"Badass of the Week" isimli bir sayfa var, gülmek istediğimde açar rastgele okurum. Tarihten çeşitli simaları mizahi, ama tasvir gücü yüksek bir üslupla anlatır, hem güldürür hem de ünlü-ünsüz birçok tarihi şahsiyete dair portreler çizer. Fakat yıllardır sitede en beğendiğim yazı, Atatürk özel yazısı. O kadar güzel tarif ve tasvir etmiş ki, bir "yabancı"nın bu kadar güzel anlattığı Atatürk'ü hala sevmeyen Türkler olduğunu hatırlar, üzülürüm. Yazıyı sosyal medyada sıkça paylaşmışımdır, ama sevgili nişanlım gibi İngiliz lisanı bilmeyen Türklerin bu zevkten mahrum kalmasını istemedim. El atıp çevirdim, umarım faydalı olmuştur.
Bazı tabirlerin Türkçe alışılmış tam karşılığı yok. "Badass" onlardan biri. "Cengaver" diye çevirdim, fakat asıl anlamıyla değil, "ne cengaver adam!" cümlesindeki anlamıyla. Sıkı adam, taşaklı adam, sağlam adam anlamında.
Yazıda bol bol argo ve küfür var. Mümkün mertebe, Türk okuyucuya tuhaf gelmeyecek Türkçe karşılıklarla yazarın üslubunu yansıtmaya çalıştım. Tabirler benim abartmam değildir, hatta "fuck-ton" gibi sözcükleri küfürlü argoyla çeviremedim, "itine dök" gibi küfürsüz argoyla karşıladım.
Yazının orijinalini burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.
Haftanın Cengaveri: Mustafa Kemal Atatürk
Ay yıldız için göt yakmış bir Türk kahramanına dair ne zaman bir yazı yayımlasam, Pazartesi ofise bir yığın sadık Türk okurumdan gelmiş, "Evet bu adam bayağı sağlam ama ülkemizin en cengaver adamını atlamışsın, bu ne bok yemektir şimdi?" diyen bir dizi e-posta beni bekliyordur diyerek geliyorum. "Türk tarihinin en cengaver adamı" tabiri, birkaç yüzyıl boyunca über-kudretli, harem yığan, engin zenginliklere hükmedip uçsuz bucaksız topraklarda taşak kaşıyarak gezen sultanlar yaratmış bir ülke için hiç de azımsanacak bir iddia değil, yine de Anadolu'nun göt düşüren ihtişam silsilesine rağmen, bir adam ülkenin tartışmasız tek milli kahramanı olarak öne çıkıyor: Mustafa Kemal Atatürk. Göt yakan bir liderlik kasırgası halinde, hem kendi halkının neredeyse tamamının sevdiği, hem düşmanlarının saygı duyduğu bir adam. Namını, düşmanlarının taşaklarını cephede fevkaladenin fevkinde bir süngü hücumu gösterisiyle ezerek kazanmış, aynı zamanda bir şekilde Birleşmiş Milletler tarafından "Dünya barışı, uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı"ya yaptığı katkılardan ötürü taltif edilmeyi başarabilmiş bir adam. O kadar emsalsiz bir cengaver ki, ülkesinde ona hakaret etmek yasadışı, tabii Türkler götünüzü tekmeleyerek peltenizi çıkarmaz ve mahkemeye çıkacak kadar yaşarsanız.
Atatürk efsanesi 1881 yılında başlar, Mustafa adlı bir çocuğun doğuşuyla. Biraz ironik şekilde, "Bütün Türklerin babası" bugün Yunanistan sınırlarında kalan Thessaloniki'de doğmuş; yine de, onu savunmak adına söylemeliyiz ki o zamanlar şehrin adı Selanik'miş, kulağa çok daha Türkçe gelen bir kelime. They Might Be Giants* grubundan daha önce öğrenmiş olabilirsiniz, Yunanlar ve Türkler yenilmiş düşmanlarına nispet olsun ve hayat geri kalan herkes için daha da zorlaşsın diye genelde ele geçirdikleri şehirlerin isimlerini değiştirirler; ve Selanik-Thessaloniki de yıllar boyunca süregelen terminoloji karmaşasından muaf tutulmamış. Mustafa İstanbul'da (Constantinople değil) askeri okula gider, 1905 yılında teğmen rütbesiyle mezun olur ve kılıcını Osmanlı İmparatorluğunun düşmanlarına karşı kınından sıyırır. Herkes Mustafa'nın bir gün büyük adam olacağını daha o günden biliyordu, adam okulda o kadar taşaklıymış ki öğretmenlerinden bir tanesi lakabını "Kemal" takmış, kemal Türkçe "mükemmeliyet" demektir. Bu her Allah'ın adamının her Allah'ın günü alabileceği bir lakap değil ve tabii ki genç subayımız etrafındaki herkesin ona "Mustafa Mükemmeliyet" diye hitap etmesinden memnundu. Daha sonra Genç Türkler'e katıldı, Osmanlı Sultanı'nı 1908'de tahttan indirmek, Türkiye'ye parlamenter meşruiyeti getirmek ve Rod Stewart'ın 80'lerde yaptığı ve en iyi 25 şarkısından biri olan eserine** adını vermekle meşhur bir devrimci, ilerici siyasi partiye. Jön Türklerle ilişkisi neredeyse okuldan atılmasına ve ihanet suçlamasıyla idamına neden oluyordu ama bir sebepten dolayı olmadı.
Müstebit bir diktatörü devirmek ve yerine demokratik yollardan seçilmiş görevlileri getirmek çok güzel tabii ki, ama Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar olduğu şeye nazaran bayağı boktan bir hale geldiği fikrini defetmek için iki meclisli bir parlamentodan daha fazlası gerekiyordu. Batılı güçlerin askeri savunma kabiliyeti aşağı yukarı mononükleoz hastası bezgin bir adamı andırdığı için seve seve "Avrupa'nın hasta adamı" diye adlandırdığı Osmanlı İmparatorluğu kendisini bayağı kuvvetli dış güçlerin saldırısı altında bulmuş ve iş Yüzbaşı Mustafa Kemal gibi adamların çöken imparatorluktan toprak ve zenginlik aşırmaya çalışan kudretli modernize ordulara karşı koyabilmesine kalmıştı. Yüzbaşı Mükemmeliyet adını ilk defa 1911 yılında Libya'da abartanı siksinler dedirtecek bir yiğitlikle, taşaklarını ortaya koymuş 200 kişiyi 2000 hazırlıksız yakalanmış İtalyan'a karşı hücuma kaldırıp, düşmanı siperlerden söküp atmakla yetinmeyip, bayağı bir adedini esir alıp bu süreçte İtalyanların kancık enikler gibi görünmesini sağlayarak kazanmıştı. Daha sonra 1912 ve 1913 Balkan savaşlarında destekleyici bir rolde bulundu, mütemadiyen bayağı üstün ve Türkleri Doğu Avrupa'dan atmaya çalışan Yunan, Bulgar ve Sırp güçleriyle savaştı.
Atatürk'ün askeri kariyerinin zirve noktası, lakin, Birinci Dünya Savaşı'nda Gelibolu sahillerinde, 16 İngiliz, Fransız, ve Anzak tümeni Çanakkale'yi işgale kalkmış ve Mustafa Kemal'in içi yıkımla dolu, dışı titanyum kaplı taşaklarına kafa üstü dalmışken çetin cevizliğini ispatladığı gösteridir. O esnada Kemal yalnızca bir ihtiyat tümenini komuta eden bir Albaydı, Boğaz'da düşmanın eline geçerse Osmanlı İmparatorluğu'nun taşaklarına toparlanamayacağı bir darbe vurmasını mümkün kılacak bir geçidi koruyordu. İmparatorluğun bütün umudu ve askeri kabiliyetini omuzlarına yüklenmiş bir şekilde, Atatürk dünyanın en sağlam savaşçılarından bir grupla meydan okudu ve biraz azim, biraz siper ve bir miktar merminin neleri başarabileceğini dünyaya ispatladı.
Kemal itine dök bir yığın Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Britanyalı gelip bir çırpıda Türkiye'nin canına okumak için hamle yaptığında cephe hattındaydı ve onun nöbetinde böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceğinden bayağı emindi. Böyle bir yetkisi olmasa da, Kemal bölgedeki bütün savunma kuvvetlerinin komutasını üstlendi ve hepsini ön cepheye, neye mâl olursa olsun bu Avrupalı Zerg Rush'ını durdurma göreviyle hücuma gönderdi. Muhkem mevzilere inatçı bir şekilde tutunup, kaybedilen bölgeleri geri almak için yapılan hücumları bizzat komuta ederken bu adam, sözün özü, sahil boyunca bir aşağı bir yukarı gidip uzaktan bir çatışmaya benzeyen her şeye müdahil oluyordu. Tabii, göt tekmelemede geri kalmayan bayağı yıldızlar karması bir kadro vardı karşısında, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar ve Gurkhalar, Britanya Donanması'nın bombardımanını da unutmamak lazım; fakat Atatürk'ün sikinde değildi. Sarıbayır sırtı cengaver Gurkhaların*** elde kukrilerle hücumuyla düşünce, Kemal bir grup adamı alıp taşağını koyarak giriştiği intihar saldırısıyla kritik tepeyi geri almıştı. Geri çekilirken düşmana atacak mermilerinin kalmadığından şikayet eden bir Türk müfrezesine denk geldiğinde, onlara taşaklarını toplayıp, süngülerini takıp, mevkilerini koruyup, kol mesafesine giren sıçandan büyük her şeyi süngülemelerini emretmişti. Çıkarmanın daha açılış safhasında ezici bir müttefik zaferine dönüşebilecek bu saldırıyı basit bir Albay neredeyse tek başına engellemişti, ve sonra, yaklaşık on ay süren yoğun çarpışmalarla, mevkiini yüz bin azimli müttefik askerine karşı inatla korudu. Büsbütün pervasız ve taşaklı tavrı (karargahı ateş hattından yalnızca 300 adım ilerideydi) adamlarına ülkeleri uğruna savaşmak için ilham oldu ve Gelibolu Osmanlılar'ın hanesine yazılan büyük bir zafer olarak tarihe geçti.
Bütün bunlar yeterince etkileyici değilmiş gibi, Gelibolu'dan sonra Albay Kemal Kafkasya'ya, donduran dağ soğuklarında Ruslara karşı savaşmaya gitti, oradan da her şeyi iyice karıştırmak için Suriye'ye gidip Arabistanlı Lawrence'in Arap İsyanı'nı alev alev yanan kumlarda durdurdu. Adamın hiçbir şey sikinde değildi, ona saldıran işgalcilerin nerede olduğunu işaret ediyordunuz ve o da gidip askerlerini yaklaşan her şeyi kazığa geçirmeye hazır dikenli bir duvara dönüştürüyordu.
Lakin Kemal'in zaferleri çöken imparatorluğu yenilgiden kurtarmaya yetmemişti ve Kemal'in dünyadaki herkesi öldürmek için harcadığı bütün çabaya rağmen İstanbul hükumeti nihayet İngiliz-Fransız ittifakına teslim oldu. Batılı güçler, bütün bu dünya savaşı mevzusundan sıtkı sıyrılmış halde, Versailles antlaşmasına benzeyen acımasız maddelerle dolu bir dizi cezayı Türklere dayattı, onları haraç ödemeye zorlayıp sınırlarını yeniden çizerek, topraklarını batılı güçler arasında bölüştürdü.
Bir kez daha Kemal masaya malafatı vurup Batılılara gidin eşek sikin demek zorundaydı. Bu cengaver komutan Gelibolu sahillerinde o kadar insanı oturup bir grup tanrının belası Avrupalıyı milletinin topraklarını bölüşürken izlemek için haklamamıştı; ve derhal teslim şartlarını reddetti, gecenin bir yarısı bir gemiyle İstanbul'u terk edip Karadeniz'i geçti, Ankara'da yeni bir hükumet merkezi oluşturup ana vatanını işgal eden yabancı güçlere karşı isyan bayrağı açtı. Bundan sonraki 2 yıl boyunca, bu inatçı, tam manasıyla göt yakan adam birleşik Fransız, İngiliz ve Yunan güçlerine karşı savaştı, yeni başkentine yönelen saldırıyı durdurdu, savaşta onları ezip, Akdeniz'e dökerken ikinci defa Sultan'ı İstanbul'dan kovaladı ve nihayet Türk istiklalini yeniden tesis etti. Girsin lan bu da size, amına koyduğumun trolleri.
Bütün bu göt tekmeleme işi tabii Kemal'e Türkler arasında bayağı bir takipçi kazandırmıştı (kendi halkının George Washington'u olmak genelde böyle sonuçlanır) ve 1923'te demokratik yeni Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Saltanatı ebediyyen kaldırdı, seküler, dini illiyeti olmayan bir demokrasi kurup, 300 yıllık bir modernleşmeyi ülkesine yaklaşık 10 yılda kazandırdı. Kökten hukuki değişiklikler yaptı, zorunlu eğitimi getirdi, kadınların özgürlüğünü ve eşitliğini kısıtlayan kanunları kaldırdı. Oha, adam alfabeyi bile Latin harfleriyle değiştirdi ve takvim sistemini dünyanın geri kalanının kullandığı bokla aynı yaptı.
Her fırsatta göt yakmasına rağmen Kemal güç eline bir kez geçince bayağı soğukkanlı bir adam olduğunu gösterdi. İnsanlara ulaşmak için harekete geçti ve Yunanistan, Avustralya, Rusya gibi eski düşmanlarıyla, bir zamanlar adamlarına gözlerini süngüyle oyması için emir verdiği insanlarla barış, iyi ilişkiler ve ticari bağlar kurmayı başardı. Uluslararası anlaşmazlıklarda arabuluculuk yaptı, barış için çalıştı ve komşularıyla iyi niyetli ilişkiler kurdu, amına koyayım adam o kadar sağlamdı ki Avustralya'nın başkentinde bile heykelini diktiler ve 1981 yılını Birleşmiş Milletler doğumunun yüzüncü yıldönümü anısına Atatürk yılı ilan etti. Dünyanın bütün deliklerinden fışkıran bütün bu iyi niyete rağmen tabii ki bu adamı kimse Türklerden daha fazla sevmedi... Hükumet ona resmi olarak "Atatürk" soyadını verdi, Türkçede "Türklerin Babası" anlamına gelir ve Türkler adamı o kadar sevdiler ki 15 yıl boyunca onu sürekli devlet başkanı seçtiler, 16. yıl devlet başkanı seçmedilerse bu da öldüğündendir. Anladığım kadarıyla, bugün bile ülkedeki her şey onun şerefine adlandırılıyor.
Ben Thompson
badassoftheweek.com
Notlar:
*They Might Be Giants, "Constantinople değil İstanbul" başlıklı bir şarkı yapmış müzik grubu.
**Yazar burada Rod Stewart'ın "Young Turks" başlıklı şarkısına gönderme yapıyor. Şarkı Türklerle ilgili değil, ama delidolu olmakla ilgili, pek severim.
***Nepalli Gurkhalar, vahşilikleri ve Kukri denen hançerleriyle meşhur bir İngiliz birliği.
Orijinal Başlık: Badass of the Week: Mustafa Kemal Ataturk
Türkçeye Çeviren: M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar