Üye Girişi

Üye Girişi

Gri Propaganda: Modern Siyasetin Silahı

02 Haz 2019

Karanlık Dönemden İlginç Kesitler

II. Dünya Savaşı Öncesi, Almanya Avusturya'yla birleşmiş, Çekoslovakya'nın büyük bir kısmını ilhak etmiş, gözünü Polonya'ya dikmişken, Fransız savaş karşıtlığını körükleyen bir slogan yayılıyordu: "Pourquoi mourir pour Danzig?" yani "Neden Danzig için ölelim?" Sloganın müellifi Marcel Déat idi, kendisi bir sosyalistti. Almanya'nın Polonya'dan Danzig (Gdansk) şehrini istediğini, bu isteği karşılanırsa tatmin olacağını, Polonya'yla yapılmış ittifak anlaşması gereğince Fransa'nın Almanya'ya savaş açması durumunda boşu boşuna büyük bir harbe girileceğini, milyonlarca gencin beyhude yere öleceğini söylüyordu. Bu slogan, sınırlı da olsa karşılık buldu. I. Dünya Savaşı'nda milyonlarca gencini kaybetmiş, "kıyma makinesi" harp meydanlarında korkunç bir dehşet yaşamış Fransa'da toplum zaten savaşa karşı bir histeri geliştirmişti.

Fakat olan oldu ve insanlar "Danzig için" öldüler. Marcel Déat ne oldu dersiniz? Almanya'nın Fransa'yı işgali sırasında, işbirlikçi Petain hükumetini bile yeterince işbirlikçi bulmadığı için eleştiren bir haine dönüştü. Nazilerle işbirliği yaptı, Fransa kurtulunca İtalya'ya kaçtı ve bir hain olarak öldü. Savaş sonrasında, Alman istihbaratının Déat gibi onlarca sosyalisti fonladığı, savaş karşıtı fikirleri yaymak için kullandığı ortaya çıkacaktı.

Zamanın kasedini biraz ileri saralım. 1949'da bir kitap yayımlanıyordu.  Louis Fischer, André Gide, Arthur Koestler, Ignazio Silone, Stephen Spender ve Richard Wright imzalı "The God That Failed" (Çuvallayan Tanrı) kitabı, yazarların komünizmden nasıl soğuduklarını anlatıyordu. Sovyetlere yakın duran diğer sosyalistler, bu kitabın ve 1984 gibi diğer kitapların, Amerika'nın güdümünde bir "sol", tam adı "komünist olmayan sol" akımını güçlendirmek için yazılmış propaganda materyalleri olduğunu iddia ettiler. CIA'in bir kültürel savaş kapsamında, Sovyet tekelinden çıkmış, Amerikan çıkarlarını destekleyen argümanlar üreten bir sol entelijansı fonladığı, birçok eserde iddia edildi

Hülasa, soğuk savaş yalnızca "Özgür Dünya"nın yanında saf tutan liberaller, sağcılar, muhafazakarar ile, "Sovyetler"in yanında saf tutan solcular, komünistler ve reaksiyonerler arasında geçmiyordu. Sağcı görünümlü Sovyet ajanları, solcu görünümlü Amerikan ajanları vardı. Zira savaş, Patton'un enfes deyimiyle, "vatanın için ölmek değil, karşındaki orospu çocuğunun kendi vatanı için ölmesini sağlamak"tır. Karşı tarafı bozan, karşı taban ve söylem içinde ikilikler çıkaran taraf, kazanmaya yaklaşıyordu. 

Türkiye'ye Yansıması

Papa'nın bir Türk tarafından vurulması ne anlama geliyor? Polonya asıllı bir Papa, Polonya'da anti-sovyetik direniş hareketleri var. Üstelik Türkiye'de Türk milliyetçileri anti-sovyetik. Batı ile araları iyi değil, ancak düşmanlık yok. Türkiye'den bir Türk milliyetçisi görünümlü şahıs, Papa'yı vurursa ne olur? I. Polonya'ya ders verilir. II. Türkiye'deki sağ unsurlara bütün dünyanın tepki vermesi sağlanır. III. Türkiye içinde sol güçlerin eline yeni kozlar geçer.

Yukarıda numaralandırdığım iddialar, istihbaratçı, karanlık adam Mehmet Eymür'ün iddiaları. Akla yatkın, düşündükçe hak verilmeyecek gibi değil. Paul Henze imzalı bir makale de bunu teyit ediyor, Kissinger, daha suikastin gerçekleştiği esnada, bunun Sovyetler'in işi olduğunu söylemiş. Makalede ülkücü hareketin yakından tanıdığı isimlere dair ciddi iddialar var ki, o isimlerden birine dair Alparslan Türkeş'in "o bir haindir" deyişinin videosu internette mevcut. 

Anti-emperyalist söylemleriyle yurt içinde meşhur olan yığınla Türk gazetecinin, Batı medyasında neden bu kadar sıklıkla yer bulduğunu düşünmek gerekiyor. Bu da madalyonun diğer yüzü: CIA'in "komünist olmayan sol" projesi, yeterince gündeme gelmiyor. Ülkücü hareketi Amerikan piyonu olmakla itham eden bir sürü kanaat önderinin, gazetecinin, NGO (Non-Governmental Organization - Hükumet-harici Organizasyon) denen ama, İskender Öksüz'ün aktardığı haliyle aslen "GONGO" yani "Hükumet tarafından organize edilen hükumet dışı organizasyon" olan kuruluşların toplantılarında boy gösterdiğini görüyoruz. 

Kendi ifadeleriyle "Türkiye'de Sovyetlere dost" bir hükumeti başa geçirmek için Türkiye'deki sosyalist grupları fonlayan Sovyetler, kendi gruplarının propagandada ve düşük dozlu iç çatışmada güçlenebilmesi için, "karşı"dan ajanlar bulmuş. Bu ajanları, kendi çıkarları doğrultusunda, ajanların dahil oldukları "kimlik"le çok çatışmayan eylemlere sürüklemiş. Amerika da, Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısı nedeniyle geniş bir taban bulması mümkün solun birliğini engellemek için, sol gruplar arasına nifak tohumları ekecek solcular beslemiş. Gri propaganda basitçe budur: Propagandanın kaynağı gizlenmiştir ve başka kesimlerin sesiymişçesine sunulur. Propagandayı tasarlayan ve sunan, gerçekte belli değildir, kaynağa ulaşmak da zordur. 

Şu sıralar Türk muhalefetindeki yoğun Rus etkisini bir de böyle değerlendirin.

Ve Bugün

Sol-tandanslı, "ulusalcı", delikanlı, yiğit, korkusuz, gözüpek vs. sıfatlarla göklere çıkarılan bir tıfıl zat, haykırarak konuşuyor: "Doları Amerikalılar yükseltirken, Muharrem İnce neden Erdoğan'a yükleniyor? Bu ihanettir (...)" Doların yükselmesi, daha doğru ifadeyle Türk Lirasının düşmesi hususunda, Erdoğan'ın anlatısı, "Dış güçler doları yükseltiyor, bize operasyon çekiyor" idi. Bu, hükumetin ve damat bakanın beceriksizliğini gizlemek için kullanılan basit bir propaganda ifadesi idi. Ancak etkili olması için, hükumetin kemik destekleyicisi kitlenin dışına çıkması gerekiyordu. "Kullanışlı aptal"lar burada devreye giriyor: Ulusalcı kimliğiyle bilinenler böyle açıklamalar yaparsa, "ulusalcı" kitle ikna olmasa bile kafalar karışır ve Erdoğan'ın anlatısını savunan kitlenin kozları güçlenir. Karşı saflar zayıflar, bu da dolaylı olarak "beri" safların güçlenmesi demektir. 

Uzun zamandır dillendirdiğim bir görüş var: Türkiye'nin NATO'dan çıkmasını, bizzat Türkiye'yle çıkarları ters düşen Batılı odaklar istiyor. Sayın Türker Ertürk, bu görüşü destekleyen bir yazı yazmış. Mutlaka okunması gereken bu yazıda, özetle, şu aklıbaşında görüşler dillendiriliyor: "NATO'da kararlar oy birliği ile alınır. Türkiye'nin oy kozu vardır. NATO'dan çıkarsak bu kozu kullanamayız. NATO'dan atılmak diye bir şey de yok; ancak Türkiye kızdırılabilir ve yurt içinde NATO'dan çıkalım furyası kopartılarak, Türkiye'nin yalnızlaşması ve operasyona açık hale gelmesi sağlanabilir." Yani, soğuk savaşın yöntemleri devam ediyor, suret-i haktan görünse de, "sözcüler" her zaman kendi kesimlerinin sözcülüğünü yapmıyorlar. 

"Yankı odası" gibi deyimler artık klişeleşti. Herkes bir şeyin farkında: Sosyal medya ya da konvansiyonel medya, farklı görüşleri birbirleriyle daha etkileşimli bir faza geçirmedi. Kendi kendimize konuşmaya devam ediyoruz. Söyleminizin, mesajınızın kendi kitlenizin dışına çıkması için, farklı kesimlere hitap edecek "ajan"larınız olması lazım. Bu, farklı kesimleri ikna etmek için kullanılan bir ajan olabileceği gibi, sizin söyleminizin güçlenebilmesi için karşı saflarda koz yaratan ya da cepheyi bölen bir ajan da olabilir.

Trump ve Cambridge Analitica skandalını hatırlayın. Trump kampanyası, insanların verilerine ulaşıp, onları ikna etmek için kullanmamıştı. Skandal bunun daha ötesiydi: Trump'a oy vermeyeceği tespit edilenlerin sandığa gitmemesini sağlamaya çalışmışlardı.

Türkiye'de Türkçe ezan gibi bir talep ya da tartışma yokken (bu satırların yazarı, Türk minarelerinden arapça lafız duymaktan rahatsız bir Türkçe ezan taraftarıdır), Tayyip Erdoğan "Andımız" meselesinde sıkışmışken, önce bir "kemalist" kanaat önderinin, sonra bir milletvekilinin çıkıp "Türkçe ezan gelecek" demelerini neyle açıklarsınız? 

Türk milliyetçilerinin Erdoğan güdümüne girmesini engellemek için kurulan bir partinin genç GİK üyesine, ulusalcılar ve nizam-ı alemcilerin geçici bir ittifak yapmak suretiyle saldırmasını, nasıl açıklarsınız? Erdoğan'ın arzu ettiği milliyetçi zeminin dışında, ancak "ulusalcılık" kendine yer bulabiliyor. Ulusalcı olmayan, Türk-İslamcı da olmayan, hürriyetçi bir milliyetçilik tehditse, esasen birbirinden nefret eden ve birbirine iftiralarda bulunan iki kesim, yılanın başını küçükken ezebilir. 

Hülasa, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de siyaset, görünmez gücünüzün tesirine endeksli bir başarı ölçüsü getiriyor. Eğer "karşı"ya hitap eden etki ajanlarınız yoksa, mahallenizde kalmaya, sonra da mahallenizin dağılmasını izlemeye mahkumsunuz.

Yola kısıtlı imkanlarıyla çıkan Türkiyem TV, hem bu gettolaşmayı engelleyecek, hem de farklı kesimlere hitap ederek muhalefetin "karşı"ya ulaşmasını sağlayacaktı. Hala bir ümit var, fakat yeterince cesur ve aksiyoner olmak gerekiyor.


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

202 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs