Yeni Nesil Ülkücüler kitabımızın ikinci cildi yayımlandı. Bu ikinci çalışma, daha geniş bir katılımla, Kürt Meselesi'ni ele alıyor.
Ben kitapta payıma düşen kısımda Kürt meselesinin iletişimsel boyutuna değindim. Örneğin, "Türkiye'de Kürt meselesi diye bir şey var mı?" sorusunun bile abes olduğunu, Türk milliyetçilerinin bir "global Kürt sorunu"nun farkına varması gerektiğini, ve meseleyi böyle yansıtıp, Türklere bela olan "Kürt Meselesi"nin, dünyaya da bela olduğunu anlatmak zorunda olduklarını söyledim.
Fakat gelgelelim, şu "dil meselesi"nde hem "politik doğrucu", Türkiye'deki ve Batı'daki ortalama insanları rahatsız etmeyecek, hem de Türk Milleti'nin çıkarlarına hizmet edecek bir söylem tarzı geliştirmek zor. Sadece ideolojik ya da nesnel açıdan haklı olmak yetmiyor; haklı olduğumuzu gösterecek bir söylem geliştirmek gerekiyor. Türk milliyetçileri de genellikle söylemlerini Türk milliyetçilerini ikna etmek için geliştirdiğinden, Türkler, Kürtlere karşı PR ve iletişim savaşını büsbütün kaybetmiş durumdalar.
Evvela, tecrübelerime dayanarak, vurgulanması gereken hususlardan birinin, Batı'nın "dil sorunu"nu çözdükten, bu etnik tansiyonu acılı, gaddar ve zorlu süreçlerden sonra, üstelik azınlıklar aleyhine çözdükten sonra, meseleye dair konuşmaya başladığını vurgulamak lazım. Fakat bu sadece destekleyici bir argümandır, temel argüman haline gelirse, Putin trollerinin "whataboutism"ine dönüşür.
Öyle ya, sözgelimi Fransa, Breton dilini yok etmiş, Almanya'da hiç değilse yazılı kültürde dil birliği sağlanmış... Üstelik, göçmenlere "dil öğrenme" hususunu ilk şart olarak dayatan ülkeler bunlar. Şimdi, Avrupa Birliği'ne girecek yeni ülkelere ve kendi "iğdiş edilmiş, tehdit arz etmeyen azınlıkları"na dil ve temsiliyet özgürlüğünü dayatıyorlar yahut lutfediyorlar. Oysa Kürtler böyle değildir, Türkiye için sosyal, ekonomik ve güvenlik açısından tehlikeler arz etmektedirler.
Pekala, Türkiye'nin tehdit altında olması, ve bu yüzden belli bir takım tutumların benimsenmiş olması, bizi haklı kılar mı? Kılmaz. O yüzden, dediğim gibi, bu temel argüman olamaz. Fakat iyi bir girizgahtır, meseleyi Batılının pespembe zemininde konuşmak yerine, sui generis bir Türk bakış açısı ve pozisyonunda konuşmak için önemli bir stratejik hamledir.
Öyleyse, peki bizim Süleyman Soylu'nun "Kürtçe bizim dilimizdir" demesi, bence doğru mu? Değil. Ahmet Davutoğlu da, "Türkmen'in ağzına Kürtçe çok yakışır" demişti, Kürtlere "dil özgürlüğü" bahşetmeyi bırak, Türkleri Kürtçe konuşturmaya ant içmişti. Yasaları ben yazsam, bu idamlık ve "damnatio memoriae" ilan edilmeye layık bir suç olurdu.
Bir diğer vurgulanması gereken husus, Kürtçe "şemsiye tabiri" altında ifade edilen lehçelerin karşılıklı anlaşılabilirlik oranının hayli düşük olduğu. Kürtçe'ye resmi bir temsil verilmesi durumunda dahi, hangi lehçenin müspet kabul edileceği, bizi bırakın, Kürtler nazarından bile meçhul. Barzani / PKK-PYD ayrışmasını, lehçeler ayrışması olarak okumak da mümkün.
Önemli bir mesele de, "yüksek kültür dili" meselesi. Türkçe bir yüksek kültür dilidir, Kürtçe değildir. Nişanyan'ın da işaret ettiği üzre, tam olarak bu sebepten, dünyada norm olan iki dilliliktir: Evde konuştuğun dil ve "kamusal alan"da iletişim kurduğun dil. Kürtçe'nin yüksek kültür dili olmaması, bir aşağılama değil, bilimsel bir tespittir. Örneğin bir yarı-Çerkes olarak yakınen biliyorum ki, Çerkesçe de bir yüksek kültür dili değildir, zira Çerkeslerin serüvenleri asla böyle bir dilsel evrime girmelerine uygun değildi. Tam olarak bu yüzden, evlatlarını subay, bürokrat ve Türk milliyetçisi yetiştiren Çerkes dedem, "evde Çerkesçe, sokakta Türkçe" diyerek, üstelik korkudan değil, "Türkler bize kucak açtı" vecizini vurgulayarak, çocuklarını Türkçe konuşmak hususunda teşvik etmişti. Bu sayede, o aileden çıkan çocuklar devletin en üst kademelerinde, orduda, cemiyet hayatında rol alabildiler. Yani Türkçe, bir Kürt'e de, Çerkes'e de, Laz'a da kapılar açar: Türkçe sayesinde, sözgelimi, Kürtçesine ulaşamayacağınız kitaplara ulaşabilir, filmleri izleyebilirsiniz. Sizin dilinizin aynı işlenmişlik seviyesinde olmasına "gerek yoktur".
Bu "gerek yoktur" hususu önemli. Zorunluluk ile, olabilirlik farklı şeylerdir. Muhtemellik ve mümkünlük gibi: Bir şey mümkün olabilir, ama muhtemel değildir. Örneğin benim sakalımı mora boyatmam mümkündür, fakat muhtemel değildir. Dillerin de, temsiliyet ve resmiyet kazanması "olabilir" bir şey, fakat zaruri değildir. Kaldı ki, "daha kolay"ı varken, etnisiteler her zaman uygun dili seçecektir. PKK'nın yayınlarının, Öcalan'ın kitaplarının Türkçe olması bu yüzden.
Çok derinine inmesem de, bunları göz önüne alarak bakınca, "gündelik hayatta Kürtçe"ye yahut Çerkesçe'ye, yahut Baskça'ya karışmayan, ancak resmi işlemleri Türkçe yürüten bir Türkiye, politik doğrucu nazardan gayet haklı, ve haklılığını ispatlayabilecek zemine kavuşacaktır. Bir devlet, sınırları içerisindeki bütün dil ve lehçelere resmiyet kazandırmak "zorunda" değildir, bunlara savaş açmaması yeterlidir. Özel teşebbüse bırakıp, Kürt işadamları tarafından Kürt okulları, enstitüleri kurulmasına karışmayabilir. Böyle olursa, Kürtlerin dahi bunları tercih etmediğini, Türk okullarını ve dilini tercih ettiğini görürüz. Zira eşyanın tabiatı, buna itecektir. Bu bile bir avantaja çevrilebilir, akıllı bir devlet aklı var olsa idi. (Yani, Türkiye Kürdofil İslamcılar tarafından yönetilmeseydi)
Fakat Türkiye, hep "paralel yapılar" doğuruyor. Devlet eliyle, seküler eğitime alternatif bir dini eğitim düzlemi olarak yaratılmış, kifayetsiz muhteris yetiştirme kurumu imam-hatipler gibi. Kürtlere kendi eliyle kanal, üniversite, okul, dil temsili veren devlet, topuğuna sıkıyor, onlara alternatif ve dört başı mamur bir varoluş sahası açıyor, farkında değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin devletin stratejik ve istihbari faaliyetlerine katkıda bulunmak için MİT yahut özel akademiler çerçevesinde Kürtçe, Ermenice vs. gibi "sorunlu ve düşman tutumlu uluslara dair araştırma merkezleri" açması ve Türklere Kürtçe, Ermenice öğretmesine taraftarım. Ancak Kürt faşistlerinin besleneceği alanlar yaratıp, devlet eliyle Kürtçe'yi baş tacı etmek, sadece bölünmemizle değil, Almanlardan beter bir suçluluk psikolojisine gömülmüş Türklerin on yıllar boyu içinden çıkamayacağı bir aşağılanma, kokuşma ve yok oluş sürecine girmemizle sonuçlanacak.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar