Yavuz Selim Demirağ'ı dövdüler. Çocukları uykudan uyandı. Bir telaş, bir bağrışma, belki siren sesleri. N'oluyor diye bakındılar ilk, büyümüş gözlerle. Kızı "babam" dedi aşağı koştu. Gördüğü manzarayı söyleyeyim: Şişmiş, görmez olmuş bir göz, kafatasının her yerinde yarıklar, boğazında derin çizik ve bereler, kollarında morluklar, omuzlarından aşağısına uzanan kıpkırmızı kan, babasının kanı. Bir kız evlat, babasını böyle görür mü? Bir oğul, babasının bu haline şahit olur mu? Bir insan, huzur ve emniyet yuvası olması gereken evinin önünde, koruyup gözettiği güzellerinin gözünün önünde, böyle saldırıya uğrar mı? Uğrar. Çünkü sustuk, bir şey yapmadık, korktuk.
Gün Sazak'ı da oğlunun gözünün önünde vurmuşlardı, hesabını sormuş muyduk?
Bir cumhurbaşkanı adayının, bir parti liderinin evinin önüde, gecenin bir yarısı, elinde meşalesi eksik bir linççi güruh toplandı. "Evinde bile rahat yok"un, "İstanbul süreci"nin ilk adımıydı bu. Sonra, cumhurbaşkanı, "hapse atarız" diyerek sabık rakibini tehdit etti. Küçük ortak, "gerekeni yaparız, asarız, keseriz, hesabını sorarız" diye mafyatik dille konuşmaya devam etti. O güruhun üyeleri, gece yarısı Akşener'in evine gidenler, beraat ettiler. Sonra anamuhalefet liderine saldırdılar. İçişleri Bakanı dahil, hepsinin yorumu "oraya gitmeseymiş" oldu. Bir "ne dövdük ama" demedikleri kaldı. 2016'da Yeniçağ Gazetesi'nde cam çerçeve indiğinde, onlarca terörist gazeteyi bastığında, hiçbir şey yapamamıştık. Kimse yargılanmadı, hesabı kimseden sorulmadı. Herkesi, her şeyi istediğinde bulabilen devlet, onları bulamadı.
Şimdi Yavuz abimi dövdüler.
Yavuz abimi niye dövdüler? Tek yakaladılar, dengine getirdiler, pusuya düşürdüler. Sesi yüksek çıkıyordu. Ülkücülerin ehlilleştirilmesi projesinde bir çatlak sesti. Dün FETÖ'nün elinde piyon olanlar gibi, bugün Erdoğan'ın emrinde piyonluk yapmayı şeref sayanların canını sıkıyordu. Yolsuzluğa yolsuzluk, hırsızlığa hırsızlık, arsızlığa arsızlık diyordu. Bunun, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki karşılığı demir sopa, küfür kıyamet, evinin önünde ölümden dönmek ve o söz: "Öldürün ....yi!" Saldırgan böyle bağırıyordu, "öldürün!". Yavuz abim yaşadıkça, biz yaşadıkça ulufesinin kesilme ihtimali var çünkü. Çünkü o, ömründe bir şey üretmemiş, şerefiyle çalışıp para kazanmamış, evlad u iyal bakmamış, memlekete tek bir faydası olmamış, onun bunun verdiği harçlıklarla geçinen, o harçlığı veren eli öpen, işaret ettiğine de saldıran bir it. O kadar. Ve o it, Türkiye Cumhuriyeti'nde Yavuz abimden daha kıymetli. Onun da elini öpüp fotoğraf çektirecek daha sefil köpekler bile var.
Yavuz abimi niye dövdüler? Her gün dövüyorlar bizi, bir şey olmuyor çünkü. Her gün birinden posta yiyoruz, birinden omuz yiyoruz. Gözlerimizden kıvılcımlar çıksa da, yutkunup yolumuza bakıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti bize zındandır, ama voltaya bile hakkımız yok. Ortalıkta dolaşmamızı istemiyorlar. O yüzden bağırıyordu öbür saldırgan: "Meydanı boş mu buldun lan köpek!"
Yavuz abimi niye dövdüler? Kınayıp duruyoruz. Böyle böyle, yavaş yavaş, teker teker sindirilmemizi engelleyecek tek bir hareketimiz, manevramız, gösterimiz yok. Her bir dayak, linç, saldırı, -pek yakındır- kundaklama haberi, diğerlerinin daha sinmiş, daha sessiz olmasına neden oluyor. Yavuz abim sinmemişti, sinmeyen birkaç kişi daha vardı. Al sizin çevrenizden de birini indirdik, sizin de sonunuz böyle olacak dediler.
Yavuz abimi niye dövdüler? Pek yakında hapse girecekti. Cumhurbaşkanına hakaret davası vardı, o vardı bu vardı. Hapse atacağız seni dediler, "atmazsanız ayıp olur" dedi. Dönersem, "gök girsin kızıl çıksın" dedi. Baktılar işlemiyor, hala konuşuyor uğursuz uğursuz; "memleketi mahvettiniz" diyor, "yolsuzluk yaptınız" diyor, "teröristlik ediyorsunuz" diyor, "Türk milliyetçileri maşa olmayacak" diyor. Nasılsa dövmek, vurmak, öldürmek sıradandır, bedeli de yoktur, ne uğraşacağız hapisle, öldürüp kurtulalım dediler.
İstanbul süreci başladı ağalar, efendiler. İstanbul süreci, örtülü diktanın başını açmasıdır. Soyunup dökülmesidir. Porno çevirmesidir. İstanbul sürecinin pornosunu izliyoruz; malum kesim de, "oh olmuş"la başlayıp, kan görünce ulumaya, zevkten dört köşe olmaya başlıyor. Adaya saldırılar artacak, adayı savunanlar açıkça tehdit edilecek, dövülecek, belki öldürülecek, eski ortak PKK yine meydanlara salınacak (Yavuz abim hastanede. Meydan boş değildi, artık boş) ve bu iş belki sandık başında seçmen dövmeye gidecek. Kınayarak mı karşı duracağız? Vah vah diyerek mi karşı duracağız?
AKP'nin devletinin teröristlerle arası iyidir. FETÖ'yle iş tutup kendi askerine tuzak kuran bir devlet... PKK'yla iş tutup askerini kışlaya hapseden bir devlet... Teröristin ayağına mahkeme götürüp, "kardeşimi siz şehit ettiniz!" diyen yarbayı ihraç eden... İzmir'in göbeğinde Fıratımı koruyamayıp, Dicle'nin gayrımeşru çocuklarına megri diye ağıt yakan bir devlet... Saymakla bitmez, nerede ahlaksızlık var, kötülük var, suç var körleşip... Biri cumhurbaşkanını eleştirmeyegörsün, gözleri fal taşı gibi açılan...
Terörist, Türkiye'de Türk milliyetçisinden evladır. Vergi verenden evladır, bilim adamından evladır, işinde gücünde, kendi halinde vatandaştan evladır. Yavuz abimi dövenler, bunların gözünde, Yavuz abimden evladır.
Yavuz abime devlet sahip çıkmaz. Biz de sahip çıkmayız. Bir daha döverler. Bizi de döverler. Hepimizi döverler.
Aman başınızı eğin, görmeden geçin, "olaylara karışmayın". Aman diyeyim, devir çok kötü. Kollayın bir tarafınızı. Nasılsa kendiliğinden geçer bu devir. Tabii ya. Akılsız Yavuz abim, ne yorduysa kendini. Bahçede mangal yapıp, kendiliğinden geçmesini beklemeliydi.
Mangal yapalım. Birer kadeh koyalım. Bize ne be... Bize ne, yolumuza bakalım. Nasılsa geçecek. Yatcez kalkcez... Hop! Türkiye medenileşmiş, hukukun üstünlüğü tesis edilmiş, seçim güvenliği sağlanmış, teröristlerle iş tutanlar yargılanmış, gücüne güvenip her türlü yetkiyi kötüye kullananlar gitmiş... Tatlı rüyalar.
İstanbul süreci, hepimize hayırlı uğurlu olsun.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar