Beyler Çinli adı alır, halk Çinli sabanına koşulurken, kutlu soyun varisleri dahi fağfurun gözüne girmek için şaklaban olmayı kabullenirken, "Türküm!" demeye yalnızca 17 adam bulabildiğimiz o tarihi darboğazda vaziyetimiz daha mı iyiydi?
Dünyanın gördüğü ilk "küresel imparatorluk"un gemileri İstanbul'umuza demir atmış, kendine bakmaktan aciz padişahımız içi ümitsizliğin küf kokusuyla dolu bir kabuktan ibaret, yıllar süren savaşlar ve yenilgiden bıkmış halkı ikna edebilmek için "vallahi de ittihatçılık yapmayacağız" diye yeminler ederken, külüstür takalarla kaçırdığımız üç beş silaha muhtaç durumdayken, daha mı iyiydik?
Kız gelinimiz tecavüze uğrar, oğlanlarımız iğdiş edilir, en mahrem ve muhterem mabetlerimiz tahkir edilirken peki? Silahlı dört besmele, Sarıgöl Boğazına girerken bizden daha mı iyi hissediyordu?
Memleketin sınırlarını genişletmek istediğimiz için, haritalarda ırkımızın yaşadığı yerlere baktığımız için, bolşevik pespayeliğine pabuç bırakmadığımız, köşelerinden tetikçilik yapan dalkavuk zevata hodri meydan dediğimiz için yargılanırken, tabutluklara kapatılıp tırnaklarımız sökülürken daha mı iyiydik?
Bir ihtilal haberiyle doğan güneşin her sokağımıza kıpkızıl huzmeler bıraktığı, güneşin tez doğmasını istemekten başka suçu olmayan koçyiğitleri filistin askısına gönderdiğimiz, erkekliğimize elektrik verdikleri, yıllarca fırsat kollamış bir ezik ruhun olanca ihtirasıyla canavarlaşıp gerimize cop soktuklarında, o kahpe Eylül'de ve onun peydahladığı takip eden nesepsiz aylarda daha mı iyiydik?
Ordumuza kumpas kurulduğunu gördük. Şerefli Türk subaylarının iftiraya uğradığını. Sonra, PKK'nın barışçıl çiçek çocuklar gibi lanse edildiğini, ayan beyan üstlendiği eylemlerin "derin devlet"e ihale edildiğini, devlet eliyle örgütün aklanıp, TSK'nın mahkum edildiğini izledik. Kandil'e selamlar gönderildiğini gördük, teröristin ayağına mahkeme götürüldüğünü gördük, kol kola şarkı söyleyenleri gördük, askeri kışlalara hapsedenleri, asker eşlerine dil uzatanları, devran dönünce yine askerle poz kesenleri gördük, evet. Üniversitelerde kardeşlerimiz katledildi, "ellerinde keleşler / düşüyor ülkücüler" diye halay çektiler karşımızda, eğitim hakkımız gaspedildi, gölgesinden korkan rektörler, dekanlar, profesörler haklıya değil, güçlüye, devranın rüzgarını almışa arka çıktılar. Sahipsiz kaldık.
Ümitlerimiz yıkıldı. Hayallerimizi çaldılar. Her türlü ahlaksızlık, hainlik, yalan, dolan, sahtekarlık, terbiyesizlik, akla zarar, göz göre göre yapılan her türlü madrabazlık kabul gördü, kanıksandı. Yükseldi arşa neşvesi dûnun, esafilin, bizim ah u zarımız toprakta gizli kaldı. Evet. Yarı yolda bırakıldık, en yürekten yoldaşlarımız bizi sattılar, biz görünen, bizden görünen hainler şahsi menfaatlerini düşmanın emelleriyle tevhid ederken bunu bir de suret-i haktan görünerek yaptılar, Türklük adına yaptılar, milliyetçilik adına yaptılar. Karşısına çıkarken umut bağladıklarımız kendi derdine düştü. "Ev başına kara han" oldu.
Fakat bizim görüp geçirdiğimiz, bizden öncekilerin görüp geçirdiklerinden daha kötü değildir. Henüz, -evet henüz- düşman bu denli mütecaviz değil, biz de o kadar güçsüz değiliz. Yeniğiz, bıkkınız, enerjisiziz. Fakat aczimiz o mertebede değil. Biz bu zulmetler içinden çıkarız bir gün olur diyen ozan bunu derken ufuk kapkaraydı. Bizim ufkumuzda Atatürk'ün kazanımları hala sımsıcak tebessüm ediyor.
Yöntem değiştireceğiz. Kendimizi değiştireceğiz. Durmadan arayacağız, durmadan deneyeceğiz. Bize gelmiş olan, tevarüs etmiş, önümüze hazır ve sımsıcak konmuş olan işte, üstteki paragraflarda kısaca tarif ettiğim korkunç manzaralarda yol arayan, çıkış bulan, çok daha vahim şartlarda başaran, başaran, başaran insanlar sayesinde bize erişmişti. Kıymetini bilemedik, elimizden aldılar. Devleti Ortadoğu'nun aşiret işletmesine çevirdiler, milleti yerli ve milli mankurtlara dönüştürdüler, evet. Fakat Cenap Şahabettin'in cephedeki askere yazdığı mektupta dediği gibi, bizde belki fen yok, ve belki sanat yok; fakat, bi-şüphe salah ve... Türklük vardır! Üstelik fende de, sanatta da, bize hain diyen kitlenin fersahlarca ötesindeyiz. Akıllı olan, donanımlı olan, memlekete faydası olan, deyim yerindeyse Türkiye'nin çarkını döndürenler bizleriz. Gücümüz buradadır.
Kaygusuz, kelebek ok yay almış ava şikare çıkmış / donuzları korkudur ayuları koçmağa diyor. Ayıyla, domuzla bir kelebek zarafetiyle savaşacağız. O cılız Türkmen kollarımızdaki kuvvet imparatoru da, şahı da, sultanı da, padişahı da ürkütegelmiştir. Biz Türkmen kelebekleri, yeniden dikileceğiz en korkunç canavarların karşısına. Belki Boğaç gibi, çadıra direk dikerler ki yıkılmasın, ben yumruğumla neden bu canavara destek olayım ki diye sorgulayıp, önünden çekileceğiz. Belki o zaman canavar, tepesi üstüne, kendi gücüyle yıkılıp telef olacak.
Şunu biliyorum ki, ademiyetten zulümle idraki kaldırmak mümkün değildir. Zamanın ruhu ve eşyanın tabiatı bizden yanadır. Yeter ki umutsuzluk aşılamayın kendinize ve çevrenize. İnanın, güvenin, çalışın. Bizim olanı bu kadar kolay ve aciz bir şekilde bu güruha teslim etmek zorunuza gitmiyorsa pes edebilirsiniz. Ama zorunuza gidecekse, yol uzun ve çetin. Bu uzun ve çetin yolda celali ruhumuzla, basmacı yüreğimizle, ittihatçı azmimizle yürüyeceğiz.
Ümit, en sonra terk olunan şeydir.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar