Bahçeliciliğin bir dine dönüştüğünü hayretle müşahade ediyorum: 750 delege gelip imza veriyor, öncesinde 550 delege kurultay istiyorum diyor, cevap: Yok, yaptırmayız. Hainsiniz, partimizi ele geçiremezsiniz. Siyasi parti başkanları, otoritelerini genel kuruldan alırlar, delegelerin oyu, onların meşruiyetini sağlar. Eğer Devlet Bahçeli "atanmış" bir başkan değilse, yani Tayyip Erdoğan'ın "MHP işlerinden sorumlu müdür"ü değilse, meşruiyet ve otoritesini nereden alıyor? Bilmediğimiz bir Bahçeli dini mi doğdu? Destekçilerinin akla zarar, gözü kapalı Bahçeli savunmalarına ve ülkücü iradeye saldırmalarına bakılınca, Bahçeli yeni bir Müseylemetül Kezzap yahut Sabatay Sevi vakasıdır.
Bu manzarada gittiğimiz MHP Kurultayı'nda ise, her türlü olumsuzluğa ve polislere "müdahale etmek istemediğimizden" kurultayı gerçekleştiremememize rağmen çok güzel mesajlar aldım genç bir ülkücü olarak. İnsanlarda yeni bir şevk, heyecan, birliktelik ruhu vardı. Bahçelicilerin olmadığı her ülkücü ortam, gayet nezih bir ortam oluyor.
İlber Ortaylı, Osmanlı'yı incelerken bir "kompartımanlar sistemi"nden bahseder: Her bir etnik yahut dini grup, kendi kompartımanındadır. Ve kompartımanlar arası iletişim mümkün olan en alt seviyede tutulur ve hatta iddia edebiliriz ki, Osmanlı kompartımanların birbiriyle kavgalı olmasını arzular: Bu sayede merkezi otorite, her bir kompartımanı kolayca yönetebilecektir. Bahçeli rejiminde de böyle bir usul vardı: Başkan makamı ile taban arasındaki mesafe kasten arttırıldı ve tabanın homojenleşmesi engellendi. En önemli hamlelerden biri, Erciyes Zafer Kurultayı'nın kaldırılmasıydı. Suskunluk Sarmalı teorisine benzer bir biçimde, her bir ülkücü "rahatsız"ın, "muhalif"in kendi zihnine hapsolması için, bir araya gelip kolektif bir bilinç oluşturma enstrümanlarından en önemlisi yok edildi. Kurultay'da, ülkücüler bir araya gelir, birbirlerinin fikirlerini öğrenir ve bir ülkücü iradeyi kolektif olarak tesis ederlerdi. Şayet Kurultay devam etseydi, Bahçeli ihanetini bu raddeye vardıramazdı. Şimdi ise, Meral Akşener etrafında bu ruhun yeniden oluştuğunu görüyorum. Temsil edildiği makamla iletişime geçemeyen, doğru temsil edilmediğini düşünen ve muhatap bulamayan insan, hırçınlaşır. Bizler, şimdiye dek hırçındık ve Bahçeli'nin arzu ettiği gibi birbirimize düşüyorduk. Meral Anne, getirdiği ümit ve solukla, bunu sihirli bir el değmişçesine ortadan kaldırdı, en önemli kazanımımız budur.
Biraz teknik bilgi vermek gerekirse, hukukçularla yaptığım görüşmelerden anladığım kadarıyla, kongrenin olmamasının sebebi şu: Hukuken, tebliğ ettiğimiz adreste yapmamız lazım Kurultay'ı. Fakat bu polis tarafından engellendi, mekana giremedik. Girmemiz için tek yol, polise "müdahale" etmemizdi, bir ülkücü yoldaşın dediği gibi, polis "acaba ülkücüler bize müdahale eder mi" diye korkuyordu ama, Meral Anne vatan evlatlarına el kaldırmayalım dedi, kaldırmadık. Sohbet etme imkanı bulduğumuz Suat Başaran, "Bu hep böyle olacak. Siz 'yav bu yaşlılar da amma çekingen' diyeceksiniz, biz de 'bu gençler de amma deli' diyeceğiz" dedi, ve haklıydı. Vatan evlatlarına el kaldırmayacağız sözü annemizden gelmese, "ülkücü iradenin önüne duran haindir" diyerek o barikatları kaldırırdık.
Parti içi mevzulara çok girmek istemiyorum ki, ayrıntısını biraz Neden Meral Akşener yazımda anlatmıştım. Fakat asıl olarak odaklandığım, Meral Anne'nin bütün bir Türkiye için umut ışığı olması. Düşünün ki, Milliyetçi Hareket Partisi'nin iç işleri olmaktan çıkan bu mevzu, Türkiye'nin diktatör karşısındaki ölüm-kalım ve hürriyet savaşına dönüşmüştür. Bambaşka arkaplanlardan birçok insan, Meral Hanım'a muhabbetini beyan ediyor. Türk milliyetçilerini böyle bir hürriyet savaşının tek anlamlı adresi, bütün Türkiye'nin tek "makul umudu" yapan ve mücadelesine devam eden Meral Hanım'a ne kadar teşekkür etsek azdır. Türk milliyetçiliği adına bu müthiş bir kazanımdır. Meral Hanım, bu sayede, şahsi profilinin de buna uygun olmasıyla, MHP'yi kitleselleştirecektir. Eğer karikatür olmak, dışlanmak, ucube gibi algılanmak istemiyorsak, böyle "hayata dokunan meseleler"in içine girip mücadeleler vererek kitleselleştirmeliyiz. Bunun Türk milliyetçiliği yahut MHP'yi sulandırma gibi bir ihtimali yoktur: 18 yıldır uğraşan Bahçeli bile beceremedi bunu. Aksine, Türk milliyetçiliği böyle kitleselleşerek daha önce giremediği ortamlara, kamulara girecek, yeni ülkücüler yaratacaktır.
PKKlının ayağına mahkeme götürenlerin, Tayyip Erdoğan'dan Adalet Bakanı'na, MHP Kurultayı'nda, ülkücü iradenin namuslu ve yasal tercihlerini nasıl hukuksuzca engellemeye kalktığını gördük. Söyleyeceğimiz şey çok basit: Bu bütün Türkiye'nin hukuk ve hürriyet kavgasıdır. Tayyip Erdoğan diktatöryasından kurtulmanın tek yolu, Meral Akşener'in başında olduğu bir MHP'den geçer. Bu uğurda, denize düşen yılana sarılır misali seçmen HDP'ye bile tevessül etmişti. Biz bunlardan çok daha namuslu, çok daha özgürlükçü ve vatanseveriz, bunu bütün "kaygılı" seçmenler görecek ve bize temsil görevini yükleyecektir.
Meral anne, "şu acayip süreç, bize bir aile olduğumuzu hatırlattı" dedi, çok da haklıydı. Bana ve arkadaşlarıma vaktini ayırması, uzun süre sohbet etmesi, projelerini, fikirlerini anlatması ve bizim bunları tartışmamızı dinlemesi çok zarif, çok gurur vericiydi. Kendisinin elini öpmedim, sadece elini sıkmadım: Sarıldık. 26 yıldır öpmek istediği elden yumruk yiyen bir "muhalif ülkücü", partime yararım dokunsun diye uğraşan bir gönüllü köle olarak müthiş bir sahneydi. "Herkesi eleştiriyorsun, neden Meral Akşener'e toz kondurmuyorsun" diyenlere hep aynı cevabı veriyorum: Bana ümit aşıladı. Ümit ve heves, zor gelir, çabuk kaçar. Ve ümit, heves, liderden alınan ilham, parayla yahut emirle başarılamayacak şeylerin başarılmasına sebep olur. Bugün Akşener, ülkücü camiaya bu en büyük eksiğimizi telafi ederek bir ümit bahşediyor. Benim için iki günün en önemli kesitlerinden biri, Iğdırlı kahramanımız İsa Yaşar Tezel Bey ile hasbihal ederken rozetlerimizi fark eden garsonun, bize kahve ısmarlamasıydı. "Reis, gününüz uzun olacak, uykunuz gelecek. Bir kahve olsun, bizim katkımız olsun." diyen garson beni duygulandırdı. Kendisi gelemese de, Kongre sürecinde varlığını, desteğini böyle gösteriyordu, bahsettiğim ruhun özeti budur. 80 öncesi ülkücülerini ölüm varken yekvücut tutabilen ruh... Her profil ve düşünceden binlerce ülkücü, Bahçeli'nin ihanetine son vermek için böyle birleşti, bunun bir özetiydi.
Meral Akşener'e dair objektif gözlemlerime gelince, kendisini umduğumdan daha iyi buldum. İşin duygusal boyutunun yanında, hocalık yaptığını belli eden bir hakimiyeti ve tavrı var. Ve ilk defa, ülkücü kanaat önderleri arasında bilimsel ve somut düşünmeyi bu kadar önemseyen bir insan gördüm. Laiklik, muhafazakarlık ve islamcılık hakkında net, bilimsel ve doğrucu tespitleri, bir siyasiden duymayı çok istediğim ve duyunca çok şaşırdığım tespitlerdi. Hiç hamasete kaçmadı, somut konuştu, bilimsel düşünce sistematiğini içselleştirdiğini gösterdi ve bizden de aynı şekilde karşılık bekledi. Bunun ötesinde, kendisinin "yeni bir nesil" doğduğunun, bu neslin önceki nesillerden çok farklı davranış ve tutum kodlarına sahip olduğunun idrakinde olan ender siyasetçilerden olduğunu gördüm. Buna dair nasıl bir tutum takınmak gerektiğini ise, beylik laflarla değil, gözlemleyerek, inceleyerek, üzerinde mesai harcayıp çalışarak belirlediğini gördüm. Bütün bunlar, bu "yeni nesil ile milliyetçilik" meselesine dair kaygılarımı biraz olsun giderdi, kurumsal yapının bu tehlike ve fırsatın farkında olan bir insan tarafından yönetilmesi, yaşayacağımız sorunları en aza indirdiği gibi, yepyeni ve çok daha faydalı bir milliyetçi havza yaratmamızı sağlayacaktır.
Kurultay alanına gelip imza veren delegeler, Sevr'i reddedenler ayarındadır. Onlar, şereflerini satmayarak MHP'nin şanını kurtardılar. Şu süreçte hala Bahçeli destekleyen herkesin hain olduğunu düşünüyor ve bundan rahatsız olanların Bahçeli ile birlikte cehennemin dibine gitmelerini diliyorum.
Seyr ü seferimizin nihayeti, İstanbul yolunda Meral Anne'nin aracının peşinde, 150 km ile (gerçi bunu okusa kızardı, hız yapmayı yasakladı) giderken, son ses Ölürüm Türkiyem dinlemek ve söylemekle sonuçlandı. "Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik" ve bu şenliği bize bahşeden Meral Hanım'a müteşekkir döndük.
3 Mayıs 1944, Türk milliyetçilerinin faşizan rejime karşı koyduğu gündü. Bizzat Türk milliyetçilerinin tesis ettiği cumhuriyet, baskıcı hale gelince, tarihinin ilk devlet-dışı büyük nümayişini düzenleyenler, yine Türk milliyetçileri olmuştu. Tarih bugün, cumhuriyet tarihinde ilk defa, mevcut genel başkanı istifa yahut ölüm olmaksızın indirerek parti içi demokrasiyi tesis edenlerin yine Türk milliyetçileri olduğuna şahitlik ediyor. Her şeyin ötesinde, bu yeni bir Devlet Bahçeli yaratılmasının önüne geçecektir. Ülkücü taban, iradesinin gücünün ve kazanımlarının farkına varacak, demokrasi şuurumuz gelişecek, bir daha kimse bozkurda köpek muamelesi yapamayacaktır.
Mutlaka anmak istediğim bir husus var. Sayın Tezel, "kardeşim, ülkücü gençleri karşımıza dikmeye çalışıyorlar. Benim oğlum ocaklı, oğlumla mı karşı karşıya getirecekler beni?" diye sordu. Sonuna kadar haklıydı. Ülkücüler arasına sırf genel merkezden maaş alabilmek için nifak sokanların, hakaret eden, kırk yıllık hukuklarını bir çırpıda silenlerin ülkücü irade cezasını verecek, tarih hepsini hain yahut dalkavuk olarak yazacaktır.
Bu günlükvari yazının devamı, "Ülküölçer" başlıklı bir yazı ile gelecek. Kıymetli Ülkü Ocakları Genel Başkanı Harun Öztürk ile gerçekleştirdiğimiz bir sohbetin ilhamıyla, "ideoloji" zaviyesinden elinde ülküölçerle gezenlerin zihnini analiz etmeye çalışacağım. Şimdilik bununla yetineyim ve twitter'da, pişkin pişkin muhaliflere "yalancı, iftiracı" diyen Bahçeli'ye, "asıl sen yalancısın, sen iftiracısın" diyen on binlerce ülkücüye selam edeyim.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar