Yıllar önce bir yazı yazmıştım, 2010 civarı olmalı. Aradım bulamadım. O zamanki çocuksu ve bugüne kıyasla daha da bilgisiz halimle, temel iddiam şuydu: Bilim ilerliyor, birçok anlaşılmaz şey formulize ediliyor. Evvelden spekülasyon konusu olan birçok mesele, artık birer pozitif bilim disiplininin çalışma alanı. Artık, sözgelimi, insan zihninin nasıl işlediğine dair rüyalardan çıkarımlar yapmak ve subjektif teoriler kurgulamak yerine, beyin sinyallerini, dalgalarını ölçen elektrotlar takıyoruz. Bu böyle giderse, demiştim, sanat da matematikleşebilir. Diyelim ki, bir sanat eserinin göze, kulağa, zihne hoş gelmesinin birtakım "rasyonel" nedenleri varsa, bir formülü varsa ve bu keşfedilirse, herkes sanat eseri yaratabilir. Buna dair arayışların ilk adımı belki de meşhur "altın oran" efsanesidir. (Evet, efsanedir, zira altın orana dair anlatılan çoğu şey zırvadır, kimi iddiaların bilimsel olarak yanlış olduğu bazı deneylerle kanıtlanmıştır.) Bugünün merhalesi ise, geçenlerde Ekşi Sözlük'te görünce ilgimi çeken "yapay zeka tarafından yaratılan sanat eserleri" mevzusu. Henüz, elbette, yapay zeka yahut algoritmalar-formüller yoluyla bir Magritte yahut Wagner yaratmaktan uzağız, ama insanoğlu her şeyi tasnif edip gizemini çözme insiyak ve iştiyakıyla kurcalamaya devam ediyor. Öyle ya, bütün parametrelere hakimsek, sonuçları öngörebiliriz. Üstelik, şiirler birer beyin sinyalidir. Evet, Su Kasidesi'ni yazan adam, "ürün"ü dil ile kodlamış, ancak o dili de kodlayan, şairin beynindeki elektrik sinyalleri ve nörotransmitterler. Belli ve özgün bir nörotransmitterler/sinyaller dizgesi tekrarlanırsa, aynı şiir tekrar yazılabilir, en azından teorik olarak. Şu halde, hiç değilse teoride, yukarıda anlattığım şey mümkün. Ama güzel mi? Bilmiyorum. Fakat sanmıyorum da. Fizikalist bir adam olarak beşeri/sosyal meselelerde katıksız bir akılcı olsam da, kişisel hayatlarımızda insanın esrime ve mistisizm ihtiyacı olduğunu, bunun ruhumuzu sürekli tetiklediğini, bilinmezliğin ve gizemin belki faydalı değil, ama neşeli bir hayat geçirmemize vesile olduğunu düşünüyorum.
Bunun üzerinde düşünürken, aklıma bir başka soru geldi. Bu mantık sporda kullanılırsa ne olur?
Sporun "izlenmesi" meselesindeki birçok saiki anlamam. Estetik kaygıyla izlenebilir, güzel bir performans gördüğümde ben de beğeniyorum. Ama günümüzde insanlar için spor spordan çok daha fazlası. Estetik kaygı olsa, sürekli aynı takımı tutan bir adam, kötü performansı cezalandırıp başka takıma geçmeliydi. Kazanma arzusunu tatmin amaçlı seyir olsaydı, her maçta iyi oynayan ve kazanan takımı tutmalıydık. Ama hakikaten anlamadığım ve gülünç bulduğum bir durum var: İnsanlar takım tutuyorlar. Yense de, yenilse de. İyi oynasa da, oynamasa da. Muhtemelen hayatlarında aidiyet, birliktelik ve mitoloji eksikliği var, bunu takımlarıyla dolduruyorlar. Kimseye zararı olmadığı sürece bir sorun yok elbette, ben gülünç bulmaya devam ederim, onlar da önemsemeye.
Ancak sözgelimi en popüler spor dalı olan futbolda bu mantık işlerse ve "big data" kullanılır, sonuçlar tahmin edilirse ne olur? Bence bu insanlar için korkunç olur. Büyük bir kitlenin ortak beğenisini fark etmiş ve ona uygun ürün üreterek kesin kâr garantili iş yapan bir işletmeyi hayal edin. Ne üretse kesinlikle satacak. Rekabet yok, kaos ortamı yok, piyasa yok. Spor böyle bir şeye dönüşebilir.
İlk aklıma gelen, sporcuların üstlerine birtakım sensorlar yerleştirip istatistikleri daha doğru ölçmek ve istatistikleri big data dediğimiz anlayışla, örüntüler, nedensellikler bularak analiz etmekti. Bu benim aklıma gelmiş de, başkalarının aklına gelmez mi? Elbette gelmiş. Bir reddit gönderisinde, bunu ilk uygulayanın Jürgen Klopp olduğuna dair bir ifade gördüm ama ne kadar ararsam arayayım doğrulatamadım. Viper Pod diye bir aygıt var mesela, takan sporcunun hızını, toplam aldığı mesafeyi vs ölçerek topluyor. Çok daha detaylı bilgiler toplayan, sporcuyu handiyse biyonik adama dönüştürecek ayakkabılar ve diğer aksesuarlara dair ciddi araştırma geliştirme çalışmaları yapılıyor.
Bu istatistikler bir kere toplanınca, belli tekrarlar, örüntüler tespit edilebiliyor, geleceğe dair öngörüde bulunulabiliyor. Sözgelimi, teknik ekip kendi takımı ve rakip takımın istatistiklerini karşılaştırarak nasıl bir taktik izleyeceklerine karar verebiliyor. Bir takımın gol vs. istatistikleri, o takımın ligdeki geleceğinin öngörülmesini sağlayabiliyor.
Bunun bir adım ileri gittiğini düşünün. Kuralları ve sınırları olan futbol, bu yönüyle bir "püf noktası" keşfedilmesi mümkün olan bir spor. Zira kurallar ihtimaller denizini kısıtlayacak ve oyunun tabii yapısı, insanoğlunun fiziki özellikleri ve fizik kurallarıyla birlikte, bazı taktikleri kazanmaya daha yatkın yapacaktır. Halihazırda bu kadarı herkese ayandır, kimse 9 defans oyuncusu 1 forvetle sahaya çıkmaz. Ama ya daha ötesi varsa? Ya hesaplarsak ve, diyelim ki, sahadaki topçuların ekserisinin sağlak olduğu, yaş ortalamasının 28 olduğu, oyuncu başına düşen kat edilen mesafe ortalamasının 9 km olduğu bir senaryoda, 12 km ortalamayla oynayan iki sol kanat oyuncusunun varlığı kazanma şansını arttırıyorsa? Hatta, hesaplamalarımız devasa bir veri ağını, yapay zekanın ya da algoritmanın yardımıyla inceler de, "kazanma şansı"ndan değil, "kesin kazanmak"tan bahsederse? Bir formülü uygulayan her takım, mutlaka kazanacak hale gelirse? Yahut, diğer takımlar da benzer formüllerden haberdar olacağı için, futbol sahasındaki karşılaşma yetenek mücadelesi değil de, bir büyük makinenin dişlilerinden ibaret insanların yalnızca "ekipman" olduğu, formüllerin ve sistemlerin çarpıştığı, "beklenmedik" hiçbir şeyin gerçekleşmediği bir mücadeleye dönerse?
Olabilir mi? Kozmos-u alem. Olmasını ister miyiz, en çok buna kafa yormak lazım. Siyaset gibi: Siyasette kazanmanın bir formülü varsa, devrimler, reformlar, ileri sıçramalar imkansızlaşır. Dünya siyaseti bu yöne gidiyor. Devir, vizyoner liderin devri değil, "işbilir lider"in devri. Toplulukların bilinçaltını okuyan, güruhların davranışlarını modelleyen siyaset mutfakçıları, bu işi fikir çarpışmasının etki ya da öneminin azaldığı değil, yok olduğu bir düzeye götürdüler. Ülkemizde de bu durum hakim. Sanatı ve sporu düşünün. "Raşesiz bir ömür, farz et ki ölmüş" diyor ya. Ölürüz. Zira sanatta ve sporda bize zevk veren beklenmediktir; bizim zihnimizin ya da vücudumuzun ortaya koyamayacağı "ürün"leri tüketip, yalnızlığımızı gidermektir. Evet, yalnız olmadığımızdan ancak böyle emin oluruz, o yetenek, bize kişisel kapasitemizin yetmediği ya da bilmediği bir alanda ürün yaratarak, "başkası"nın var olduğunu bize lisan-ı hal ile anlatır ve bilinçaltımızı rahatlatır.
Şiirin ya da sporun "şifre"si keşfedildiğinde? Artık biz de bir formülü öğrenerek, hatta -belki bir gün- kafamıza bir çip takarak şair olabiliyorsak, yazdığımız her şiir, diyelim ki bütün gizemlerini çözdüğümüz fonetik kaidelerine uygun olduğu için insanlara güzel geliyorsa? Muhtemelen insan başka zevk alanları bulacaktır, belki dinler, yepyeni dinler yeniden canlanacak, insanoğlu mistisizmi başka yerde arayacaktır. Belki bu dinler de, tatmin edilmemiş yığınların heves ve arzularını kullanıp, yeni katliamlar yapacaktır.
Dediğim gibi, bilmiyorum. Ama öğrendiğim bir şey var. Futbolda, yakın gelecekte sporcu ve teknik direktörden çok, istatistikçi ve veri uzmanının etkinliği olacak. Benlik bir şey yok, ama tuttuğu takımın renklerine anlam yükleyenler oturup bir düşünmeli derim.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
*Mavi yazılı kelime ve cümleler bağlantı içerir. Tıklayarak referansı okuyabilirsiniz.
***
M. Bahadırhan Dinçaslan kitapları:
Seküler Milliyetçinin El Kitabı - Satın Al
Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı? - Satın Al
Yorumlar