Bir süre evvel, "demokrasi en doğruyu seçeceğini vaat eden rejim değildir. Yanlış seçimi en kolay göndereceğini vaat eden rejimdir" demiştim. Değerli Türk büyüğü İskender Öksüz sormuştu, bir yerden mi okudun diye. Hayır demiştim, o da bana Karl Popper'ın birebir aynı anlama gelen bir tesbitini yollamıştı. Ben de, yine İskender Öksüz'den öğrendiğim "büyük zihinler benzer düşünür" veciziyle cevap vermiştim.
Bu yazıda, "Bilal'e anlatır gibi", neden cumhuriyet rejimiyle yönetilmenin iyi olduğunu, ve bu cumhuriyetin neden demokratik olması gerektiğini anlatacağım. Görünen o ki, baştan başlamak lazım, insanlara basitçe anlatmak, diğer insanlara anlatacak insanlara da yol göstermek lazım.
Ateizm-agnostisizm meselesinde görüldüğüne benzer bir şekilde, cumhuriyet-demokrasi ikiliğinde de bir kafa karışıklığı var. Cumhuriyet eşittir demokrasi midir? Biri, diğerinin yerine kullanılabilir mi? Yahut bunlar farklı mıdır, farklı ise ne kadar farklıdır? Bunu ele almadan önce, yönetim ve rejim türlerine şöyle bir değinelim.
Ülkenin başında bir "despot" bulunur, bu en iptidai yönetim şekillerinden biri. Burada despotu kötü anlamda kullanmadım, gücü elinde toplamış insan anlamında kullandım. Bu despot, fiziki ve diğer güçlerini kullanarak, "en güçlü" olduğu için seçilebilir (Eski Çin kaynakları, Hunlar arasında 'en yükseğe zıplayan'ın reis seçildiğini işaret eden pasajlar içeriyor), bu bir "barbarlık"ı işaret edebileceği gibi, meritokrasi, yani "layık olan"ın başa geçtiği bir sistemi de işaret edebilir. Tabii bu liyakatin neye göre tespit edileceği, her pratikte farklı metodlarla belirlenir. Despotun saltanatı babasından devralmasına monarşi, direkt Allah'la kontak kurması durumuna ise teokrasi diyoruz. Topyekün bunlara "otokrasi" diyebiliriz.
Ülkenin başında bazen bir "kısıtlı topluluk" bulunur. Bu topluluk "zenginler"den oluşuyorsa buna plütokrasi, teknik uzmanlardan, bürokratlardan oluşuyorsa buna teknokrasi, hırsızlardan oluşuyorsa kleptokrasi deriz. Bu sınıfa topyekün "oligarşi" denir, belli sayıda bir azınlığın ülkeyi yönetmesi durumu. Bu azınlıklar sınıf temelli de olabilir: Aristokrasi gibi. Yahut, işçi sınıfı diktası olan komünizm bir oligarşi yaratır, hem sınıf diktası, hem de ülkeyi "sınıf adına" yöneten nomenklatura ve teknokratlar açısından.
Cumhuriyet ve demokrasi, burada nerede duruyor peki? Cumhuriyetin en önemli ayrımı, "kamu malı"nın kamuya ait olmasıdır. Yani ülke, hazine arazileri, milli hazine ve sair varlıklar, bir adama, sınıfa ait değil, "kamu"ya aittir. Kamu, temsilcilerine ve yöneticilere bu varlıkları infak ve tasarruf hakkı verebilir, fakat mülkiyet hakkı vermez. Demokrasi ise, "seçimle gelen" yöneticilerin ne kadar "genele yayılmış", eşit şartlarda ve doğrudan seçildiği ile ilgilenir. Yani cumhuriyet ve demokrasi, x-y koordinat sistemi gibidir, çok sağlam bir cumhuriyet, demokratik olmayabilir, parlamento sahibi olsa da, başında devlet başkanı statüsünde bir kral bulunan ülke ise, gayet demokratik olabilir.
Cumhuriyet rejimi, evvela bir eşitsizliği ortadan kaldırır: İnsanın insana hükmetmesi diye bir durum, büyük bir zulümdür. Hiç kimse, kimsenin kulu, kölesi olamaz, bireylerin mallarının mülkiyetleri, kayıtsız şartsız onlarındır. Demokrasi ise, bir cumhuriyetin bu temel prensipler üzerinde, daha etkili ve daha eşitlikçi, kısa vadedeki faydalı gibi özelliklerinin yanında uzun vadede hep gelişmeyi, özgürlüğü, mutluluğu engelleyen otokrasi ve oligarşinin zararlı etkilerinden korunmayı sağlar. Yani cumhuriyetiniz bir oligarşiye dönüşürse, artık verimliliği azalmıştır, kamu malı çarçur edilir, oligarşiye mensup seçkinler tarafından sömürülür.
Demokratik bir cumhuriyet, bu yüzden, "en mükemmel" değil, "en tercih edilebilir" rejimdir. Zira insanoğlu mükemmel değildir, hele ki topluluk oluşturduğunda, topluluğun maşeri zekası, genellikle onu oluşturan fertlerin teker teker zeka seviyelerinden daha aşağıdadır. Mutlaka fertlerin ve toplulukların kararlarında hatalar olacaktır. Ancak cumhuriyet temelinde bir demokratik rejim varsa, yanlış kararların farkına varılabilir, herkes söz, seçme ve seçilme hakkına sahip olacağı için, yanlış işler yapan bir hükümete karşı çıkıp, oy kazanıp, "kötü hükümet"i demokratik ve hukuki yollardan devirebilirler. Bu sayede, sözgelimi bir monarşinin bütün avantajlarından faydalanıp, bütün dezavantajlarından kurtulmak mümkündür: Monarşinin bütün faydası, "iyi bir adam denk gelir de başa geçerse, ülkeyi iyi yönetmesi"dir. Bunu sağlamak, demokratik bir cumhuriyette de mümkün. Monarşinin kötü yanıysa, "genellikle olduğu gibi kötü bir yönetici babasından bayrağı devralırsa, ülkenin gerilemesi, fakirleşmesi"dir; burada demokratik cumhuriyet, "yanlış adam"ı çok kolay göndermeyi ve doğru tercihle değiştirmeyi vaat eder. Üstelik, tercihlerin yapıldığı havuz, tek bir aile yahut zümrenin sınırlı havuzu değil, bütün bir millettir, bu yüzden "iyi adam" seçme olasılığı daha yüksektir. Demek, demokratik cumhuriyet aynı zamanda "meritokrasi"nin tek mümkün yoludur: Demokrasi düşmanlığı yaparken ne olduğunu bilmeden "meritokrasi" diye ağzından salya saçan tipler, meritokratik rejimde kimin "merit" yani liyakat sahibi olacağını kimin tespit edeceğini düşünüyorlar? Nihai tespit ve hüküm makamı maşeri vicdan ve akıl değilse, ortada bir despotizm vardır ve bütün despotizmler, meritokrasiyi, kurulmuş olsa bile, çürütürler.
Tabii bu iş bu kadar kolay değil. Demokratik cumhuriyetler, genellikle yukarıda saydığımız rejimlerden birine benzeme meyli içindedirler. Tarikatler, cemaatler devleti ele geçirip bir oligarşi yaratabilirler, zenginler parayı basıp oy satın alıp rejimi plütokrasiye çevirebilirler. Bunun için demokrasilerde ecnebilerin "check and balance" dedikleri şeyler vardır: Kuvvetler ayrılığı, örneğin. Yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrılır ve özellikle üçüncüsü kesinlikle bağımsız olur, kimsenin önünde cübbe iliklemezler mesela. Yasaları meclis yapar, yürütme dediğimiz "hükümet"ler ise bu yasalara uygun politikaları kendi siyasi görüşleri çerçevesinde uygular, meclise ve dolayısıyla millete hesap verirler. Eğer yasanın dışına çıkmamış da, sadece başarısız olmuşlarsa, cezaları bir daha seçilmemektir. Bir de yasaları çiğnemişlerse, örneğin "Türk milleti adına" karar veren yargı erki, onları kodese atabilir, hesap sorabilir. Mutlaki monarşide ise, örneğin, hesap sormak imkansız gibidir.
Bir başka sorun da, "parayı verenin düdüğü çalması". Özellikle Amerika'da büyük şikayetlere neden olan bir sorun. Ancak mesela Fransa'da, başkan adaylarının yapabilecekleri harcamanın bir üst limiti var ve büyük oranda hazine yardımı ile karşılanıyor. Başkan adayı olmanız içinse, belli sayıda "devlet görevlisi"nin sizi aday göstermesi gerekiyor. Bu sayede demokratik cumhuriyetin plütokrasiye dönüşmesi önüne bir engel konulmuş oluyor.
Bunun ötesinde bir diğer sorun da, insanların manipülasyona açık olması. Fakat, "genel ve zorunlu eğitim"in, ulus-cumhuriyetler ile birlikte yayıldığını unutmamak lazım. Demokrasi, uzun vadede bilimsel yöntemden başka bir yöntemi olmayan eğitimle payidar kalabilir ancak. Zira demokraside kararı "insanlar" alır, bu insanların mürşidi bilim, fen değilse, yegane ölçüsü akıl değilse, kararları kötü olacaktır; bu yüzden cumhuriyet, demokrasi ve eğitim arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Yok, imam-hatipler gibi beyin yıkama merkezleri yayılırsa, insanların oy salahiyetini yitirmesine sebep olurlar, artık bir "toplum"dan değil, "yığın"dan söz edebiliriz; tercihlerini kendileri belirlemez, manipüle edilirler. Yine tam olarak bu sebepten, demokratik cumhuriyetler genellikle seküler olmak zorundadırlar: İşin içine din girdikçe, demokrasinin vaat ettiği avantajlardan faydalanamamaya başlarsınız, zira tercihler "konuşup tartışılabilecek" bir düzlemde değil, kulun fikri, ihtiyaç ve arzuları karşısına "Allah böyle diyor" diye konan dayatmaların olduğu bir ortamda "zoraki" belirlenir.
Elbette her zaman kağıtta yazdığı gibi değil. Bütün çabalara rağmen demokratik cumhuriyetler hala düşünülen şekliyle işlemiyor. Fakat belli bir ölçüye kadar bu yazıda sayılan hassasiyetlere uygun yönetilen ülkeler, geniş ölçekte bakıldığında, sürekli ilerliyorlar. İşine geldiği zaman demokrat, işine gelmediğinde otokrat yapıların kendince tanımladığı demokrasinin açık zararlarına karşı çıkan insanların, git gide demokrasiden soğuması ise bir garabet: Bir pedofil, ahlak nutuğu atsa, ahlaktan soğuyup tecavüz mü edeceğiz önümüze gelene?
Bir diğer tip demokrasi-cumhuriyet düşmanı ise, naif hayalperest. İktidarda kendisinin olacağını düşünerek sürekli despotizm, otokrasi, militarizm istiyor. Bilmiyor ki, böyle bir rejimde ağzına ilk gem takılacak kendisidir. Üstelik, "şu şekilde bir iktidar istiyorum" deme hakkının olduğu tek rejim, demokratik cumhuriyettir.
Demokratik cumhuriyetlerin ancak ve ancak milliyetçi olabileceklerine dair bir yazıyı da gelecek bölüme bırakıp, burada keseyim. Bu vesileyle, 29 Ekim Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar