Üye Girişi

Üye Girişi

Hasbıhal V: Poe'nun Dünyası

06 Nis 2019

Bazı şairlerin hiçbir kelimesi boşuna değildir. Nasıl iddialı bir laf değil mi? Boşuna değildir? Şu demek: Başka bir kelime kullanabilecekken, bir kelimeyi kullanmış... Yahut bir kelimeye, tek bir kavrama dair şiir yazmayı seçmiş. Şiirin kendisi, arkasında yatan hikayeyi bilmesek bile, güzeldir. Ancak arkasındaki hikayeyi, yahut kelime seçiminin altındaki sebebi fark ettiğinizde, şairle tuhaf bir sırrı paylaşmışçasına, şiire daha da bağlanırsınız. Poe, bunu başaran şairlerden en güzeli, en kıymetlisi...

Poe ve "kelimeyi özel seçmek" ifadelerini Google'da anahtar sözcük olarak aratsanız, herhalde karşınıza ilk olarak "A Valentine" şiiri gelirdi. Gelmiyorsa, demek Google omniscient değildir, hala insan dimağına ihtiyaç var demek. Her ne ise, evvela bu güzelim şiirle tanıştırayım sizi.

For her this rhyme is penned, whose luminous eyes,
Brightly expressive as the twins of leda,
Shall find her own sweet name, that nestling lies
Upon the page, enwrapped from every reader.
Search narrowly the lines!- they hold a treasure
Divine- a talisman- an amulet
That must be worn at heart. search well the measure-
The words- the syllables! do not forget
The trivialest point, or you may lose your labor
And yet there is in this no gordian knot
Which one might not undo without a sabre,
If one could merely comprehend the plot.
Enwritten upon the leaf where now are peering
Eyes scintillating soul, there lie, perdus
Three eloquent words oft uttered in the hearing
Of poets, by poets- as the name is a poet's, too,
Its letters, although naturally lying
Like the knight Pinto- Mendez Ferdinando-
Still form a synonym for truth- cease trying!
You will not read the riddle, though you do the best you can do.

Evet... Akrostiş bizim liseli aşıkların eline düşmeden evvel böyle bir şeymiş. Şiiri açıklamadan evvel oldukça kötü bir çevirisini paylaşayım, elceğizimle yaptım:

Bu şiir, Leda'nın ikizleri gibi ışıldayan gözleri
Parlak bir anlamla yüklü o kadına yazıldı
Ki o, o latif adını, aralara sokuşturulmuş yalanlarda
Sayfanın üzerinde, okuyucudan gizlenmiş şekilde bulacaktır
Mısraları sıkı bir şekilde incele, bir hazine saklıyorlar
İlahi bir hazine; bir tılsım, bir hamayıl
Kalbin üzerinde taşınması gereken - vezni iyi incele
Kelimeler, heceler! Unutma
En ufak detayı bile, yoksa boşa uğraşırsın
Yine de, bu şiirde saklanan bir Gordion düğümü değil
İnsanın kılıç olmadan çözemeyeceği
Yalnızca kurguyu anlarsan çözebilirsin
Ruhu kıvılcımlarla dolu gözlerle baktığı yaprakta
Yazılı, işte orada, gizlenmiş
Üç anlamlı kelime, sık sık sohbetlerinde duyulan
Şairlerin şairlerle - ki isim de bir şairin ismi
Harfleri, her ne kadar doğal olarak yalan söylese de
Şövalye Pinto Mendes ferdinando gibi
Hala hakikatin eş anlamlısına tekabül ediyor - denemeyi bırak
Bilmeceyi çözemeyeceksin ama yine de elinden geleni yap

İngilizce orijinalinde bazı harfleri kalın yazdığımı fark etmişsinizdir. Birinci mısraın ilk, ikinci mısraın ikinci, üçüncü mısraın üçüncü (...) harfini alıp sıralarsan, Frances Sargent Osgood oluyor. Osgood da bir şair ve Poe ile birbirlerine çokça aşk şiiri yazmışlar. Leda, meşhur ikizleri doğuran Yunan mitolojik figürü, doğurduğu ikizler iki yıldız olmuştur gökte. Pinto- Mendez Ferdinando peki? Tam olarak  bu özel isim sayesinde Osgood'un ikinci "o"sunu yakalıyor Poe. Efendim, Fernão Mendes Pinto, meşhur Portekizli gezgin. Anlattığı öyküler çok abartılı, gerçek olamayacağı belli öykülermiş. Bu yüzden Portekizce adını "Fernão Mentes Minto" yapmışlar, -fernão, mentes? (fernao, yalan mı söylüyorsun?), -minto (evet) şeklinde bir cümleye çevirerek. 

Kelimeleri özenle seçmek, bir amaç uğruna seçmek bu olsa gerek. İlk Hasbıhal yazımda Peccavimus deyişinden bahsetmiştim mesela Poe'nun. Judas'a, bizim Yehuda diye bildiğimiz adama atıf yapıyordu aslında. Yahut, en meşhur şiiri The Raven'da, "Gilead'da merhem var mı?" diye soruşundaki o enfes gönderme... Peygamber Yeremya, yahut Jeremiah'ın "Gilead'da merhem yok mu?" diye soruşunu akla getirir. 

Sadece gönderme değil. Türk tarihinde en sevdiğim devlet adamı Timur'dur. Neden? Gerçek midir bilmiyorum ama, mesela, Yıldırım'la mektuplaşmasında, ata-babasından kalan mülklerle övünen Yıldırım'a, "Bana bunların hiçbiri miras kalmadı. Hepsini bileğimin hakkıyla aldım" dediği için. Hem entelektüel, hem iyi bir savaşçı, hem müthiş bir komutan olduğu için. Aynı zamanda, bütün diplerden, en yüksek zirvelere tırmanmayı becermiş bir adam olduğu için. Bakın ne güzel tasvir ediyor Timur'u, Poe:

(...)

Look ‘round thee now on Samarcand! —
Is she not queen of earth? Her pride
Above all cities? In her hand
Their destinies? In all beside
of glory which the world hath known
Stands she not nobly and alone?
Falling — her veriest stepping-stone
Shall form the pedestal of a throne —
And who her sovereign? Timour — he
Whom the astonished people saw
Striding o’er empires haughtily
A diadem’d outlaw — (...)

(Şimdi Semerkand'ı temaşa kıl
Yeryüzünün kraliçesi değil midir?
Bütün şehirlerin üstünde mağrur
Hepsinin kaderini elinde tutan o,
Dünyanın aşina olduğu şanın ötesinde
Tek başına ve asil dikilmez mi o?
Dökülüyor - bir bir atlama taşları
Bir tahtın kaidesine temel olmaya-
Ve efendisi kimdir? Timur değil mi?
İnsanların bir karış ağızla
İmparatorlukları kibirle ezip geçerken izlediği:
Taç giymiş bir haydut!)

Taç giymiş bir haydut! Evet, Timur'u en iyi bu ifade tarif eder, Atsız'ın alıntıladığı "Ben arecim, yolumda fakat sanma aksadım..." pasajından bile iyi! Hem de aşağılamak için değil, bir iltifat olarak. Haydutluktan taç giymeye uzanan yolun en güzel hikayesi Timur'dadır. Ve bu yüzden Timur, ne idüğünden sıyrılarak Poe'nun Tamerlane şiirinde bir metafora dönüşmüştür. 

Fakat bu defa sana ne müthiş The Raven'dan, ne sevgili Lenore'dan, ne görkemli Tamerlane şiirinden bahsedeceğim sevgili kaari... Sana "Alone" şiirinden bahsedeceğim, "Bir Başına" diye çevireyim... Evvela, İngilizcesi olup da, bu enfes şiirin orijinalinden haz alabilecekler için gelsin:

From childhood’s hour I have not been
As others were—I have not seen
As others saw—I could not bring
My passions from a common spring—
From the same source I have not taken
My sorrow—I could not awaken
My heart to joy at the same tone—
And all I lov’d—I lov’d alone—
Then—in my childhood—in the dawn
Of a most stormy life—was drawn
From ev’ry depth of good and ill
The mystery which binds me still—
From the torrent, or the fountain—
From the red cliff of the mountain—
From the sun that ’round me roll’d
In its autumn tint of gold—
From the lightning in the sky
As it pass’d me flying by—
From the thunder, and the storm—
And the cloud that took the form
(When the rest of Heaven was blue)
Of a demon in my view—

Ve diğerleri için çevireyim, Poe hazretlerinin ruhaniyetinden, şiirinin ırzına geçeceğim için af dileyerek:

Çocukluğumdan beri olamadım
Diğerleri gibi - göremedim
Gördükleri gibi - Çekemedim
Tutkumu aynı pınardan -
Alamadım aynı kaynaktan
Derdimi - Uyandıramadım
Kalbimi aynı melodiye
Ve sevdiğim her şeyi bir başıma sevdim
Ve, çocukluğumda, şafağında
Fırtınalı bir hayatın - çizildi
İyi ve kötünün enginlerinden
Beni hala bağlayan o gizem
Sağanaktan ya da çeşmeden
Dağdaki kızıl uçurumdan
Etrafımda dönen güneşten
Sonbaharın altın pırıltısından
Gökyüzündeki şimşekten
Üzerimden uçup giderken
Gök gürültüsü ve fırtınadan
Ve bulutlardan şeklini alan
(Gökyüzünü geri kalanı masmaviyken)
Nazarımda beliren şeytan

Şiir çokça sevilir, anlamı da açıktır zira. Yalnızlığı anlatır şair, diğerleri gibi olamayışını. Özel hissedişini, bulutların biçimsizliğinden, daha o yaşta, bir şeytanı ancak kendisinin tasavvur ettiğini anlatır. Hayır, hiç de öyle değil. Siz öyle anlarsınız. Zira siz kendinizi özel hissetmek istiyorsunuzdur. Poe, canım benim, öyle kendisinin özel olduğuna, kimsenin onu anlamadığına, böyle bir biriciklik içinde sancılar çektiğine dair bir hisleniş yaşamıyordu. Çok daha derin bir şey anlatıyordu: Descartes'in Şeytanı.

Descartes, bir şeytan tasavvur etmiş. Bu şeytan, gördüğü her şeyin bir yanılsama olmasının nedeni olabilecek, onu bir illüzyonlar ağına hapsedebilecek, her şeye gücü yeten ve bütün algısını (Bir şiirimde "işte insan ve ırzına şeytan geçmiş algısı" demiştim. Bu yüzden demiştim ama kimsenin umrunda değil) istediği gibi şekillendirebilecek bir korkunç güce sahiptir. Der ki, böyle bir şeytanın var olmadığından emin olamam. Gökyüzü, hava, renkler, biçimler, sesler; hepsi Descartes'in şeytanının bir tuzağı olabilir. Öyleyse, dış dünyada hiçbir şey aslında olmayabilir, hatta elleri, ayakları, gözleri bile, yalnızca öyle olduğuna inandırılmıştır.

Şimdi bir düşünün. Her şeyi beyninizle algılıyorsunuz. Fakat, beyniniz yanılıyor olabilir. Asla beyninizden çıkıp, çevrenize bakamayacaksınız. Başkalarının gözünden göremeyeceksiniz. Müthiş bir yalnızlığa, tam olarak bu yüzden mahkumsunuz. Her şey birer elektrik ve kimya impulsundan ibaret ve beyninizin ilgili bölgesine birer elektrod ile gerekli mesajı göndersek, yandığınızı, üşüdüğünüzü, acıktığınızı (...) hissedebilirdiniz... Asla, kendinize dahi, dış dünyanın gerçek olduğunu ispatlayamazsınız. Kendinize mahkumsunuz ve bu sonsuz, kaçma imkanı olmayan, dış dünyayı her zaman şüpheli kılan bir mahkumiyet... Descartes'in şeytanını bir kere düşündüğünüzde, Allah'ı inkar edebilirsiniz, ama bu şeytanı asla. Solipsizm deniyor buna.

Ama belki, Poe gibi, bu şeytanla barışır, bu defa, kasten farklı dünyalar hayal eder, onlarda yaşarsınız... Hepsi, yekdiğeri kadar gerçektir ne de olsa. 

İşte, sevgili kaari, Poe bu yüzden demon, yani şeytan ifadesini kullanıyor. Descartes'in şeytanına işaret etmek için... Bu yazı da, vaktiyle von Stuck'un Pieta tasvirine dair yaptığım gibi, başka sanatçılar adına, onların asıl kastının ne olduğuna dair hadsiz iddialarda bulunduğum, az okunacak bir zaman kaybı olarak dijital dünyanın çöplüğüne girsin.


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

634 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs