"Bunu da yapamazlar artık" dediğimiz ne varsa yaptılar. Nihayet, İstanbul seçimleri iptal edildi.
Tayyip Erdoğan'ın hemen her hamlesinde olduğu gibi, muhalefet bu konuda da homojen olmayan tepkiler verdi. Kimileri bu hamleye karşı hamlenin boykot ve türevi biçimlerde geliştirilmesi taraftarıyken, kimileri bir daha yenelim havasına girdiler. Bu ikinci duruşta, muhalif cephenin enerjisinin azalmaması, moralinin bozulmaması kaygısının da var olduğu yadsınamaz. Ünlülerin anında reaksiyon verip Ekrem İmamoğlu'na destek açıklamaları vermesi de, muhalif kitlenin azim ve moralini yüksek tutma hamlesiydi.
Karşı hamlenin ne olacağını tespit etmek için, evvela mevcut durumu anlamak ve yapılan hamlenin olası sonuçlarını, hamleyi yapan zihnin olası hesaplarını irdelemek gerekiyor.
Seçimin iptal kararından hemen önce, iki gelişme dikkat çekti. Türkiye ve sözde "Suriye Demokratik Güçleri"nin görüştüğü iddiası, ve teröristlerin elebaşı Öcalan'ın avukatları aracılığıyla yolladığı mesaj. Mesajda, "Türkiye'nin hassasiyetlerine dikkat edilmesi" çağrısı dikkat çekiyor. AKP ve kürtçü terör arasında, S-400 krizini yumuşatmak amacıyla Amerika'yla da yapılacak bir pazarlık dahilinde, yeni bir yakınlaşma sözkonusu olabilir. En azından emareler bu yönde. "Türkiye İttifakı", demek, bazılarımızın düşündüğü gibi muhalefeti de ihata eden bir birliktelik arayışını değil, yeniden "Kürtlerin temsilcisi" konumuna yükseltilen kürtçü terör gruplarıyla yakınlaşmayı ifade ediyormuş.
Somut bir olayın yanında, bir de fikir jimnastiği yaparsak, Erdoğan'ın böyle bir karar alınması için çağrı yaptıktan sonra, yenilenecek seçimlerde istediği sonucu almak için her yola başvuracağını söylemek yanlış olmaz sanırım.
Eldeki veriler bunlarken, akla gelen senaryoların bir kısmı (kürtçü yapılar üzerinden) şöyle:
1. Erdoğan yakınlaştığı kürtçü gruplara "İmamoğlu'na destek çağrısı yapın" der, İmamoğlu'nu iyice HDP ile çerçeveler.
2. Erdoğan, kürtçü gruplara "aday çıkartın" der, Kürt oylarının bir kısmı oraya kayabilir, çok az oy farkının çok önemli olduğu bu seçimlerde İmamoğlu'nun kazanma şansı azalır.
3. Erdoğan, yakınlaştığı kürtçü gruplar vasıtasıyla Kürt oylarının bir kısmını AKP'ye devşirir, bir önceki maddedeki matematik geçerli olur.
Dolayısıyla, maalesef "enseyi karartmayalım" diyen ve İmamoğlu'nun "her şey çok güzel olacak" sloganıyla yeni bir enerji dalgası yaratmaya çalışan muhalif kitleye sempati beslesem de, onlar kadar iyimser olamıyorum. Hele yukarıdaki senaryolardan başka provokasyonlar, terör saldırıları, "sahte bayrak" operasyonları ile saldıracakları, sandık başında, özellikle varoşlarda ciddi baskı kuracakları, her türlü pisliği göze alacakları için, ciddi anlamda korkuyorum. İlkesel olarak, bu konuda benden farklı düşünen muhaliflere lüzumundan fazla tepki vermeyi doğru bulmuyorum, benim doğru gördüğüm seçenek hayata geçmezse, ekseriyetin kararına da uyacağım, ancak yankı odalarında birbirimizi gaza getirmediğimizden emin olmalıyız.
Şu halde, seçimin yenilenmesinin kabulü durumunda, yeniden girip kazanmak, tam anlamıyla kazanmak olmayacak. Zira topyekün bir meşruiyet sorunu yaratılmış olacak ki, aşağıda ele alacağım. Fakat seçime girip kaybetmek ihtimali yüksek ve bu sonuç gerçekleşirse, iki kere kaybetmiş olacağız. Hem AKP bu dayatma, bu oldubitti sayesinde kazanmış olmakla kendine "yol yapacak", her kaybettiğinde aynı yönteme başvurabilecek, hem de muhalefetin son yıllardaki en ciddi kazanımını elinden alacak. AKP'nin gayrımeşru hamlesine meşruiyet kazandırarak kaybetmiş olacağız.
Meşruiyet sorunu dedim. AKP'nin zorla aldırdığı karar akla ziyan ve üzerine kurulduğu asılsız temelleri geçerli kabul edersek, bütün seçimleri kanunsuz kılıyor. Bu öyle bir dayatma ki, bunu kabul edersek bundan sonraki hiçbir seçim geçerli, muteber ve makbul olmayacak. Sandığa sonsuza dek gölge düşecek. AKP bütün devlet kurumlarına, bütün geleneklere böyle gölge düşürdü, bir sürü teamülü yıktı, mahvetti, ciddiyeti bozdu, son olarak sandığın da namusunu topyekün ve kalıcı bir şekilde lekeleyerek, nihai ve en büyük zararını verecek. Bu zararın iyileşmesi on yıllar alabilir, güç bela oturttuğumuz düzen bu kadar bozulmuşken, iyiden iyiye komşu istikrarsız ülkelere benzemişken, bir gecede kurumlara ve teamüllere itibar kazandırmamız mümkün olmayacaktır.
Şu halde ne yapmalı? Muhalif blok, blok halinde, firesiz olarak, yerel ve genel seçimlerin, cumhurbaşkanlığı da dahil olmak üzere, yenilenmesini, bu süreçte de Anadolu Ajansı ve TRT'nin kanun ve etiğe uygun bir şekilde, dört siyasi partinin eşit söz ve yetki sahibi olduğu bir komisyon tarafından denetlenmesini talep etmeliler. Bu talep kabul edilmezse, hem belediyelerden, hem TBMM'den çekileceklerini beyan etmeli ve sözlerinde durmalılar.
Tayyip Erdoğan, muhalefetin dağınıklığı ve muhalif unsurların bencilliğini kullanmak; her defasında bir kale elde etmek, bir dayatmayı kabul ettirmek ve bir grubu/lideri "yemek" suretiyle bu günlere geldi. Artık öyle bir dönüm noktasındayız ki, muhalefetin zoru başarıp kazandığı durumlarda bile bunu tek sözüyle değiştirebileceği bir güce erişti. Bu güce başlangıç aşamasında ciddi, topyekün ve hakikaten dişli bir tepki gösterilmezse, ileride hiç gösterilemeyecektir. Önerdiğim çözümün başarılı olma garantisi yok ve belki faydalarının yanında kusur yahut mahzurları vardır, ancak yapılmaması durumunda zaten kaybedeceğiz. Yenilenen İstanbul seçimlerini kazanma ihtimalimiz düşük (bu minareye kılıf hazırlamadan böyle bir karar alacaklarını sanmıyorum. Üstelik yurtdışıyla, özellikle Amerika'yla belli konularda anlaşacaklarını düşünüyorum. Zaten hep öyle olur, Batı'nın en büyük iki yüzlülüğü buradadır.) ve kazansak bile yeniden iptaller, yeniden hukuksuzluklar, gasplar, dayatmalarla karşı karşıya kalacağız.
Bunun sonu yok. Tayyip Erdoğan masaya kendisini koydu. Muhalefetin de bu resti görmesi ve kendini Tayyip Erdoğan'la açıkça tartması lazım. O ağır gelirse, en azından normal yollardan başarılı olamayacağımızı anlar, takkeyi önümüze koyar düşünürüz. Boşuna umut ve enerji kaybetmeyiz. Ancak ben, en zayıf döneminde olduğu için en saldırgan halini gördüğümüz Tayyip Erdoğan'dan bu defa ağır geleceğimizi öngörüyorum. Partisi bölünmek üzere, ekonomi olabilecek en kötü halde, yurtdışına taviz verse bile itibarı sıfır olduğu için kuşkuyla yaklaşılıyor.
Sınavı veren muhalefettir. Uzun zamandır bu görüşteyim. Bu akşam ve gece şahit olduğum şeyleri yazmayacağım ama, cesaret sınavından geçecek lider, "neden olmuyor?" sorumuza müthiş bir aydınlanmanın ardından gelen tokat gibi bir cevap yapıştıracaktır: Yeterince cesur değiliz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar