Üye Girişi

Üye Girişi

Normandiya'yı Anmak: Patton'un Efsanevi Nutku

06 Haz 2016

Esasen askerlikte Amerikalıları pek sevmem ve ne yalan söyleyeyim, İkinci Dünya Savaşı'nda Prusyalı Alman subaylarına duygusal bir yakınlık duyarım. Cep zırhlısı Admiral Graf Spee'yi batırması gerekince, gemiyle birlikte batmak isteyen, "adamlarınıza ne olacak?" sorusu üzerine vazgeçip, adamlarının Arjantin üzerinden Almanya'ya ulaşmasını temin ettikten sonra otel odasına geminin sancağını serip, üzerinde kafasına sıkarak ebediyete giden Hans Langsdorff gibi, örneğin. Fakat bugün Normandiya çıkarmasının yıldönümü ve Amerikan tarihinde saygı duyduğum üç askeri isimden biri olan George Patton'un bir konuşmasını çevirmeye karar verdim. (Diğer ikisi George Washington ve Stonewall Jackson)

Patton, Normandiya çıkarmasından önce üçüncü ordu askerlerini gaza getirmek için bu konuşmayı yapıyor. Bozuk ağzı ve kendine has bakış açısıyla efsanevi bir konuşma. Bir diğer efsanevi konuşma Churchill'indir ki, "we shall fight on the beaches..." (Kumsallarda savaşacağız...) diye başlayan kısımda, eski İngilizce kökenli olmayan tek sözcük "surrender" yani "teslimiyet" sözcüğüdür, Fransızca'dan geçmiştir. Fransızların hemen teslim oluşuna ince bir gönderme midir, bilinmez. 

Lafı çok uzatıp 2. Dünya Savaşı triviasına girmeyeyim, metin aşağıda. Farklı versiyonlar var, ben Wikipedia'dakini kullanarak çevirdim. Elbette çok edebi ve aynı coşkuyu yansıtan bir çeviri değil ama idare eder:


 

Oturun.

Beyler, Amerika'nın savaş istemediğine, savaşın dışında kalmayı arzu ettiğine dair duyduğunuz her şey zırvadan ibaret. Amerikalılar savaşı sever. Bütün gerçek Amerikalılar savaşın gürültü patırtısını sever. Hepiniz çocukken en iyi nişancıya, en hızlı koşucuya, en yıldız sporculara ve en sert boksörlere hayrandınız. Amerikalılar kazananı sever ve kaybedene tahammül etmez. Amerikalılar her zaman kazanmak için oynarlar. Bu yüzden Amerikalılar hiç savaş kaybetmediler ve hiç kaybetmeyecekler. Kaybetme düşüncesi bile Amerikalılar için tiksinti vericidir. Savaş, bir erkeğin girişebileceği en önemli rekabet alanıdır. Savaş en iyi olanı ortaya çıkarır ve aşağılık olanı ortadan kaldırır.

Hepiniz ölmeyeceksiniz. Bugün burada olanların yalnızca yüzde ikisi, büyük bir savaşta zayiatımız olurdu. İlk çarpışmada herkes korkar. Korkmuyorum diyen tanrının belası bir yalancıdır. Ama gerçek kahraman, korkarken bile savaşmaya devam edendir. Bazıları korkularını ateş altında geçen bir dakikada yenerler, bazıları bir saatte, bazıları içinse birkaç gün gerekir. Ama gerçek bir erkek ölüm korkusunun şerefine, ülkesine karşı görev bilincine ve doğasındaki erkekliğe üstün gelmesine asla izin vermez. 

Bütün ordu eğitiminiz boyunca boktan talimler dediğiniz şeyden karılar gibi car car şikayet ettiniz. Hepsi bir amaç içindi - emirlere anında itaat ve daimi tetikte olma bilincini size kazandırmak için. Bu her askere kazandırılmalıdır. Her zaman pür-dikkat olmayan asker sikimde bile değildir. Ama talimler hepinizi deneyimli askerlere dönüştürdü. Hazırsınız! Nefes almaya devam etmek isteyen herkes sürekli tetikte olmalıdır. Olmazsa, bir Alman orospu çocuğu arkasına sızar ve içi bok dolu çorabıyla öldürene kadar döver. Sicilya'da şu an temizinden dört yüz mezar taşı var, görev yerinde uyuyan bir adam yüzünden- fakat bunlar Alman mezarları, çünkü piçin birini komutanından önce biz, uyurken yakaladık.

Ordu bir takımdır. Takım olarak yaşar, yer, uyur ve savaşır. Bireysel kahraman lafları saçmalıktan ibaret. Saturday Evening Post'ta yazan huysuz piçler, savaştan sikişmekten anladıklarından daha fazla anlamıyorlar. Ve bizim takımımız en iyisi- en iyi yiyecek ve ekipman bizde, en iyi ruh ve dünyadaki en iyi erkekler. Şu an karşılarına çıkacağımız zavallı piçlere acıyorum aslında.

Gerçek kahramanlar hikaye kitaplarındaki savaşçılara benzemezler. Bu ordudaki her adam hayati bir rol oynuyor. Bu yüzden asla gevşemeyin. İşinizin önemli olmadığını düşünmeyin. Bütün kamyon şoförleri bombaların gürültüsünden hoşlanmadığına karar verip, sapsarı kesilip kafa üstü bir hendeğe atlasa ne olurdu? Bu korkak piç kendisine "Cehennemin dibi, kimse beni fark etmez, binlerce adamdan bir kişi eksilecek" diyebilirdi. Ya herkes böyle deseydi? Hangi cehennemin dibinde olurduk şimdi? Hayır, tanrıya şükür. Amerikalılar böyle demez. Her adam görevini yapar. Her adam önemlidir. Ordu donatım mühimmat sevkiyatı için gereklidir, levazımcı bize yemek ve giysi getirmek için- çünkü gittiğimiz yerde çalabileceğimiz çok şey yok. Yemekhanedeki her lanet olası adam, bokumuzu temizlemek için suyu kaynatan adam bile, bir görev için burada. 

Her adamın yalnızca kendisini değil, yanında savaşan arkadaşını da düşünmesi lazım. Orduda sarı benizli korkaklar istemiyoruz. Bunlar sinek gibi ezilmeliler. Öldürülmezlerse, savaştan sonra eve gidip üreyecekler, daha fazla korkak yetiştirecekler. Yiğit adamlar yiğit yetiştirirler. Lanet korkakları öldürelim ve yiğit adamlardan oluşan bir milletimiz olsun.

Afrika operasyonunda gördüğüm en yiğit adamlardan biri, Tunus'a ilerlediğimiz sırada kurşun yağmuru altında bir telgraf direğinin tepesindeydi. Durup yukarıda ne bok yediğini sordum. "Kabloyu tamir ediyorum komutanım" dedi. "Yukarıda durmak şu an biraz sağlıksız değil mi" dedim. "Evet komutanım, ama bu tanrının belası kablonun tamir edilmesi gerekiyor" dedi. "Yolu bombalayan uçaklar rahatsız etmiyor mu?" diye sordum ben de. "Hayır komutanım, ama siz bayağı rahatsız ediyorsunuz" dedi. Pekala, işte o adam gerçek bir askerdi. Gerçek bir erkek. Bütün varını görevine adamış bir adam, ölme ihtimali ne kadar yüksek olsa da, görevi o an ne kadar önemsiz görünse de. 

Gabes'e giden kamyonları görmeliydiniz. Şoförler muhteşemdi. Geceler ve gündüzler boyu o orospu çocuğu yollarda direksiyon salladılar, asla durmadılar, sağda solda patlayan bombalara rağmen rotalarından şaşmadılar. 40 saatten uzun süre direksiyon sallayanlar vardı. Amerikan yüreği sayesinde oldu hepsi. Bunlar muharip adamlar değillerdi. Ama görevi olan askerlerdi. Bir takımın parçasıydılar. Onlar olmasa savaş kaybedilirdi.

Tabii, hepimiz eve dönmek istiyoruz. Bu savaş bitsin istiyoruz. Ama savaşı yatarak kazanamazsın. Savaşı bitirmenin en hızlı yolu, onu başlatan piçin hakkından gelmektir. Oraya gidip ortalığı temizleyeceğiz ve sonra pembe sıçan Japonlara sıra gelecek. Ne kadar hızlı haklarından gelirsek o kadar hızlı eve döneriz. Eve giden en kısa yol Berlin ve Tokyo'dan geçiyor. Bu yüzden sürekli ilerleyin. Ve Berlin'e gittiğimizde o kalpazan orospu çocuğu Hitler'i şahsen vuracağım.

Bir adam bomba sığınağında yatarken, bütün gün orada kalırsa, eninde sonunda Hans gelip onu bulur. Cehennemin dibi. Benim adamlarım siper kazmaz. Siperler sadece hücumu yavaşlatır. Sürekli ilerleyin. Bu savaşı kazanacağız, ve bu savaşı yalnızca Almanlara bizde onlarda olduğundan ya da olacağından daha fazla ciğer olduğunu göstererek kazanacağız. O piçleri sadece vurmayacağız, canlı canlı bağırsaklarını söküp tanklarımızın pedallarını yağlayacağız. Hun siki yalayan o bitlileri alay alay kıracağız. 

Bazılarınız ateş altında tırsıp tırsmayacağını merak ediyor. Endişlenmeyin. Hepinizin görevini yapacağına sizi temin ederim. Savaş kanlı bir iş, ölümlü bir iş. Naziler düşmanımız. Onlara girişin, kanlarını dökün ya da onlar sizin kanınızı dökecekler. Bağırsaklarına ateş edin. Karınlarını yarın. Etrafınıza bombalar düşerken ve suratınızdan kiri silerken, ve kir sandığınızın aslında az önce en iyi arkadaşınız olan şeyin kanı ve bağırsakları olduğunu fark ettiğinizde, ne yapmanız gerektiğini anlayacaksınız.

"Mevkiimi tutuyorum" diyen mesajlar istemiyorum. Hiçbir şeyi tutmuyoruz. Sürekli ilerliyoruz ve düşmanın taşakları dışında herhangi bir şeyi tutmakla ilgilenmiyoruz. Taşaklarından tutacağız ve götünü tekmeleyeceğiz, taşaklarını kıvırıp canı götünden çıkana kadar döveceğiz. Operasyon planımız ilerlemekten ibaret ve ilerlemeye devam edin. Düşmanın içinden, klozet borusundan bokun geçişi gibi geçeceğiz. 

Adamlarımıza çok yüklendiğimize dair şikayetler olacak. Hiç umrumda değil. Bir damla terin bir varil kanı kurtaracağına inanıyorum. Ne kadar bastırırsak, o kadar Alman öldüreceğiz. Ne kadar Alman öldürürsek, o kadar az adamımız ölecek. Çok yüklenmek daha az zayiat demek. Hepinizin bunu hatırlamasını istiyorum. Benim adamlarım teslim olmaz. Vurulmadığı sürece komutam altındaki hiçbir askerden teslim olduğunu duymak istemiyorum. Vurulsanız bile savaşa devam edebilirsiniz. Lafın gelişi söylemiyorum. Libya'daki, göğsüne dayanmış bir Luger varken, silahı eliyle kenara itip, öbür eliyle miğferini çıkarıp Hans'ın kafasına vura vura patlatan teğmen gibi adamlar istiyorum. Sonra Luger'i de alıp bir diğer Alman'ı vurmuştu. Ve bütün bunları yaparken ciğerlerinde bir kurşun vardı. Alın size erkek gibi erkek!

Unutmayın, burada olduğumu bilmiyorsunuz. Hiçbir mektupta geçmemeli bu. Dünyanın bana ne olduğunu bilmemesi lazım. Bu orduyu komuta ettiğimi bilmemeliler. İngiltere'de bile değilim şu an. Bunun ilk farkına varan piçlerin lanet olası Almanlar olmasını sağlayalım. Bir gün, sidik lekeli arka ayaklarının üzerine dikilip "Ah! Yine şu tanrının belası üçüncü ordu ve Patton denen orospu çocuğu!" diye ulumalarını istiyorum.

Bu savaş bitip evlerinize döndüğünüzde söyleyebileceğiniz bir şey olacak. Bundan otuz yıl sonra ateşin başında, torununuz dizinizde otururken "İkinci Dünya Savaşı'nda ne yaptın?" diye sorduğunda öksürüp, "Deden Louisiana'da bok kürüyordu" demek zorunda kalmayacaksınız. Hayır beyler, gözlerinin içine bakıp "Evlat, deden tanrının belası bir orospunun evladı Patton ve büyük üçüncü orduyla at sürdü" diyebilirsiniz.

Pekala, sizi orospu çocukları. Şimdi nasıl hissettiğimi biliyorsunuz. Sizin gibi harika herifleri ne zaman, nerede olursa olsun komuta etmekten gurur duyacağım. Hepsi bu.


 

Çeviren: M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Son Düzenlenme Pazartesi, 06 Haziran 2016 09:13
 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

1211 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs