MHP'deki muhaliflerin Kurultay talebiyle başlayan sürecin başından beri içindeyim. Bugünlerde yine hareketli bir gündem var, bozguncu söylemler ve karşısında hırçın cevaplar "solcu olmayan muhalifler" diye özetleyebileceğimiz kesimi meşgul ediyor. Sürece dair birçok dönemeçte yazı yazdım, dilerseniz geçmiş yazılarıma ulaşabilirsiniz. Bu dönemde de tarihe şerhimi düşeyim; zaman zaman Meral Hanım'ın politikalarına küçük de olsa tesir etme imkanı buluyorum, bu yönüyle belki bir işe yarar bu yazı.
Meral Akşener gözlemlediğim kadarıyla 3 defa düşüş trendine girdi. İlki, MHP Kongresi'nin hukuken (en azından müstebit rejimde) imkansızlaştığının anlaşılmasıyla girilen süreç. Bu dönemde ben parti kurulması taraftarıydım, insanları toparlayacak tek seçeneğin bu olduğunu düşünüyordum. Parti kurulması bu dağınıklığın hiç değilse kısm-ı küllisini toparladı. İkinci düşüş trendi, uzun yıllar alternatifsizlikten bunalanların, uzun yıllar kendisini bilemiş ve geliştirmiş çok az siyasetçi bulabilmiş olduğumuz için öyle "harikalar yaratan" bir kadro kuramadığımız partiye dair beklentilerinin yüksekliği ve bunların karşılanamamasından dolayı gerçekleşti. Bu trend ta 15 vekil operasyonuna dek sürdü. 15 vekil operasyonu umutları ve heyecanı tazeledi, parti destekçileri ve havzasını şevklendirdi. 3. düşüş trendinin başlangıç noktasını, partinin resmi ağızlarıyla "Erdoğan karşısında Muharrem İnce'yi istiyor" diyerek CHP seçmenine yanlış zamanda yanlış yöntemle yanlış içerikli bir mesaj göndermesine koyabiliriz.
Pekala bundan nasıl çıkılır? İYİ Parti'nin bir esas, bir de usul sorunu var. Esas sorunu, kendisini konumlandıramaması. Sağ populist siyaset ancak zayıf iktidarlar karşısında, kararsızlığın yoğun, geçmiş değişim tecrübelerinin taze olduğu ortamda kimliksiz yapılır. İYİ Parti gibi muhalif pozisyonda Türkiye tarihinin en müstebit iktidarına karşı alternatif olmaya çıkmış bir partinin böyle bir siyaset yürütmesi imkansızdır. Başından beri İYİ Parti'nin "Yeni Milliyetçilik" konumlandırmasına oturarak bunun populist versiyonunu söyleme dönüştürmesi gerektiğini savunuyorum. Zaten partinin hikayesi de buna teşnedir. Ancak parti bir Ahmet Şık tweeti, bir Necip Fazıl anmasıyla tam bir "kafa karışıklığı" yaratıyor.
Pekala, çok bileşen tek şemsiye altında toplanmaz mı? Toplanır, ancak bunun usulleri vardır ve bu usuller beylik laflarla, rastgele oluşturulmuş kontenjanların adamlarıyla uygulanamazlar. Marka Mimarisi, marka şemsiyesi, ana marka, kaynak marka gibi terimlere aşina bir iletişim ekibi Meral Hanım'ın direktifleriyle pekala bunun üstesinden gelebilirdi. Ancak ortada çok malzemeli bir çorba yok, ne bulursa atılmış izlenimi veren bir bulamaç var. Şeker ve tuz, birçok yiyeceğin içinde bir arada bulunur ve bizi rahatsız etmez. Ancak bir kaşığa şeker ve tuzu aynı anda koyar ve yutmaya çalışırsanız kusarsınız. Parti esasta en çok bu zaviyeden bir sıkıntı çekiyor.
Usul sorunu, bir iletişim stratejisinin olmamasından kaynaklanıyor. CHP seçmeni İYİ Parti'ye bu kadar teveccüh gösterirken onları incitecek bir söylemin parti resmi ağızlarından gelmesi akıl alır gibi değildir. CHP İYİ Parti'nin çok ihtiyaç duyduğu "sıradışı olay"ı bir Deus ex machina gibi sunmuş, 15 vekil operasyonuyla Türk siyasetine -CHP'nin geri kalan işleri, fikri ve yöneticileri hakkındaki düşüncelerimiz saklı kalmak kaydıyla- çok olumlu bir hareketle geçmişken böyle bir stratejik hata nasıl yapılır anlamıyorum. Yapılması gereken neydi? Evet, ben bu fikre katılıyorum: Erdoğan'ın karşısına Akşener çıkmalıdır. Erdoğan karşısında Akşener'i istemez, bir solcuyu ister ve bunun avantajlarını kullanmak ister. Fakat bunu dile getiren Akşener ya da parti sözcüleri olmamalıdır. Yılmaz Özdil, Uğur Dündar gibi CHP seçmenine tanıyan ve onlara hitap eden kanaat önderleri ağzıyla bu görüşler dile getirilmeliydi. Parti bunu sağlamaya odaklanmalıydı. Üstelik, CHP seçmeninin Türkiye'de %5'e denk gelen bir kesiminin stratejik oy vermeye yatkın ve Akşener'e meyilli olduğunu düşünüyorum.
Bir diğer usul sorunu da doğrudan Meral Hanım'ın performansı. Yorulduğunu gözlemliyorum. Kişisel sohbetlerimizde gördüğüm canlı, enerjik, esprili, tuttuğunu koparan kadın yok. Bocalayan, kekeleyen, cümleleri yarım bırakan bir kadın var. Televizyona çıkamıyoruz diye şikayet ediyoruz, çıktığımızda "iyi ki çıkardılar!" dedirtecek performansı gösteremiyoruz. Vaktiyle kendisine anlatmıştım, manşete çekilecek, KJ'ye yazılacak, tweet atılacak cümleler halinde konuşun. Kısa konuşun, çok uzatmayın demiştim ve uygulayacağım deyip, uygulamıştı. Faydasını da görmüştü ancak, ya yorgunluktan, ya basın danışmanının eksikliğinden bunu artık uygulamıyor. Meşhur "ilkokul dörde giden erkek çocuğunun zeka ve algı seviyesi"ne hitap etmesi gereken mesajlar ve cümleler yok, savruk ve dengesiz cümleler var. Meral Hanım'ın yorulması normaldir, zira hem zorlu bir mücadele verdi, hem de bu mücadeleyi bir sürü kifayetsiz muhterisi idare ederek vermek zorunda kaldı. Ama mevzubahis Türkiye'nin geleceğidir, maalesef o yalnızca kendisi değil, Türkiye'de ciddi bir kesimin sembol ismidir. O yüzden yorulma, dağılma lüksü yoktur.
İYİ Parti'nin kitlesine, kendisini üzerinde konumlandıracağı "asli taban"ına geri dönelim. Evvela Türkiye'yi anlamak lazımdır. Önce birkaç bilgi paylaşalım. İpsos'un Türkiye'yi Anlama Kılavuzu'nda Yeni Muhafazakarlar, Geleneksel Orta Sınıf, Geleneksel Milliyetçiler, Tepkili Modernler, Tutanamayan Yoksullar olarak beş farklı "sınıf" tespit edilmiş. Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır, 1'den 10'a kadar milliyetçilik derecenizi seçin sorusuna verilen cevabın Türkiye ortalamasının 7, Türkiye'de kendini "vatansever" tanımlayanların oranının %90 olduğunu söylüyor. Yine İpsos'un Türkiye'yi anlama kılavuzunda yıllardır en tepede üç "ortak değer" var: Din, Çevre ve Geçmişe Özlem. Çevre duyarlılığı son dönemde dini geçti. (Gezi zamanında bir yazı yazmış, Türkiye'de dinci iktidara karşı gelişen muhalif kitle eyleminin çevre gibi bir ortak değer vurgusuyla çıkmış olmasının tesadüf olmadığını İpsos'a dayandırarak belirtmiştim.) Geçmişe özlem meselesinde, Siyasa Topluluğu'ndan arkadaşlarla örnek olarak Türkiye "yeniden" İYİ olacak temalı bir video yapmıştık. İnsanlara "eski güzel Türkiye"den bahsetmiştik. Bu yönde bir çalışma İYİ Parti'ye faydalı olabilir.
İpsos 2018 kılavuzuna "yeni milliyetçiler"i koydu mu bilmiyorum, ancak bugün arabalarda Göktürk harfleriyle Türk yazısını görüyorsak, AKP'liler dahi Orta Asya vurgusu yapmaya başlıyorsa, Türkçü sosyal medya fenomenleri varsa ve bunlar alıştığımız milliyetçilik ve milliyetçiler manzarasına benzemiyorsa ciddi bir "yeni milliyetçiler" sınıfı olduğunu söylemek mümkün. Bu sınıf da ikiye ayrılıyor: KRT programımda değindiğim üzere "MHP'nin marka değerini alarak milliyetçi pazara girip ürününü satan" AKP'nin yarattığı, köklerini geleneksel milliyetçilik içindeki belli damarlardan alan islamofaşist milliyetçilik ve buna tepki olarak doğan, homojen olmayan fakat AKP karşıtlığında birleşen tepkisel milliyetçilik. Bu ikincisi, tepkili modernler ve tutunamayan yoksullar İYİ Parti'nin üç farklı hedef kitlesini teşkil ediyor.
Bu hedef kitleler içinde "Yeni Milliyetçiler" İYİ Parti'nin "kemik taban"ı olmalıdır. Zira ülkenin hepsi yeni milliyetçiler grubuna girmiyor, ancak ülkedeki herkes bir şekilde milliyetçi olduğunu ifade ediyor ve "eski milliyetçilikler"in bagajından kurtulmuş, popülist söylemler kullanan bir yeni milliyetçilik bütün sosyoekonomik sınıflara hem tesir edebiliyor, hem de onları birleştirebiliyor. Şeker ve tuzu içinde çözüp lezzetli bir yemek yememizi sağlayacak olan, milliyetçiliktir.
Bir ana marka ve bir temel mesaj lazım. Bütün diğer markaların, vaatlerin, mesajların bunu desteklemesi lazım. İYİ Parti bunun eksikliğini yaşıyor.
Buraya kadarki kısmın özeti: İletişim bir bilimdir, uzmanlıktır, ayrıca kişisel bilgi dağarcığının geniş, zekanın yaratıcı, aklın ve irfanın derin olmasını gerektirir. İYİ Parti'nin temel sorunu, politikalarını belirlerken Bahadırhan Dinçaslan etkisinin az olmasıdır.
Düşüş trendinde bu iki zaviyeden etkenler dışında başka bir meselenin rol oynadığından söz edebilir miyiz? Aklıma, milletvekili listelerinin belirlenmesinin yarattığı tabii hayal kırıklıkları geliyor. Herkesi memnun etmek mümkün değil, ancak "seçim" bir öldürme eylemidir, diğer ihtimalleri öldürürsünüz. Öldürülen ihtimallerin de memnuniyetsizlik duyacağı muhakkak. Ancak şöyle bakmalı: Benim yerime tercih edilen hırsız, ayyaş, namussuz yahut kifayetsiz mi? Cevap hayırsa, memnuniyetsizlik normal, ama ortalığı velveleye vermek bencilliktir. Keşke Ruhat Mengi gibi çiğ insanlar baştan partiye dahil edilmeseydi de, lüzumundan fazla çiğlik edenlerin can sıkan ve mevcut düşüş trendine nisbi katkıda bulunan etkileri hiç olmasaydı. Burada yine Bahadırhan Dinçaslan olsaydı diyeceğim ama dememek için kendimi tutuyorum. (Osman Ertürk Özel vakası başkadır. Bu konuda fikir beyan etmekten özellikle kaçındım ama şu kadar söyleyeyim: Osman'a yapılan yanlıştır, Osman'ın yaptığı ise stratejik bir hatadır. Önce gençlik kolları başkanlığından istifa etseydi, bu kadar topa tutulmazdı.)
Gelelim "ne olacak?"lara. Yakın zamana dek İYİ Parti'nin olası bir başarısızlık halinde ortadan kalkacağını düşünüyordum. Ancak bir süredir fikrim değişti. Bu alanda bir boşluk var, "sol algılanmayan", sağ seçmenin oy verebileceği, dinle arası bozuk imajı vermeyen (Ama mümkünse bu kadarıyla bırakan. Siyaset sahnesinde Deus Vult diyen haçlılar gibi Allah böyle istiyor temalı laf duydukça midem bulanıyor. Allah tabii konuya dair fikir beyan etmediği, hayır ne münasebet benim muradım bu değildir demediği için herkes Allah'ı şahit yapıyor, Allah böyle istiyor diyor.) bir partiye kesinlikle ihtiyaç var. CHP'nin AKP'yi gönderdiği bir senaryoda, hatta, İYİ Parti daha da güçlenebilir. (Tabii bu güçlenme tabanı kendisine çekerek olmalı. Sabık AKP'lilere içinde yer veren bir partiye ihtiyaç da yok, destek de) Bu yönüyle İYİ Parti için yatırım yapan, para ve zaman harcayanlar teskin edilebilir: Emekleriniz büsbütün zayi olmayacak. Öyle ya da böyle Türk siyasetinde var olmaya devam edeceksiniz.
Bu trendden nasıl çıkılır? Bu en önemli soru. Meral Hanım'ın iki-üç gün dinlenmesi gerektiğini seziyorum. Sonrasında amaç televizyona Meral Hanım'ı konuk ettirmek değil, yorumcunun, muhabirin mutlaka İYİ Parti'ye yer vermesini sağlamak olmalı. Yani bir yere konuk olsa da, olmasa da söylediği sözleri kitleye taşıyacak olan, manşete çıkması, yankısının sürmesi, birkaç gün gündemde yer işgal etmesidir. Doğru hedef kitlelere, doğru mesajlar, doğru yöntemlerle verilmeli. Kredi kartı borçlarını ödeme hikayesi çok tuttu, örneğin. Daha ötesini bu alanda faaliyet gösteren şirket sahibi biri olarak yazmayı etik bulmuyorum. (Buraya gülücük gelecek)
Akşener, bütün AKP muhaliflerine umut oldu. Canlandırdı, bir ihtimal var dedirtti. Bir dalga yarattı ama yoruluyor ve yıpranıyor. Bunun kaymağını da İnce yiyecek gibi. Manzara budur, bundan kurtulmak lazım.
Hülasa, ümitvar olmak, daha da önemlisi, bu düşüş trendinden bir çıkış yolu aramak gerekiyor. İlk hedef, Erdoğan'ın doğrudan muhatap almasını sağlamak olmalı. Belki, seçime yakın çok sağlam isimlerle (bu lansman işini de beceremedi parti. İsmail Koncuk'un katılması bile güme gitti, kaynadı.) bir taslak bakanlar kurulu lansmanı yapılabilir. Oradaki isimler yeniden yukarı yönlü bir hareket yaratabilirler.
Son olarak, AKP vaat açısından cidden zayıfladı. Vaat veremiyorlar, kıraathane gibi saçmasapan vaatler bu yüzden çıkıyor. Vaatsizliğin çözümü de retoriğe abanmak. Bu da onları gerçekle alakasını tamamen yitirmiş, dünya liderimiz, dış mihraklar diye sayıklayan bir zombi seçmen yaratmaya itiyor. AKP kadar imkanları olmayan İYİ Parti'nin bu "zombi seçmen"i etkileyecek, onlar gözünde Erdoğan'ın büyüsünü bozacak bir hamle yapması lazım. Kral çıplak diyen çocuk, kraldan zayıftır ama onu devirebilir. Bu amaçla bir bütçe "AKP seçmenini anlamak"a ayrılmalı. Erdoğan'ı destekleme saiklerinin derinine ve arkaplanına inilmeli, öne sürülen nedenlerin psikanalizi yapılmalı.
Bakalım, gayret bizden, tevfik gayretten.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar