preator” denen “özel muhafızlar”ın devamıydı bu Varangian ordusu, bir farkla: Bizans imparatorları, yani “Basileus”lar, Varangian ordusunun askerlerini, oldukça uzaktan, İskandinavya’dan devşirirlerdi! Osmanlı’nın devşirme sisteminin de temelini oluşturan bu gelenek, basit bir fikre dayanıyordu: Uzaktan gelen adam, yerel politik oyunlara yabancı olduğundan, yalnızca hükümdara sadık olur.
İşte bu Varangianlardan biri, Ayasofya’nın duvarlarına, “Halfdan” diyerek ismini yazmıştı Viking rünleriyle. Bugün bu rünler hala görülebilir. Halfdan, binlerce kilometre öteden, belki de Türklerle savaşmak için gelmişti: Malazgirt Savaşı’nda Viking askerler sonuna dek Romanos Diogenes’in safında savaşa devam etmişlerdi. Asya içlerinden gelmiş çekik gözlü Türkmenler ile, Bizans prensesi Anna Comnena’nın “uzun boylu, geniş omuzlu, örgü saçlı, sarışın mavi gözlü” diye tarif ettiği Vikingler, İstanbul’un yönettiği Anadolu için savaşmışlardı. Halfdan’ın hikayesi, başlı başına bir gizemdir. Yurduna dönebildi mi? Belki de bir Latin güzeline aşık oldu ve burada kaldı. Belki çocukları oldu, Osmanlı döneminde Halfdan’ın soyu İslam’ı kabul etti. Belki, o rünleri kazıyan Halfdan’ın büyük büyük büyük torunu, aramızda dolaşıyordur.
Bizans zamanından kalma bir diğer gizem, son Bizans imparatoru 11. Constantine Paleolog’un ölümüdür. Fatih Sultan Mehmet’in askerleri surlara saldırdığında, imparator ön saflarda savaşmış ve ölmüştür. Kimi iddialara göre, bir melek tarafından yeraltında bir mağaraya taşınmıştır ve şehir tekrar hıristiyanların eline geçtiğinde dirilecektir. Mezarı ve kesin olarak akıbeti hala meçhuldür.
Yüzyıllar sonra, bir Osmanlı padişahı, düşman tehlikesi baş gösterince “payitahtı taşıyalım, İstanbul’u bırakalım” önerisine, “Ceddim Fatih İstanbul’u fethederken Bizans imparatoru kaçmayıp burada ölmüştü. Ben ondan daha aşağı bir adam mıyım ki, kaçıp gideyim?” cevabını vermiştir bir rivayete göre.
Deniz kızı Eftelya’nın öyküsü pek az bilinir. Vaktiyle bir Rum balıkçı, her haftasonu kızını alır, geceleyin balık tutmaya çıkarmış. Kızı da, babasına eşlik ederken şarkı söylermiş.
Kızın sesinin nereden geldiğinden emin olamayan meyhane sakinleri, “Deniz kızı Eftelya” demişler Rum şiveli şarkılar söyleyen bu kıza. Aralarından bir şair, aşık olmuş bu sese. Bir gün, canına tak etmiş, rakıyı da fazla kaçırmış olacak, atlamış denize. Bata çıka, Eftelya’nın kayığına yanaşmış, ama boğulacak olmuş. Eftelya ve babası kurtarmışlar.
Ne yazık ki, rivayete göre, şair soğuk sudan ötürü hastalanmış. Eftelya’ya yazdığı şiirlerden birini, hasta yatağında bestelemişler, ölüm döşeğinde bir teselli olsun diye: “Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i şarab et…”
Bu besteyi de okuyan Deniz Kızı Eftelya, ünlü bir şarkıcı olmuş, hatta Atatürk’ün huzunda bile şarkı söylemiştir.
İstiklal Caddesi’nde yürürken, Sen Antuan kilisesi ziyaretçilerin uğrak yeridir. İstanbul’un Katolik azınlığına hizmet eden kiliseye girerken, bir güvercin tutan heykel görürsünüz. Heykel, Cardinal Roncalli’ye, nam-ı diğer Papa 23. John’a aittir.
Türkiye’de uzun yıllar yaşamış olan Roncalli, iyi derece Türkçe bilirdi. Papa olduktan sonra, kiliseye heykeli bir saygı nişanesi olarak dikildi. Roncalli’yi gizemli kılan, Aytunç Altındal’ın bir iddiasıdır: Türkiye’de yaşadığı sürede Celal Bayar ile dostluk kuran –o dönemler için papa olması hiç beklenmeyen orta seviyeli bir din adamı- Roncalli, 1960 ihtilalinde asılması beklenen Celal Bayar’ı kurtarmak için, Vatikan (Holy See) Devlet Başkanı sıfatıyla cuntaya ricada bulunmuş ve asılmasını engellemiştir. Sokağınızda yaşadığı için hürmet gösterip selamlaştığınız, dostluk kurduğunuz bir papaz, ilerleyen yıllarda bir milyarı aşkın insanın ruhani lideri olup sizi ölümden kurtarabilir: İstanbul böyle bir şehir.
“Büyük ve sakin Süleymaniyesi”, yeraltı dehlizleri, Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ve Türklerin hakkında farklı efsaneler yarattığı Kız Kulesi gibi sembol yapılarıyla İstanbul, bin yıl daha dursa, hala keşfedilecek yeni gizemler barındıracak gibi duruyor.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Manşet fotoğrafı: Latif Dinçaslan
Yorumlar