Üye Girişi

Üye Girişi

Tabu, Totem, Siyasal İslam

16 Ağu 2018

Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm isimli eserinde önemli bir bilgi verir: Şamanist Türkler, kötü ruhlarla ilgilenen "Kara Kam"lardan korkar, onlara tazim ve saygıyla yaklaşırlarmış. Fakat iyi ruhlarla haşır neşir olan "Ak Kam"ları pek umursamaz, yanlarına pek uğramazlarmış. İnan bunu zarar görme korkusunun baskın çıkmasıyla açıklıyor: İyi ruhlar zaten iyidir, bize zarar vermezler. Ama kötü ruhlar bize zarar verebilirler. Literatür bize insanların olumsuz bir durumla karşılaştıklarında şikayet etmeye, olumlu bir durum için teşekkür etmekten daha yatkın olduklarını söylüyor. Bunun gibi, kadim Türkler iyi ruhlara iyilik ettikleri için teşekkür etmekten çok, kötü ruhların ettikleri ve edebilecekleri kötülüğü engellemekle daha çok ilgilenmişler. (Bir parantez açayım, uzun olsa da. Negatif ve pozitif olmak üzere iki tür geri besleme vardır. Negatif geri besleme, artan bir şeyi azaltmaya, azalan bir şeyi arttırmaya yönlendiren tepkidir. Pozitif geri besleme ise artanı daha da arttıran, azalanı daha da azaltan bir tepki. Tabiatta negatif geri beslemeler, pozitif geri beslemelerden yaygındır, zira ancak negatif geri besleme denge sağlamaya muktedirdir. Şikayet ve minneti, birer negatif ve pozitif geri besleme türü olarak ele alırsak, ilkinin neden daha yaygın olduğunu da belki anlamış oluruz. Az miktarda teşvik toplum için kafi ve faydalıdır ama, "kötü"yü cezalandırmak, azaltmak ya da yok etmek daha önemlidir. Önce hayatta kalmak, sonra kaliteli yaşamak gibi düşünün.) 

Dinin bu yanı, ta pagan çağlardan Sami Dinlerin devlet eliyle ya da işbirliğiyle örgütlü hale geldiği döneme ve bugüne dek, her zaman olumlu yönünden daha baskın olmuş. Allah'ın taş yapması, iyiliği, güzelliği emretmesinden daha önemlidir. Şeyhi inkar edersen mürşidinin şeytan olabileceği korkusu, akletme ve sorgulama farzından (ve aklederek Allah'ı bulduğu anlatılan İbrahim'in sünnetinden) daha önemlidir. Üstelik, dinin fiziki dünyayı açıklama işlevinin tedricen bilime devredilmesi ve dini bilginin iyice "öte dünya"ya odaklanmasından sonra, bu özellik daha da belirgin hale gelmiş. Artık bilimin açıkladığı şeyleri papaza/imama sormuyoruz, ancak hala insanız ve ölüm korkumuz var. Ölümden sonrasını onlara soruyoruz ve bilinmezliğin Homo Sapiens olduğumuzdan beri beynimize yaşattığı rahatsızlık, yakamızı elden bırakmıyor. Allah'tan korkmak, Allah'ı sevmekten daha önemli. Zira dinle rabıtamızın üzerine bina edildiği temel, ölüm korkumuz. Bu korkuyla başa çıkmak için din bizim şahsi bir enstrümanımız, Allah'ın varlığı/yokluğu yahut ne murad ettiğinden daha önemli olan, bizim bu korkuyla başa çıkabilme çabamızda sağladığı fayda.

Tabular böyle doğuyor. Konumuzla ilgilisine gelince: Bizim eski münevverlerimizin eserlerinde nice hikmetler gizlidir. Modern teorilere örnek verirken sık sık onlara referans veririm, bu münevverlerin sırf eski diye kıymet görmediklerini, gerçekten birer cevher olduklarını göstermek için biraz da. En çok Ömer Seyfettin'e (ve onun etno-sembolizm alanına cuk oturan Bir Kayışın Tesiri öyküsüne) atıf yaparım. Yine bir Ömer Seyfettin öyküsü geliyor aklıma: Tuhaf Bir Zulüm. Öyküde kahramanımız genç bir "nasyonalist Türk" olarak ihtiyar bir Bulgar diplomatı ziyaret eder. Diplomat, "Türk'ten nasyonalist de, sosyalist de olmaz, varsa bir taassubu vardır, o kadar" der. Kahramanımız karşı çıkınca da, Bulgaristan'ı nasıl "Bulgaristan" yaptıklarını anlatır. Ne yapsalar Türklerden kurtulamıyorlar, Bulgaristan sınırları içinde kalmış/kalacak birçok yerleşimde nüfus üstünlüğünü sağlayamıyorlardır. Kimileri Türklere soykırım uygulamak isterken, Avrupa'nın tepkisinden dolayı bu yola başvurmakta da gönülsüzdürler. Diplomatımızın aklına dahiyane bir fikir gelir. Örtülü ödenekten bir miktar para alıp, Türklerin nüfus olarak çoğunlukta olduğu bölgelere yönetici olarak gider. Her yerleşim yerinde, bir Bulgar göçmeni aile getirir ve onlara bir domuz sürüsü alır. Sürüyü kasten sokaklara salarlar. Türkler, toprağın necis olduğuna inanıp, domuz nefretleri yüzünden, tek kurşun atmadan Anadolu'ya doğru göçmeye başlarlar. Bu tabu, Türklerin vatanına mâl olmuştur. 

Olay gerçekten yaşanmış mıdır bilinmez, ama toplumun tabularının Erdoğan tarafından kullanıldığı vaki. HDP nefretimiz -ki haklı bir nefret- uzun zamandır kullanılıyor mesela. Gezi'yi hatırlayın: Gezi'de darbeyi gördüm diyenler, Erdoğan'a destek çıkanlar bir anda Gezi'ye doluşmuş, ihtiyar diplomatın domuzları gibi biz Türk milliyetçilerinin midesini bulandırmışlardı. Toplumdaki CHP tabusu, Gökçek'in "Gökçek gidecek sol gelecek" afişlerinde kullanılmıştı. Bu tabular, birer fikir, tavır, tutum, davranış olmaktan çıkıp, sorgulanmaz, üst beynin değil artık omuriliğin meselesi olmuş birer reflekse dönüşünce, bize ciddi maliyetler çıkarıyor. Pekala domuz mu yiyelim? Hayır, fakat domuz gezdi diye vatanımızı terk etmeyelim. Tabularımızın bize karşı birer koz olmasına izin vermeyelim. 

Madem başlığı Freud'dan ödünç aldık, totemle devam edelim. Antropologlar, totemin atalar kültü ile alakalı olduğunu söylerler. Bir hayvanı, ağacı, yer şeklini totem haline getiren topluluk, onun üzerinden kendi ölümsüzlüğünü tecrübe eder. Atalar ölmüştür, evet, fakat mistik bir sembolizmle özdeşleşilen o totem (hayvan vs) yaşadıkça, çevrede dolandıkça, toplum ölmüşlerinin yaşamaya devam ettiğini, kendi varlığının devam edeceğini hissedecektir. Kuşun kendisinden daha önemli olan, totem olması: Bozkurdun kendisi kutsal değildir, ama onun imajı bir totemdir ve bozkurt bozkırda dolaştıkça Türkler kendilerini özdeşleştirdikleri ve korktukları o hayvan üzerinden kendi bilinçaltlarını teskin edeceklerdir. Bir nevi kendi ölümsüzlüklerine de totem üzerinden inanacaklardır.

Fakat totem hakikatte kendisine bile faydası olmayan bir puttur. Milli Mücadele'yi kaybetsek, bozkurtlar yine Sibirya'da dolaşacaklardı, ancak muhtemelen Türk kimliği yok olup gidecekti. Bir milletin istikbalini artık falanca hayvanın imajını kutsayıp, onun varlığına endeksleyerek temin etmiyoruz, devlet teşkilatı, bilim, siyaset gibi araçlara başvuruyoruz, iyi de yapıyoruz. Ancak Tayyip Erdoğan, kendisini hiç sevmesem de objektif biçimde hakkını teslim etmeliyim, başarılı bir operasyon yürütmüştür ve artık kitlesinin gözünde bir totemdir. Gecekonduda yaşayan insanlar, o sarayda yaşadıkça bir totem ilişkisi kuruyorlar. Kendilerinin de sarayda yaşadığı, varlıklarının onun sarayda yaşamasına endeksli olduğu gibi sanrılara kapılıyorlar. Erdoğan ve seçmen arasındaki bu illüzyon bağı kırılmadıkça iktidarı değiştirmek mümkün değil. Ekonomiyi beceriksizliğiyle, bilgisizliğiyle, görgüsüzlüğüyle bu hale getirdiği halde her defasında dış mihraklar, faiz lobisi, Trump gibi bahaneler bularak kendi sorumluğundan sıyrılabilmesi bu yüzden. Bu tuhaf rabıtayla tutulmuş seçmen Tayyip Erdoğan zenginleştikçe, güçlendikçe, büyüdükçe kendisi olmuş gibi hissediyor. 

Hem tabu, hem totem mevzusunda konu dönüp dolaşıp siyasal islama dayanıyor. Zira bu kuvvetli bağları tesis edip, elindeki sopayla seçmenin bilinçaltını tahrik edebilmesinin, öcüler gösterip kurtarıcı olabilmesinin sırrı, dinin etkileyiciliğinde saklı. Kolektif bilinçaltındaki yüzbinlerce yıllık arketiplere hitap ediyor, sürüngen beyninin reflekslerine oynuyor. Muhalefetin üst beyne hitap eden, mantıklı, akıllı, doğru, gerçek, güzel, iyi önerileri, siyaseti ise ya naif kalıyor, ya etkisiz. Köpek fobisi olan bir adam olarak, nişanlımla birlikteyken dahi ortamda köpek varsa ona odaklanamam, aklım hep köpektedir. Yahut muhteşem bir tabloyu izliyor olsam da, yanımdan bir köpek geçse, tablodan zevk alamam. Bu da böyle bir şey: Fobilere, bilinçaltının reflekslerine, psikozlarına oynayan bir söylem, her zaman üst beyne oynayan bir söylemden baskın olacaktır. Evvelki bir yazımda ifade ettiğim (daha doğrusu alıntıladığım gibi) kalabalıklar bir araya geldiklerinde fikir değil, ön yargı paylaşırlar. 

Öyleyse ne yapmalı? İşte burada şahsi günah çıkarmam geliyor, yahut savunmam. Birçok dostum, şimdiye dek amansız ve tavizsiz seküler bir söylem tutturduğum halde, dini ifadeler kullanan bir partinin Genel İdare Kurulu'nda yer almamı sertçe ya da hafifçe eleştirdi. Genel Başkanın bu konudaki tarifi, böyle kaldığı sürece, beni tatmin etti oysa ki. Sayın Akşener birkaç defa partinin muhafazakarlığını tanımlarken "dini değerlere saygı duyup din istismarcılarının elinden kurtarmak" ifadesini kullandı. Karşımızda dinin "kötü yüzüyle" efsunlanmış ve beyin fonksiyonlarının ekserisi iptal edilip güdülmeye başlanan bir kitle var. Bu kitleyi yok sayamayız, öldüremeyiz; darbe de yapmayacağımıza göre, o kitleyi uyandırmaya çalışmak tek makul ve mutedil yol olarak karşımıza çıkıyor. Bunu nasıl yapacağız? Putkıran bir din anlayışıyla. İnsanları tabulardan kurtaran, totemlerin kendisine bile faydası olmayan alelade birer nesne olduğunu gösteren bir propagandayla. Elbette başarmak zor, ancak "Allah bana oy vermenizi istiyor" demekle, "Allah yar ve yardımcımız olsun" sözleri arasında fark var. Biri din istismarı iken, diğeri dini bir ifade. Ben dini ifadelere dahi temkinli yaklaşılması gerektiğini, zira din istismarına açık kapı bırakabileceğini düşünüyorum. Ancak istismar eden, bu toprağın insanlarını gözü dönmüş fedailere çevirmeye kalkan bir yapı varken, onlara onların dilinden, istismar etmeden ama tabuları yıkabilecek kadar bu dilden konuşmak gerekiyor. Kalem Suresi 10. ayetten itibaren paylaştığımızda çok güzel mesajlar içermiyor mu mesela? Hem yalnızca dini açıdan değil, objektif açıdan da "haklı" bir ayet.

Herkes bunu yapmak zorunda değil, kendi adıma ben yapmayacağım, zaten üzerimde durmaz da. Ancak bir partinin bunu -bahsettiğim sınırlarda ve amaçlarla- yapması lazımdır, siyasal islamın kardeşi kardeşe kırdıran ve sonu hangi sahabe önce halife olmalıydı tartışması uğruna komşusunun kellesini kesmeye varacak olan tahrikine karşı ancak böyle durulacak. Birçok defalar, kendime "seküler milliyetçi" dediğim halde rahmetli Başbuğ ve bir kısım "Türk-İslamcı"ları bu çerçevede gördüğüm ve sevdiğimi söylemiştim. Devir yine onun devridir, ta ki, dini ifadeler siyasetin bir konusu olmaktan çıksın ve hem ait, hem layık olduğu yere, insan ile tanrısı arasına iade edilsin. 

O domuz görünce vatanını terk eden Türklere, domuz etinin ucuz bir protein kaynağı olduğu anlatılmaz. Domuzun yalnızca yenmesinin haram olduğu, yoksa Allah'ın bir zavallı ve rızkının derdinde hayvanı olduğu, domuz gezdi diye vatanın terk edilmeyeceği anlatılır. Bu nedenle içim rahat, İYİ Parti'nin siyasal islama hizmet ettiğini düşünmüyor, çok önemli bir adam olmasam da "beni bile içinde barındırarak" ne kadar cesur davrandığı gerçeğine dikkat çekmek istiyorum.


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

*** 

M. Bahadırhan Dinçaslan kitapları:

Seküler Milliyetçinin El Kitabı - Satın Al

Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı? - Satın Al

Albatros - Satın Al

İzmir Çıkmazı - Satın Al

 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

2084 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs