"Gün görmeye hal mi vardı, görmeye gün mü vardı?
Hangi zaman nefes tutar; yarın mı, dün mü vardı?
Uğraş üzre yönelmeye, can havli yön mü vardı?
Tunç inadın atlasında yolunu aldı gitti!
Neredeydi, kimde idi, kim bilir hangi mekân,
Asabını sırretmeye bir çakım süngü mekân…
Dindirmeye volkan ağzı çor-çocuk mengü mekân,
Koydu bir od... Bağır deşen külünü aldı gitti!"
Her şey bir telefonla başlamıştı. "Ulan ne gıcık adamsın sen!" diyen bir kadın sesi. Normalde böyle durumlarda sert tepki veririm, ama ses bir yerden tanıdık geliyordu. Bir tanıdık beni işletiyor diye düşünürken, "Ben Meral Akşener" dedi, "falanca yazını okudum." Kendisini destekliyordum, desteklemek için "teorik" sebeplerim vardı, bu telefon sonrasında pratiğe de döküldü. Sonra, dönüm noktası bir başka telefon oldu. Bir Karaçay şarkısını Türkiye Türkçesine aktarmıştım. "Nereden geldiğini unutma" diyen bir şarkıydı. Akşener, gecenin köründe yayımladığım bu şarkıdan sonra beni aramış, "okudum, çok etkilendim, ağladım" demişti. Telefonu kapattıktan sonra kendi kendime düşündüm: Bir makamım, gücüm, param yoktu, bir Genel Başkan adayı, neden, gecenin bir köründe, artık sahiplerinin bile unuttuğu bir Türk lehçesindeki, kimseciklerin bilmediği, umursamadığı bir şarkıyı dinleyip etkilensin ve arama ihtiyacı hissetsin? Kendisinin "Türkçü" olmasından başka bir açıklama bulamadım. Hala da aynı fikirdeyim; Meral Akşener'in eksiği ve yanlışı vardır, ama hem genel, hem özel olarak konuşmuşluğumuz çoktur, kendisinin hala Türk milliyetçisi olduğuna inanıyor ve bu istifa mektubunun bu yüzden tesirli olabileceğini ümit ediyorum.
"Meral Akşener'e çok yakınım" diyen adamlardan olmadım hiç. Caka satan, poz kesenleri sevmedim. Hem, laf aramızda izzet-i nefsime düşkünümdür, adam yerine konmak için kim olursa olsun, birine yakınlığımın vesile olmasını istemem. Ancak hiç değilse kendisinin ağzından kendisine yakın olduğumu duydum. Bu yüzden, bir "yakın"ın istifası, tutacak başka yol bulamayınca yükselen bir çığlıktır, bunu görmesini istiyorum. "Kim vesile oldu", "kimlerle hareket ediyor", "amacı ne", "arkasında ne var" diye sormadan, en tuhaf senaryolarda dahi en düz, en dobra lafları ettiğimi bildiği ve beni tam olarak bu yüzden sevdiğini söylediği için, bunu Tibet'in vaziyetine dikkat çekmek için kendini yakan keşişin eylemi gibi görmesini istiyorum. Tek amacım dikkat çekmek, ancak istifa, bu dikkati kendi üstüme değil, bir meseleye çekmek istediğimin belgesidir. Bana bir faydası olmayacak, istifa ile bu kapıyı peşinen kapatıyorum. İddialarımdan, hakkımdan ve emeğimden vazgeçiyorum ve yalnızca ideolojim için taleplerime ve temsilcisi, mensubu olduğum kesimin kaygılarına dikkat çekiyorum.
Dün geceden beri arayan, mesaj atan ağabeylerime, kardeşlerime, dostlarıma çoğu zaman cevap vermedim. Birkaçı punduna getirip gafil avladı, konuştum. Cevapsız bıraktıklarımdan özür dilerim, ancak istifa kararım bir anlık öfkeyle alınmış değil, düşünüp tartarak aldığım bir karar. Çok zeki olduğum için etraflıca düşünüp tartmam birkaç saniye sürüyorsa bu benim suçum değil. (Buraya buruk bir gülücük gelecek) Yine de, istifa kararımı duyurmamın ardından, gerekçesini yazacaktım, bir süre bekleyip, insanlık haliyle biyolojimde hasıl olan alevlenmenin yatışmasını bekledim. Bu yazı, onlara da bir çağrıdır.
Siyasetten beklentim çok büyük değildi, Türkiye'yi ve Türk Dünyası'nı kurtarmak, dünyayı daha güzel bir yer yapmak, 17 yıldır bir zulme uğrayan Türkiye Türklerinin hayfını düşmanından almak, alçakların, adilerin, riyakarların ve hainlerin bedel ödediğini görmek ve bir gün baba olduğumda, çocuğuma, "senin baban bu memleketin en aydınlık yüzleriyle omuz omuza yürüyerek sancağı ileriye taşıyanlardan oldu" diyebilmek... Bu kadar mütevazı bir beklenti çok mudur? Siyasetten böyle küçük taleplerimiz olmayacaksa, neden siyaset yapalım, neden emek harcayalım, mücadele edelim?
Evet, idealist ve samimi bir Türk genci olarak çıktığım yolda gerçekçi ve akılcıydım da. Kendimce bir disiplin örneği gösterdiğimi düşünüyorum, partiyi en sert eleştirdiğim zamanlarda dahi çizgimi bozmadım, art niyetlilerle birlikte hareket etmedim, parti zarar görmesin diye zarar görmeyi tercih ettim ve içeriğini açık etmeyeceğim, partinin hayli önemli bir "emanet"i bende iken, ona hıyanet etmeyip, bir an önce gereğini yaptım. Girdiğim bütün sınavlardan doğru yaparak çıktığımı iddia edemem, ama şerefimle çıktım. Bir yanlış yaptıysam dahi, bunu şahsi hesaplarım sebebiyle değil, seküler, serbest piyasacı, hürriyetçi, cumhuriyetçi, şehirli olması gerektiğini düşündüğüm, teorileştirmek için çok kıymetli insanlarla birlikte mesai harcadığım Türk Milliyetçiliği yorumum öyle öngördüğü için, ya da ben öyle bir çıkarımda bulunduğum için yaptım. Hatta, bana yapılan operasyonun arkasında, art niyetli "sabık" İYİ Partili bir şahsın taleplerini geri çevirmem ve egosunu biraz çizmem yatıyor, en azından beş benzemezi bir araya getiren sebeplerden biri odur. Meral Akşener'e "çakacak" bir metni kaleme almadığım için, düşman kazandım, üstelik masamda oturan, sürekli yanıma gelen, dostlarımla dost olan türden düşmanlar. Gerçekçi ve akılcıydım dedim; beklentilerim yüksekti ama hayatımda ilk defa mükemmeliyetçi olmadım, küçük kusurlara, "nene lazım elin kusurun görmek / sen kendi aynana bak da öyle gel" dedim, göz yumdum. İnsanları beğenmesem bile, faydası varsa ve zararı Türk milliyetçiliğine, en azından doğrudan değilse, partide oluşlarına karşı çıkmadım ve "parti her şeyiyle benim istediğim gibi olmalıdır" saçmalığına, kibrine kapılmadım.
Şimdi, bu samimiyetimin ve küçük çapımca sergilediğimi düşündüğüm disiplinin verdiği hakka dayanarak istifa ediyor ve bu istifamın, başta belirttiğim gibi, bir çığlık olarak algılanıp, bir şeylerin değişmesine vesile olmasını istiyorum. İstifa, siyasi bir araçtır, ümit ediyorum ki İYİ Parti'de mücadeleye devam eden ancak durumdan memnun olmayan Türk milliyetçilerinin sesinin duyulmasına vesile olur ve ümit ediyorum ki, İYİ Parti'nin doğru yola girmesine bir katkı yapar. Zira o kadar emek verilmiş bu partinin dağılması, yok olması yararımıza değildir, hala bir şans varsa, o şansın gerçek olması ve doğruyu yeniden yakalamış partinin mensubu değilsem de, seçmeni olmaya devam etmeyi isterim. Bir zamanlar, yakıtı tükenenlere enerji aşılamaya çalışan bendim ve hep "İYİ Parti'nin olmadığı bir senaryo"yu göstererek yapardım bunu, hala, İYİ Parti olmazsa Erdoğan ve Bahçeli'nin güçleneceğini görüyor ve bundan kaygı duyuyorum. Tam olarak da bu kaygı sebebiyle, sessiz sedasız değil, küçük avazım yettiğince bağırarak istifa ediyorum.
Neden memnun değiliz? Memnuniyetsizliğimiz bir süreç eseri. "Benim dostum/arkadaşım/akrabam/ekibim niye görev almadı" muhalifliğini sevmiyorum, mesela Osman Özel Gençlik Kolları Başkanı olduğunda, "çakalım mı?" diye bana gelenlere, "Neden? Bu göreve uygun değil mi? Bence uygun, sırf o olmasın bu olsun diye çakmak yanlış değil mi?" cevabı vermiştim. O yüzden bu tespitlerimi o muhaliflikle bir tutmayınız. Fakat söylemem gerekiyor, 40 kişilik küçücük bir kontenjanımız varsa, meclise 40 adam sokabileceksek, bunlardan biri neden Fatih Şeker oldu? Genel Başkan bunun özeleştirisini verdi, ancak süreç buradan başlıyor diyebiliriz. Sonra, neden "muhafazakarı ikna edeyim" derken, AKP diliyle konuşan, AKP söylemini ve kendi siyasi manevra kabiliyetini güçlendirmekten başka işi olmayanlar bu partide? Neden çözüm süreci destekçileri bu partide? Neden etnik milliyetçiler bu partide? Adam mı yok diye soruyorum, ve bu parti Türk milliyetçisi değil mi? Neden biz onlara tahammül etmek zorundayız, onlar neden bizim çizgimize gelmiyor? "Tahammül teşviktir" dizesini çok severim. Neden üstüne üstlük, onları teşvik ediyoruz?
İYİ Parti'de en sevdiğim şeylerden biri, yanlış yapılmaması değil, yanlış yapıldıktan sonra tepki görünce geri adım atılmasıydı. Aytun Bey, mesela, saçmasapan tweetler attı, tepkiler sonrasında sildi. Bu da bir şeydir, bizim istediğimiz budur. Yanlış yapılmaması değil, yapılır elbet insanız, ancak yapılınca doğan tepkiye kulak verilmesi. Hasan Seymen'in, Ensarioğlu'nun, Ağıralioğlu'nun videoları servis edilince, "kardeşim bu partiye zarar veriyor, istifa edin" neden denmedi? Bu üç şahsın, 5 milyon seçmenden, yığınla teşkilat mensubundan daha kıymetli kılan şey nedir? Hep yapılan şey, bu defa yapılmadı, tersine sahiplenici ve eleştirenleri aşağılayıcı bir yola gidildi. Hiçbir adım atılmadı.
Eğer Genel Başkan'ın bu arkadaşlara bir borcu, insani bir vefa duygusu vs varsa, elinde güçlü kozu yoksa, işte bir şekilde eline koz vermek istiyorum: "Gençler sizden rahatsız, işte evladım dediğim çocuk bile bıraktı, bu binlercesinden sadece biridir, topyekün bir kopuş var, bir kesimi partiden soğutuyorsunuz" diyebilirsiniz. Onlar da samimilerse, istifa ederler. Bu kadar basit, istifa atla deve değil, kimse de bir parti, teşkilat, devlet vs. için hayati değil. Kimsenin yeri doldurulmaz değil. Hatta bu üçü için, yerlerini çok daha iyi isimlerle doldurmamız mümkündür.
Hadi istifa etmiyorlar, özür de yok, "yanlış yapmışım" demek de yok, sadece pişkinlik var. Bunun ne kadar kırıcı, incitici ve soğutucu olduğunu göstermek istiyorum.
Bizim de hassasiyetlerimiz var kardeşim. Hem de bu hassasiyetler uğrunda dayak yemeyi, dışlanmayı, tutuklanmayı, ölmeyi; her şeyi göze aldık. Yaptık da. Bu hassasiyetleri görün artık, bunca laf bunun içindi.
Biz İYİ Parti'den bir sentez bekliyorduk. Şehirli yaşam tarzı, cumhuriyet kazanımları ile, taşrayı, muhafazakar kesimi, "milliyetçilik" mayası sayesinde, onların dilini konuşmak sayesinde, barıştıracak parti İYİ Parti'ydi. Aslını, misyonunu inkar ederek, taklide düşüyor.
Bunun yanında, başka bir husus daha var. Siyaset yapıyorsak, insanlar üzerindeki hakkımız, nazımız, nüfuzumuz sayesinde yapıyoruz. Şimdi, sık görüştüğüm kardeşlerimden biri, çözüm süreci zamanında gazi olmuş bir arkadaş. Bana da, yaşça çok büyük olmasam da abi diyor. Dese ki, abi, senin mensubu olduğun parti, bana oy ver dediğin parti, çözüm sürecini desteklemiş, çözüm sürecinin diliyle konuşmuş adamları barındırıyor, ne diyeceğim? Yahut, sekülarizme, çağdaşlığa, bilimsel düşünceye gönül vermiş arkadaşlarıma, okurlarıma, bunun tam aksini savunan insanların olduğu bir partiye destek olmaları için hangi argümanı kullanacağım? Bana sorduklarında, ne diyeceğim? Teşkilat mensubu olmak, teşkilatın bileşenlerinin hassasiyetlerini gözetmeyi ve farklı kesimlerin, ağızdan çıkacak bir söz nedeniyle, bambaşka bir şehir ya da bağlamda, teşkilatın bir başka mensubuna tepki gösterebileceğini düşünmeyi gerektirir. Bu adamlar bunu yapmıyor, ama biz yapıyoruz! Mesele basit: alttan almaktan yoruldum. Tevile hiç başvurmadım, ancak kendimce bardağı dolu yerinden yakalayarak savunmaya çalışıyordum. "O" saatten sonra, öyle bir yere geldim ki, tevil yapmak zorundaydım, yalan söylemek zorundaydım. Sövdüğüm, hatta dövdüğüm insanlar gibi olacaktım. Nefret ettiğim tiplere dönüşecektim. Hayır, benim siyasetten beklentim bu değildi. Ben bu defa "ortalama iyi insan"ın siyasetinin yapılacağını umuyordum ve bunu görüyordum da. İYİ Parti'ye akın akın gelenler, yani kitlemiz, genellikle memleketin "iyi insanları"ydı. Muhteşem, sıradışı, üstün insanları değil, iyi insanları, ki bizi kurtaracak olan maya da buydu. Bunu kaybetmek istemedim.
Azınlığın tahakkümü diye bir yazı yazmıştım. Kuramdır, uzlaşmaz bir azınlık, kendini çoğunluğa kabul ettirir ve hüküm sürer. Partide her türlü akım, uzlaşmaz azınlığı oynuyor. Bir tek Türk milliyetçileri bunu yapmıyor. Bu da çağrımdır: Uzlaşmaz azınlık olalım. Madem öyle olmuyor, böyle olsun.
Çizgilerimiz bellidir. Atatürk'le, Türklükle, Türk Dünyası ile, cumhuriyetle, laiklikle, bilimsel düşünceyle bağdaşmayan bütün görüşler, ayırt etmeksizin ve biri diğerinden daha öncelikli olmadan, düşmanımızdır. Bizim derdimiz sadece Erdoğan'ı indirmek değil, bizim derdimiz Türkiye'nin bir daha Erdoğan yaratmamasını sağlamak. Bir daha Bahçeli yaratmamasını sağlamak. Türk Milliyetçiliğini, Gellner'in vaktiyle Atatürk Türkiyesi'ni örnek gösterdiği gibi, bir ülkenin gelişme, güzelleşme ve cazipleşme atılımının, dünyada parmakla gösterilen müellifi haline getirmek. Bunun yolunun da ancak ve ancak bilimsel düşünce, ahlak ve insan haklarını benimsemiş bir zihinden geçeceğini biliyoruz. Bununla kavga edelim. Özellikle genç Türk milliyetçisi kardeşlerim, yoldaşlarım: Başımıza gelen her şey, her türlü hayal kırıklığımız, örgütsüz olmamızdan, uzlaşmaz olmayışımızdan kaynaklanıyor. Gelin bir yapı tesis edelim. Bu yapının başkanı olmaya çalışmayacağıma söz veriyorum. Hamalı, fedaisi, müstahdemi olacağıma söz veriyorum. Gelin, bir şekilde kafa kafaya verelim, mücadeleyi bırakmayacaksak, ki bırakma niyetinde değilim, taleplerimizin ve çizgilerimizin önemsenmesi için bir yol bulup etkili olalım. Belki İYİ Parti'nin de ihtiyacı budur: dışarıdan onu takip edip zorlayan, eleştiren, her hatasında yaygara koparıp, her doğrusunu ödüllendiren bağımsız bir Türk milliyetçisi odak.
Mücadele için, siyaseti ve siyasi partiyi hala lüzumlu buluyorum. Bir ülkede kararı siyaset mekanizması verir, o mekanizmada yoksak, etkili olmamız mümkün değildir. O mekanizmada, başat unsur olan siyasi partimiz yoksa, edilgen kalmaya mahkumuz, taktik açıdan başarılı olabilir ancak asla kendi stratejimizi dayatamayız.
Hülasa, İYİ Parti'de, bir Türk milliyetçisi olarak savunamayacağım insanlar ve bunların savunamayacağım sözleri, eylemleri var. Tek olduğumu düşünmüyorum, teksem de vatan sağ olsun, ancak geniş bir kesimin bu rahatsızlığı paylaştığını ve partinin bu defa "niye aday olmadım" saikiyle değil, çok daha temel ve teorik bir muhalefetle karşı karşıya kalacağını, yakıtını tüketeceğini ve Türkiye'nin AKP eskisi bir zihniyetin eline kalacağını öngörüyorum. Bu tehlikelidir, ben bunu istemiyorum. İstifam bunun eseridir, umuyorum ki, bu önemsiz ancak bütün hüneri samimiyetinde Bahadır'ın intihar eylemi, bir başka pencere açar ve siyasi hesaplara gömülmüş zihinlere, biraz sarsarak, başka hesapların da var olduğunu ve İYİ Parti'ye gönül veren insanların o diğer hesapları, bütün hesaplardan daha fazla önemsediğini gösterir. O zaman bu bir işe yarar ve ben istifa etmiş ve her şeyden vazgeçmiş olsam bile, şahsımda değilse de, yoldaşlarım nezdinde emeğimin meyvelerinin toplandığını, her birimizin küçük çapınca yaptığı katkının ülke geleceğinde iyi anlamda söz sahibi olduğunu görür, kıvanırım.
İşe yaramazsa, yapacak bir şey yok. İYİ Parti kurulmalıydı ve içinde yer aldığım için pişman değilim. Diğer hiçbir partiyi kendime daha yakın görmüyorum. Ancak bir zaman doğruyu temsil ettiği için dahil olduğumuz yapı, ilelebet doğru kalacak diye bir kural yok ve kabul etmek lazım, kimse bize her şeyin istediğimiz gibi olacağının sözünü vermedi. Yaptığımız her şeyi Türk milliyetçiliği için yaptıysak, ki ben öyle yaptım diyerek göğsümü gere gere söyleyebilirim, günah işlemedik. Erdoğan-Bahçeli ikilisinin güç teksifine karşı bir cephe açmış olduk, siyasetin seyri başka senaryolar karşımıza getirdi diye, dünkü doğrumuz yanlışlanmaz. Güç kaybetmiş, yıpranmış, ancak "saflarımız seyrelse de yine ileri!" diyen azmin ateşini hep diri tutarak, mücadeleye devam.
Beni adam yerine koyanlar, gücüm, şöhretim, makamım ya da paramdan dolayı değil (ki bunların hiçbiri yok), Türk milliyetçisi olduğum için koyuyorlar. Onların yüzünü yere eğdiremezdim.
Bana düşen bir Reyhani türküsü dinlemek ve Türk milliyetçiliğine dair yazıp çizmeye devam etmek. Yara yoldaşa selam olsun, bir hakkım varsa helal olsun, üzerimde hakkı olanlar da helal etsin. "Tuz ektiler çalıştığım çabaya / emeğimi suya döktüm, gidirem." Hem, bir ben ölmeyinen ordu bozulmaz, istifam hatalıysa bile, mezkur isimler kadar -parti zaviyesinden- önemi ve faydası olmayan bir adamım, çetin yollar aşmaya layık olmayan bir yufka yürekli sayınız, ama çok sövmeyiniz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar