Als Adam grub und Eva spann,
Wo war denn da der Edelmann?
Şu sıralar hanedan "malları" gündemde. Dedelerinin sosyal ve soyut mirasını pazarlayanlar var ki bir kapitalist olarak meşru ve normal bulduğum bir eylem. Dedem ünlü biri değil, ama ünlü biri olsaydı adını markalaştırır, dedemin sevdiği ürünler, dedemin maşrapası, dedemin lazımlığı falan diye meraklısına kakalardım. Pespaye olabilir, aptalca olabilir, ama insanları yalnızca keselerine zarar veren aptallıklardan zorla alıkoyamayız. Hem, bir reklamcı olarak biliyorum ki en farklı olmaya, tüketim çılgınlığından uzak durmaya çalışanımız bile, bir şekilde bu aptallıktan nasiplenip hak etmeyen ürünlere hak etmediği paralar veriyordur. Fakat bir de "dedelerin malları" sözkonusu, asıl o can sıkıyor.
Evvela şunu söylemek lazım, geçmişte bugün bize çirkin gelen şeyler olmuştur, yarın da bizim yapıp ettiklerimiz torunlarımıza çirkin gelebilir. Burada geçmişi aynıyle kabul etmek ve geçmişteki figürleri, bugüne yansıyan, bugünü etkileyen iradi eylemleriyle yargılamak lazım. Örneğin 1940lı yıllarda 14 yaşındaki kız evlenmiş olabilir, buradan hareketle 90 yaşındaki dedeyi tecavüzcü yahut pedofil ilan etmek saçma. Ama bu dede bugün -şükür ki- o bilişsel düzeyi ve sosyal kurumları geride bırakıp, mağduriyeti daha aza indirmiş bir sosyal ve hukuki düzenin parçası olduğumuz halde, eski ve yanlış olduğu tecrübeyle görülmüş anlayışı hakim kılmaya çalışıyorsa kınanmayı hak eder.
Soyluluk da böyle. Öncelikle şunu söylemek gerekiyor: Hepimiz soyluyuz. Hem de farkına varanları hayretler ve hayranlık içinde bırakacak bir soyluluk: Milyonlarca yıl boyunca hayatta kalmayı başarmış, üstelik bunun ciddi bir kısmında bir "eş" bulup eşeyli üremeyi de becerebilmiş fevkalade hırslı, yetenekli organizmaların torunlarıyız. Hepimizin yakın-uzak ataları, onca zorluğa, çevresel, biyolojik, sosyal hatta astronomik değişimlere rağmen hayatta kalmayı ve genlerini bir sonraki nesle miras bırakmayı başarmış. Hepimizin, bu açından "soyu belli"dir ve muhteşemdir.
Sonra, hani Brecht soruyor ya, "Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim? / Kitaplar yalnız kralların adını yazar" diye, soylular genelde tek başına kıçını temizlemekten bile aciz insanlardı: İngiltere'de "Groom of the Stool" diye bir ünvanın bulunması bu sebepten. Merak edenler için anlamı, "Lazımlık levazımatçısı" ve bu ünvan kral tarafından daha düşük rütbeli soylulara verilirdi. Soylu, basitçe umumun emeği ve iradesinin ona sorulmadan temsil bulduğu makamdı. Böyle diye, sözgelimi Fatih'ten nefret edecek değiliz, ama Fatih'in müthiş, über, süper bir insan olduğuna inanacak da değiliz. Hele Fatih'in torunusunuz diye, sizde bir fevkaladelik bulunduğunu düşünmemizi isterseniz, size eski bir dostumun ifadesiyle Sibel Can'dan "Bu devirde kimse sultan değil" şarkısını armağan etmek gerekir.
Hanedan malları meselesini düşündükçe, aklım Türk kültürü ve tarihine gidiyor. Mesela Timur'un, "Ben falancanın oğlu, falancanın torunuyum" diyen Yıldırım'a "bana babamdan bir şey kalmadı, bütün bu beldeleri bileğimin gücüyle aldım, akıllı ol" deyişi. Gerçi Timur da, ordusunun askerlerine haksızlık ediyor... Timur tek başına Timur olmamıştır, savaşçı bir milletin başına geçmesi ve bunun hakkını vermesiyle Timur olmuştur. Öyle ya, Orhun'da ne görüyoruz? Bizzat bir Bey'in, Bilge Kağan'ın ağzından, "beyler" Çin ismi alır, Çin kağanına hizmet ederken, "budun"un yani sıradan halkın bu durumdan rahatsız olup, maşeri şuurundaki cevher sayesinde "Çin kağanına yağı" yani düşman olduğunu, Bilge'nin atalarının da yalnızca bu tepkinin önderliğini yaptığını okuyoruz. Tepkiyi veren, beyler değil, toplum.
Ki, "soylular" genelde beynelmilel bir sınıf oluştururlar; bugün Osmanlı torunlarının çoğunun tuhaf evlilikler yapması ve tuhaf isimlere sahip çocuklara sahip olması bu sebepten. Ve bu sınıf, çoklukla ayrıcalıklı pozisyonunu korumak için temsilini üstlendiği kitleye ihanet eder. İlginç bir örnek vereyim: Jabağhi Baj'ın Çerkesler kitabında da emarelerini gördüğümüz bir mesele var: Çerkes kabileleri arasında, soyluluk ünvanları en çok Kabardeylerdedir. (Zira yine Baj'ın ifadesine göre Kabardeyler sonradan Çerkesleşmiş, eski Macar adetlerini Çerkesler arasına getirmişlerdir. Bu konuya dair ayrıca yazacağım.) Ve tarihte şunu görüyoruz, Pşı (Çerkesçe Prens) sülaleleri arasında, özellikle Kabardeyler arasında, asalet ünvanlarını korumak için Ruslarla anlaşan çok hain vardır. Elbette Bjeduğ Prensı Pşıkoy gibileri, (ki öldüğünde reşit bile değildi) temsil ettikleri "reaya"nın namusuna leke sürdürmeyip Rus'a karşı at tepmişlerdir, ancak asalet ünvanını korumak için işbirliğini seçenlerin sayısı hiç de az değildir. Osmanoğulları'nın tarihsel pozisyonu da budur: Her şeyden önce, hanedanın devamlılığı ve ayrıcalığı esastır.
Türk kültürüne bakmaya devam edelim, muhteşem dersler içeren Dede Korkut öyküleri, bize Salur Kazan üzerinden bir ders verir. Salur Kazan'a, bir çoban destek olur ve rezillikten kurtarır. Salur Kazan'ın eli yağmalanır. Bir çoban kalır geriye ona yardım etmeye muktedir. Önce "eğer bir çobanla düşman üzerine varırsam beyler benimle dalga geçer" diye çobana ihanet eder. Çoban duruşunu bozmaz. Nihayet, çobanın gayreti ve kahramanlığıyla Salur Kazan öcünü alır. Cumhuriyet rejimi ve halkçılık, işte bu yüzden önemlidir. Türk’ün, hele ki Türkmen’in tarihi, bağrından çıkardığı devlet adamlarının onu tekrar tekrar satmasının, ve çoğunun yine Türkmen çobanı tarafından kurtarılmasının tarihidir. O soylular ki, Selçuk tahtına oturur Farsça konuşur, Osmanoğlu olur işi düşünce Türk kesilir, "Haçlıya Türk erliğin gösterem" der, işine gelince "alçak Türkmen seciyeni gösterdin". İran'ı yöneten Türktür ama dili Farsça olur, Fars'ı kalkındırır, Türk'ü zayıf düşürür. Zira soylu, milletötesi bir fenomendir, önce kendisini düşünür, millet ancak hanedanın çıkarları öyle gerektiriyorsa önemlidir.
Hal böyleyken, "hanedan malları" sözkonusu ise, Türk milliyetçisi hanedan zaviyesinden değil, millet zaviyesinden bakmalı. Monarşist erotik düşlerinde kendini harem sahibi bir hükümdar olarak hayal eden gecekondu sakinlerine benzememeli. Zira, sosyal medyada takip ettiğim bir hesabın fevkalade tespiti gibi, İstanbul'un en kıymetli semtlerinde devlet okulları varsa, parasız Türkmen çocukları bu muhitlerde yurt, okul sahibi olup yaşayabiliyorlarsa, bu cumhuriyet sayesindedir. Türkmen'in meritokratik değerine göre istediği kadar yükselebileceği bir "sistem"i hukuki olarak tesis eden de, yine Cumhuriyet'tir, eksik ve yetersiz bile olsa. Geçmişimizde yer alan hanedan üyelerini, devlet ve millete faydaları zaviyesinden değerlendirir ve olumlu bulduklarımıza güzel nazarla bakarız elbet. Ancak Türk milliyetçisi için mesele, "millet" ise, cumhuriyet taraftarı olmadan ve "hanedan malları"na, milletin emeği ile sürdürdükleri ayrıcalıklara son verebildiğimiz için özgürleştiğimizi hatırlatarak, artık haşmetmeapları değil, X Bey, Y Hanım olduklarını hatırlatmadan milliyetçilik yapmak mümkün değildir.
Tabii hanedan "malları" sözkonusu olunca, şunu da hatırlatmak lazım: Hanedana "şahsi malları"nı geri vermeye kalkmak, Ermenilere de şahsi mallarını geri vermekle hukuki olarak eş anlamlıdır. Kemal Bey'i astıranların hukuku, o zaman işler. Oysa cumhuriyet, 882 nolu 1926 tarihli kanunla, Ermenilerden kalan malları İttihat ve Terakki mensubu, Ermenilerin hedefi olmuş insanların ailelerine tahsis ederek "kimin tarafında" olduğunu göstermişti. (netameli bir konu, derinlemesine girmeyeyim) Yine sınırlarımızı hanedanın hak iddiaları ile değil, milletin kan dökme "kapasitesi"ne göre çizerek, Sevr'de bir avuç kalan toprağımızı bayağı genişletmiş, mülkü de millete vermişti. Bu millet düzgün yönetilememiş, hatta kendisi için iyi olanı tespit edemiyor olabilir, fakat denenmiş ve nihayet başarısız olmuş şeyi yeniden denemeye tevessül etmeyecektir. Hanedan "malları" içinse, hanedana "millete bir faydanız dokunduysa, karşılığını dedelerinizin marka değerini kullanarak internetten mal satıp alabilirsiniz. Ötesi için, lütfen hazine arazi ihalelerini takip edip, biriktirdiğiniz parayla her Türk vatandaşı gibi bedelini ödeyerek satın alınız" demek düşüyor.
Hiçbir Türk, yekdiğerinden peşinen üstün değildir. Üstünlük ancak verdiği verginin, topluma yaptığı katkının ve zor zamanlarda, şehit olmak gibi, işlediği fedakarlıkların büyüklüğündedir.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar