Üye Girişi

Üye Girişi

Bir Yabancının Gözünden Sevr, Lozan, Sykes-Picot

27 Oca 2018

Türkiye'de Lozan'ı tartışmaya açanın Kürtçü, Pontusçu yahut Taşnak geleneğinden teröristler olmasını beklerdik. Ancak bizzat cumhurbaşkanı tarafından tartışmaya açılıyor olması ilginç. Erdoğan, bütün diğer hataları, günahları ve Çözüm Süreci gibi ihanet projelerinin ötesinde, sırf tarihi Kadir Mısıroğlu'ndan öğrendiği gerçeği ile, Cumhurbaşkanlığı görevine layık ve ehil olmadığını gösteriyor.

Tartışmalar sürerken, birkaç yazımda referans verdiğim bir İngilizce makaleyi Türkçe'ye çevirmek istedim. Makaledeki her iddia ve tespite katılmıyorum elbette, ancak bir Amerikalı'nın Sevr, Lozan ve güneyimizdeki devletlerin felaketine neden olan Sykes-Picot hakkında neler düşündüğünü görmek Lozan'ı anlamak için oldukça önemlidir diye düşünüyorum. Bizi Suriye, Irak gibi ülkelerden ayıran, kendi sınırlarımızı çizebilmemiz, kan dökerek, bedel ödeyerek bir ulus devlet olabilmemizdir. Ödediğimiz bedelle aldığımız Lozan garantisini delmeye çalışmak, Türkiye'yi Suriye yapmak isteyenlerin projesidir.

Yazı, Nicholas Danforth imzalı, 10 Ağustos 2015'te Foreign Policy dergisinde yayımlanmış. Çevirisini yayımlamak için kendisinden izin aldım, bu vesileyle teşekkür ederim. Soykırım gibi ifadelerin yanına "sözde" eklemedim, doğrudan çeviridir:


Sykes-Picot’yu unutun. Modern Ortadoğu’yu Sevr Antlaşması açıklıyor.

Doksan beş yıl önce bugün, Avrupa Osmanlı İmparatorluğu’nu taksim etmişti. Antlaşma bir yıl bile yürürlükte kalmadı, ama artçı şoklarını bugün hala hissediyoruz.

Doksan beş yıl önce bugün, Avrupalı diplomatlar Paris banliyösü Sèvres’teki bir porselen fabrikasında toplandılar ve Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden yeni bir Ortadoğu yaratmak için bir antlaşma imzaladılar. Plan o kadar çabuk çöktü ki, bugün neredeyse hiç hatırlamıyoruz; fakat kısa ömürlü Sevr antlaşmasının, durmaksızın tartışılan Sykes-Picot antlaşmasından hiç de az etkili olmayan sonuçlarını bugün halen gözlemleyebiliyoruz. Bu unutulmuş antlaşmanın yıldönümü sessizce geçip giderken bu sonuçlardan bazılarını irdelemek yerinde olacaktır. 

1915 yılında, Britanya askerleri Gelibolu yarımadası üzerinden İstanbul’a yürümek için hazırlık yaparken, Londra’daki hükümet Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunun geldiğini müjdeleyen ipek mendiller bastırıyordu. Bu biraz vakitsiz bir hareketti (Gelibolu savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun az sayıdaki I. Dünya Savaşı zaferlerinden biri olmuştu) ancak 1920 yılına gelindiğinde Britanya’nın özgüveni haklı çıkmış gibi görünüyordu: Müttefik askerlerin Osmanlı başkentini işgal ettiği bir manzarada, savaşın muzaffer güçlerinin temsilcileri mağlup Osmanlı hükümetiyle imparatorluğun topraklarını Avrupalı devletlerin nüfuz bölgelerine ayıran bir antlaşma imzaladılar. Sevr antlaşması İstanbul’u ve Boğaz’ı uluslararası bir statüye getirirken Anadolu’dan Yunanlara, Kürtlere, Ermenilere, Fransız, İngiliz ve İtalyanlara toprak veriyordu. Avrupalıların Ortadoğu’yu bölüşme planlarından ilkinin nasıl ve niçin başarısız olduğunu görerek, bölgenin günümüz sınırlarını, çağdaş Kürt milliyetçiliğinin çelişkilerini ve modern Türkiye’nin karşılaştığı siyasi sorunları daha iyi anlayabiliriz. 

Sevr antlaşmasının imzalandığı yıl içinde, Avrupalı güçler çiğneyebileceklerinden daha büyük bir lokma ısırdıklarından şüphelenmeye başladılar. Yabancı işgaline direnmeye kararlı Mustafa Kemal Atatürk gibi Osmanlı subayları, Osmanlı ordusunun bakiyelerini yeniden teşkilatlandırdılar ve birkaç yıl süren gözü kara bir savaştan sonra antlaşma maddelerini dayatmaya çalışan yabancı orduları ülkeden sürdüler. Sonuç, yeni sınırları 1923 yılında resmi şekilde Lozan’da kabul edilen, bugün tanıdığımız Türkiye oldu.

Sevr batıda büyük ölçüde unutulmuş durumda, fakat kimi düşünürlerin “Sevr sendromu” dediği bir çeşit milliyetçi paranoyanın güçlenmesine ön ayak olduğu Türkiye’deki mirası oldukça güçlü. Sevr Türkiye’nin Kürt ayrılıkçılığına dair hassasiyetinde kesinlikle bir rol oynuyor, –Avrupalı diplomatlar tarafından Anadolu’daki planlarını haklı göstermek için 1920 yılında bayağı kullanılan- Ermeni soykırımının bir tarihi gerçek değil, anti-Türk bir komplo olduğuna dair inanışın şekillenmesinde de. Bunun ötesinde, Türkiye’nin kuruluşundaki sömürgeci işgaline karşı mücadele, önceleri Britanya, Soğuk Savaş döneminde Rusya ve şimdilerde çok daha sık bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri aleyhine gelişen, anti-emperyalist bir milliyetçilik suretinde kalıcı bir iz bıraktı. 

Fakat Sevr’in mirası Türkiye’nin çok ötesine uzanıyor, tam da bu yüzden bu antlaşmayı Ortadoğu tarihimizde Sykes-Picot’nun yanına koymalıyız. Bu bize bölgenin sorunlarının Avrupalıların boş bir haritada sınırlar çizmesiyle başladığına dair yaygın kanıya karşı çıkmada yardım edecektir.

Avrupalıların becerebildikleri sürece kendi çıkarlarına uygun düşen sınırlar yaratmaktan memnun olduklarına şüphe yok. Fakat Sevr’in başarısızlığı bazen beceremediklerini gösteriyor. Avrupalı devlet adamları Anadolu’nun haritasını yeniden çizmeye kalktıklarında, çabaları zorla boşa çıkarılmıştı. Ortadoğu’da ise, aksine, Avrupalılar kendilerine direnen insanlar üzerinde hakimiyet kurabilmelerini mümkün kılan askeri güce sahip olmaları sayesinde sınırları dayatabilmişlerdi. Suriyeli milliyetçi Yusuf el-Azme, bir diğer bıyıklı Osmanlı subayı, Atatürk’ün askeri başarısını tekrar ederek Fransızları Maysalun savaşında yenebilseydi, Doğu Akdeniz’deki Avrupalı planları Sevr’in akıbetine uğrardı. 

Farklı sınırlar Ortadoğu’yu daha istikrarlı, ya da en azından sekteryan şiddete daha az yatkın kılar mıydı? Mutlaka öyle olurdu diyemeyiz. Ancak tarihe Sevr gözlükleriyle bakmak, Avrupalıların çizdiği haritalar ve Ortadoğu’daki istikrarsızlık arasındaki neden-sonuç ilişkisine dair daha derin bir noktaya işaret ediyor: Avrupalıların dayattığı sınırlara sahip bölgeler, ekseriyetle zaten çok güçsüz ya da dağınık olup sömürgeci işgale direnemeyecek olan bölgelere tekabül ediyor. Türkiye Suriye ve Irak’tan daha zengin ve daha demokratik olduysa bu şans eseri doğru sınırlara sahip olduğundan değil. Bilakis, Türkiye’nin Avrupalıların planlarına karşı koyup kendi sınırlarını çizmesini mümkün kılan faktörler –Osmanlı’dan miras kalan bir ordu ve ekonomik altyapı da dahil- Türkiye’nin güçlü, merkezi, Avrupa-tarzı bir ulus devlet olmasını mümkün kılan faktörlerle çoğu zaman aynı. 

Tabii ki, bolca Kürt milliyetçisi Türkiye’nin sınırlarının yanlış çizildiğini iddia edebilir. Kesinlikle, bazıları Kürtlerin devletsizliğini, bölgenin Osmanlı sonrası sınırları açısından ölümcül bir hata olarak görüyorlar. Fakat Avrupalı emperyalistler Sevr ile bir Kürt devleti yaratmaya çalıştıklarında, birçok Kürt Atatürk’ün yanında, antlaşmayı geçersiz kılmak için savaştı. Bu, siyasi sadakatin bugün daha iyi anlayacağımız şekillerde milli kimliklerin ötesine geçebileceğini ve geçtiğini hatırlatıyor. 

Sevr’de öngörülen Kürt devleti, aslen, İngiliz kontrolü altında olacaktı. Bu bazı Kürt milliyetçilerinin işine gelirken, diğerleri bu tarzda bir İngiliz boyunduruğu altında “bağımsızlık”ı sorunlu buldular. Bu yüzden Türk milli hareketine katılarak mücadele ettiler. Özellikle dindar Kürtler arasında devam eden bir Türk ya da Osmanlı hükümranlığı, Hıristiyan sömürgeciliğinden daha tercih edilebilir görülüyordu. Diğer Kürtler, daha pratik açıdan bakıyor, bir defa ipleri eline alan İngilizlerin kaçınılmaz biçimde yakın zamanda bölgeden sürülüp geri dönme yollarını arayan Ermenileri destekleyeceğini düşünüyorlardı. Bunlardan bazıları, yaratmak için savaştıkları devletin beklediklerinden çok daha fazla Türk -ve daha az dini- olduğu ortaya çıkınca bilahare pişman olacaklardı. Fakat diğerleri, derecesi değişen farklı baskılar altında, yeni devletin onlara sunduğu kimliği kabul etmeyi seçtiler.

Türk milliyetçilerinin çoğu, devletlerinin Sevr tarafından nasıl yok edildiğini düşünerek korkuyor, diğer yandan birçok Kürt milliyetçisi kurma fırsatını kaçırdıkları devleti hayal ediyorlar. Aynı zamanda, Kürt ayrılıkçılarının lideri Abdullah Öcalan, görünüşe göre hapiste sosyolog Benedict Anderson’u okuduktan sonra bütün milletlerin sosyal inşa ürünü olduğunu keşfettiğini söylerken, bugünün Türk hükumeti Osmanlı hoşgörüsü ve çokkültürlülüğünün erdemlerini övüyor. Hükümetteki Adalet ve Kalkınma Partisi ve Kürtçü HDP, son on yılın çoğunu Kürt seçmenleri kendi partilerine verilecek bir oyun barış için olacağına ve hangi partinin Türkiye’nin uzun zamandır kaynayan çatışmasını daha istikrarlı ve kapsayıcı bir devlet yaratarak çözmek için doğru seçenek olduğuna ikna etmek için rekabet ederek geçirdiler. Kısaca özetlemek gerekirse, birçok Amerikalı Ortadoğu’da Avrupalıların yarattığı devletlerin “suni” doğasına dair tartışadursunlar, Türkiye “hakiki” olduğunu kanıtlamanın bir asırlık takıntısının ötesine geçiyor. 

Söylemeye gerek bile yok, geçtiğimiz haftalarda Türkiye’de şiddetin hortlaması millet-ötesi bir uzlaşmanın kırılgan bileşenlerini tehdit ediyor. AKP Kürt siyasi liderlerinin tutuklanması için çağrı yapar ve Kürt gerillalar polis memurlarına ateş açarken, iki taraftaki milliyetçiler tanıdığımız, uzlaşmaz konumlarına geri dönüyorlar. 95 yıl boyunca, Türkiye Sevr Antlaşmasına karşı kazandığı zaferin siyasi ve ekonomik kazanımlarını hasat etti. Fakat bu başarının üzerine koymak için artık daha esnek, sınırlar ve milli kimlik üzerine savaşları konu dışı bırakan bir siyasi model yaratması gerekiyor. 

Nicholas Danforth 


Orijinal Başlık: Forget Sykes-Picot. It’s the Treaty of Sèvres That Explains the Modern Middle East.

Türkçeye çeviren: M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

Son Düzenlenme Salı, 25 Aralık 2018 23:35
 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

824 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs