İki şeyden nefret ediyorum: İnsanların hassasiyetlerini lüzumundan fazla önemseyen idare-i maslahatçılık ve kin ile nefreti kötü bir şeymişçesine sunan eski-yeni bütün hümanizma suretli ahlaksızlıklar. Hümanizma suretli, ama hümanist değil, zira insanoğlunun iyiliğini isteyen nasıl olabilir de, onun en önemli iki silahını, kin ve nefreti elinden almaya çalışır? Nefretinizi ve kininizi baskılamak isteyen her öğreti, sizi bir yere, bir şeye boyun eğmeye zorluyordur. Kadir Cangızbay bana Gurvitch'ten alıntılamıştı: Hürriyet her zaman bir şeye karşıdır. Karşı durmamızı mümkün kılan yegane yakıtı, kin ve nefretimizi elimizden alan öğreti, hürriyetimize mutlaka kastediyordur.
İptidai insanları düşün sevgili kaari. Oldukça savunmasız bir maymunumsu. Pençesi yok, dişi yok, rüzgar değse bozar bir tıfıl Mamudo. Fakat Homo Sapiens dünyaya yayıldıktan çok kısa bir süre sonra, bütün diğer yaratıklara kendisinden korkmaları gerektiğini öğretti. Meşhur Dinofelis, insan avlamakta uzmanlaşmış iri kedi, tarih sahnesinden silindi, fakat biz hala ortalıktayız. Neden? Elbette alet kullanmamızın, ateşi ehilleştirmemizin, cemiyet hayatı yaşıyor oluşumuzun bunda payı var. Ancak neden sorusunun cevabı bunlarda bulunamaz, zira alet kullanmak, onu tehdidin kalbine saplamaya yönelik bir dürtünüz yoksa, kendinizi korumada işe yaramayabilir. Cevabımız başka bir yerde, hep kötü bir şeymişçesine sunulan kin ve nefrette. İnsan grupları, grup üyelerine yahut yavrularına saldıran bir yırtıcıyı takip edebiliyor, hatta birkaç kurban daha vermek pahasına bile olsa, inine kadar kovalıyor, öldürüyordu. Gittiğimiz her yerde büyük yırtıcıların bizden sakınmayı içgüdüleştirmelerine şaşmamak gerek. Sakınmayı tercih etmeyenler, zira, telef oldular.
Kin ve nefretin bir anda insanların zihinlerinden, dürtülerinden silindiğini hayal et. Kimse intikam almıyor. Kimse hayatına ya da konforuna kast eden tehdidi hafızasına kazıyıp, kin güdüp, tehdidin kaynağına nefretini yöneltmiyor. Böyle bir dünyada insan türü birkaç on seneye kalmaz, üstelik kendi eliyle, yok olurdu. Zira cemiyeti bir arada tutan bağlar yalnızca cazibeli kuvvetler değil, aynı zamanda caydırıcı kuvvetlerdir. Her birey, çevresine cazibesi ve caydırıcılığını aynı anda yayar. Bu bireyler arasında bir denge oluşmasını sağlar, bu sayede cemiyet hayatı mümkün olur. Devletlerarası düzeni buna benzetebiliriz, meşhur "karşılıklı yokoluş" teorisi, mesela, nükleer silahların caydırıcılığı sebebiyle, dünya barışını mümkün kıldığını söyler. Caydırıcılığın tek yönlü olmamasını sağlayan şey, her bireyde bir nefret ve kin "yeteneği"nin bulunmasıdır. Yoksa, "yoldan çıkan" her "kötü", hadsiz ve karşılık görmeyen bir kötülük furyasıyla bir anda bütün insanların hayatını zındana çevirirdi, yaptığı da yanına kâr kalırdı. Böyle bir sistemde bireyin yaşamını sürdürülebilir kılması da mümkün olmazdı, nihayet kötü de, kötülüğünde boğulur, cemiyet hayatı son bulurdu.
İnsanoğlu çevresine, cemiyete ve bireylere karşı zayıf da olsa silahlarla donanmıştır. İki yumruğu, silah edinebilme ihtimali, seni metroya itebilme, arabanın lastiklerini patlatabilme ihtimali... İnsanoğlunun oluşturduğu cemiyetleri yalnızca hukuk tanzim etmez. Edemez de. En önemli tanzim unsurlarından birisi insanoğlunun kin ve nefret hisleridir. En zayıf, en etkisiz adam bile kin ve nefret sayesinde size tehdit oluşturabilir. Hatta çok güçlüyseniz, belki bireylerin kin ve nefreti size zarar veremez ama, zarar verdiğiniz insan sayısı artar, bir maşeri kin size karşı uyanır ve size bedelini ödetir. Ödetemese bile huzursuz olursunuz, bu kinle yüzleşmemek için, bedel ödememek için sürekli teyakkuzda kalırsınız.
Elinden caydırıcılığı alınmış bir birey, iğdiş edilmiş bir at gibi. Uysal, ister sabana koş, ister değirmen dolabına, ister bin üstüne sür. Elbette salt nefret ve kinden oluşan bir insan sorunludur. Ancak içinde kin ve nefret barınmayan insan da sorunludur: bu hisler yaşamımıza katkılar yapan, hayatta kalmamız açısından faydalı hislerdir, evrimsel olarak gelişmelerinin nedeni de budur. İnsanı insan yapmaktan çıkarmayı amaçlayan din ya da ideoloji ya da ahlak yasası; insanı değiştiremez ama onun dengesini bozar, ya onu mankurta dönüştürür ya da bozmaya, yok etmeye çalıştığı duyguya teslim eder. Sağlıklı yaşanmayan ve işlenmeyen cinselliğin kadın düşmanı, tecavüze meyyal erkek yahut seksten büsbütün soğumuş cinsiyetsiz kadınlar yaratması gibi, kin ve nefrete bu tutum ya peşinen mağdur tipler yaratıyor, ya da kontrolsüz bir nefret ve kendine karşı dahi kinle dolmuş kitleler.
Aklıma milli mücadele, öncesi ve sonrası geliyor. Öncesindeki, Balkan Savaşlarında ruhu örselenen Türk'ü bir yabancı, Aubrey Herbert, bakın nasıl anlatmış:
There falls perpetual snow upon a broken plain
And through the twilight filled with flakes the white earth joins the sky
Grim as a famished, wounded wolf, his lean neck in a chain
The Turk stands up to die.
Intrigues within, intrigues without, no man to trust
He feeds street dogs that starve with him; to friends who are his foe
To Greeks and Bulgars in his lines, he flings a sudden crust-
The Turk who has to go.
By infamous, unbridled tongues and dumb deceit
Through pulpits and the stock exchange the Balkans do their work
The preacher in the chapel and the hawker in the street
Feed on the dying Turk.
The Turk worked in the vineyard, others drank the wine
The Jew who sold him ploughshares kept an interest in his plough
The Serb and Bulgar waited till king and priest should sign
Till kings said "kill, kill now".
So now the twilight falls upon the twice betrayed
The daily Mail tells England and the Daily News tells God
That God and British statesmen should make the Turks afraid-
Who fight unfed, unshod.
Evet, aç karnına, yalınayak savaşan, yaralı, zincire vurulmuş bir kurt; yine de ayağa kalkıyor, vurulup ölüyor. Sonra bir ses duyuluyor, Cenap Şahabettin'den, Rus Çarı'na hitaben: "Fakat, işte bugün minare-i tarihimizde ezan-ı intikam okunuyor!" Milli mücadelenin aynı zamanda hem yabancıların, hem kendi eliyle tepesine geçirdiklerinin elinde örselenen, yıpranan, haksızlığa uğraya uğraya kin ve nefretle dolup "deliren" bir kısım Türk'ün kıyamı olduğunu söyleyemez miyiz? Herbert'in manzumesiyle, Mehmed Emin Yurdakul'un "Vur" şiiri arasında böyle bir irtibat hissederim hep:
Ey Türk! Vur vatanın bakirlerine
Günahkar gömleği biçenleri vur
Kemikten taslarla şarap yerine
Şehitler kanını içenleri vur
Vur güzel aşıklar cenazesinden
Kırmızı meşaller yakanları vur
Şehvetin raksına yetim sesinden
Besteler, şarkılar yapanları vur
Vur, katlin o kızıl sapanlarıyla
dünyaya ölümler ekenleri vur
Vur zulmün o kanlı urganlarıyla
Bir kavmi iplere çekenleri vur
Vur etten kemikten saraylar kuran
O vahşi ruhları ezmek için vur
Dört büyük rüzgara küller savuran
O mücrim elleri kesmek için vur
Vur sen de, mukaddes hürriyet için
Dünyanın diktiği bayrak için vur
Her dinin sevdiği adalet için
Her yerde haykıran bir hak için vur
Vur aşkın ve hakkın zaferi için
Vur senden bak dünya bunu istiyor
Vur yerde bak tarih senin seyircin
Vur gökten bak Allah sana vur diyor
Vur çelik kolların kopana kadar
Olanca aşkınla, kuvvetinle vur
Son düşman, son gölge kalana kadar
Olanca kininle, şiddetinle vur
Vur senin darbenden çıkacak ateş
İntikam isteyen bir milletindir
Alnında doğacak kırmızı güneş
Bu senin ilahi hürriyetindir!
En sevdiğim sanat eserlerinin hep intikamla, kinle alakalı olmasına şaşmamak gerek. Sweeney Todd müzikali, Monte Cristo Kontu, Wyatt Earp... Büyük atamız Dadaloğlu'nun "Derviş Paşa gayrı kına yakınsın / Böbürlenip dört bir yana bakınsın / Amma bizden gece gündüz sakınsın / Öç alırız ilk fırsatı bulanda!" deyişi... Bundan mülhem ben de, "Ufukları dağ yetimi bir şehrin lağımında / Düşlerimde şark-ı karib çamur içinde inci / Hatıralar paslı kılıç belki bin yıldır kında / Istırabım iskan olmuş bir Avşar kadar kinci" demiştim.
Öyleyse, şimdi, kılıcı olmayan, abasını satıp bir kılıç alsın!
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar