Bir kafir, müslüman olmamasına rağmen, nasıl kelime-i tevhid ve şehadet getirir, kıymetli madenler üzerine nakşeder, kıymet verir, onu belki haç remzinden bile daha fazla önemseyip evinin en kıymetli, korunaklı yerinde saklar? Paranın üzerinde kelime-i tevhid ve şehadet varsa...
Mercia Kralı Offa, bundan 1200 yıl önce, sikke bastırırken iki şey yapmıştı: Offa Rex ve kelime-i şehadet yazdırmak... Mercia, İngiltere'deki bir krallıktı ve sikkede Latince bir ibare ile, binlerce kilometre öteden bambaşka bir dinin temel şiarı yer alıyordu. Neden?
Latince, yazı diliydi, yüksek kültür diliydi. Sokakta ve evde başka diller konuşulsa da, dini ve siyasi meselelerde Latince konuşulurdu. Bunun nedeni bütün "yüksek kültür kurumları"nın temellerinin Romalılar tarafından atılmasıydı. Hadi, bu anlaşılabilir bir şey. Peki neden Arapça kelime-i şehadet?
Kufi yazı, köşeli, kazımaya uygun bir Arap yazım biçimidir. Yuvarlak harfler daha çok fırçayla parşömene işlenmeye uygunken, köşeli harfler metal yahut taş üzerine kazımaya uygundu. Biraz konudan sapacak olursak, bu yazım sistemlerinin sağdan sola yazılmasının nedeni de budur, elinizde keski ve çekiçle soldan yazmanız çok zorlaşır. İlk Sami alfabeler bu yüzden daha köşeli bir formdalardı, Arapların en eski yazım sistemi de bu Kufi idi. Abbasiler, sikkelerine, kazımaya daha uygun olduğu için Kufi formda yazılar yazarlardı. Abbasiler zengindi, güçlüydü, ticaret yollarına hakimdi. Onların sikkeleri hem altın oranı açısından, hem de itibar açısından daha "geçerli" idi. Bu yüzden, ta İngiltere'deki bir kral Kufi yazılarla donattığı bir sikke kestiriyordu. Abbasi sikkelerini taklit ederek sikkesine itibar kazandırıyordu. Muhtemelen anlamını bile bilmeden, dekoratif olarak bozuk bir Kufi yazıyla kelime-i şehadeti sikkelere nakşedip, İslam'ın gidemediği yerlere ulaştırıyordu.
Bu bir kültür ihracıdır. Bugün Amerika'nın kendi kültürünü ihraç etmesi gibi... Ekonominiz iyiyse, devlet yönetiminiz ciddi ve etkili bir "anlatı" ile, ideoloji ile donanmışsa ve dinamikseniz, kültürünüzün öğelerini ihraç edersiniz.
Gelelim bugüne. Türkiye, kendi kültür ihraç nesnelerini ve stratejisini yanlış belirledi: Yıkılıp gitmiş, yıkılırken en çok asli unsuru Türklere çektirmiş bir imparatorluğun anlatısı ve ondan miras kalan aşağılık dini örgütlenmeleri satmak...
Şöyle bir düşünün, Osmanlı çağa intibak edemediği için çökerken birbirine girmiş etnisiteler, "Osmanlı olmadığı müddetçe ilerleyebilmiş" bir Türkiye'den, yeniden "Osmanlı anlatısı"nı satın almak isterler mi? Türkiye'den tarihsel gerçeklikler nedeniyle bir şeyler isteyecekleri muhakkak, ama talepleri teolojik değil ontolojiktir. Yahut, çevremizde dini örgütlenmeler nedeniyle çile çeken, halihazırda yapısal sorunları cemaatlikten cemiyetleşmeye geçememekten ibaret olan ülkeler, bizden yepyeni tarikatler ithal etmeyi niye istesinler?
Vaktiyle The Turkish Perspective dergisinde olumlu geri dönüşler almış bir analiz yazmıştım. Petrol fiyatlarının dip yaptığı zamanlarda, ülkemizde bir İslam Ülkeleri zirvesi yapılmıştı. Analizdeki temel iddiam, Türkiye'nin İslam ülkeleri için bir ekonomik rol-model olabileceği idi: Bu ülkeler genellikle petrol, doğalgaz gibi kaynakları satıp, diğer meta kalemlerini satın almaya dayalı sığ ekonomilerden ibaret. Paraları çok olsa da, ekonomileri kırılgan, yeterli derinlik ve çeşitlilik yok. Petrol fiyatlarının uzun süre dipte seyretmesi, yeni ekonomik arayışlara itilmelerine neden olacaktır. Burada da ekonomisi yeraltı zenginliklerini satmaya dayanmayan bir ülke olarak Türkiye rol-model olarak öne çıkacaktır.
Fakat Türkiye, yok faizi kaldıralım, yok verimsiz "sukuk" gibi islami finans araçlarını uygulayalım gibi arayışlarla, gerçek değerini yitirmesine neden olacak hamleler yapıyor. İptidai ortaçağ finans sisteminin ötesine geçebilen finans sistemi ve ekonomik manzarasıyla Türkiye bir farklılık olarak rol-model olabilecekken, zannediyor ki, Yemen'e yahut Ürdün'e benzerse, Körfez sermayesi kendisine akacak, bu ülkelerle ilişkileri gelişecektir.
Ekonomide böyle iken, siyasette de böyle. Türkiye seküler devletin, seküler hukuk sistemi ve yaşam tarzının, "kamusal alan" fikrinin, islamcılar tarafından baltalanmadan önce eksik ve aksak da olsa oturabildiği tek müslüman ülkeydi. İran'dan insanlar boşuna mı Türkiye'ye geliyor? A+ grubu hariç (Onlar İngiliz muhibidir) Körfez zenginleri neden tatile, alışverişe Türkiye'ye geliyor? Zira Türkiye, kültürel ve yapısal olarak parası olanın bile can çekiştiği İslam ülkelerinin defolarından 1923 devrimi sayesinde büyük oranda korunmuş bir ülke.
Şu halde, Türkiye'nin kültür ihracı bunun üzerinden olmalıydı: Ekonomik, siyasi, kültürel rol-modellik. Sekülerliğin, cumhuriyet rejiminin, üretim ekonomisi anlayışının öne çıktığı bir rol modellik. Ama Araplara İslam ve muhafazakarlık satmak, despotlar elinde, islamcılık elinde can çekişen Suriye, Irak gibi ülkelerin insanlarına despot ve islamcı bir rejim satmak oldu tercihimiz. Elbette, tercih edilmedik. Ortalama bir Lübnanlı'nın "Erdoğan süper" demesi, seküler, cumhuriyetle yönetilen, sağlıklı bir ülkedeki "İslami terimlerle konuşan adam" görüntüsü nedeniyledir; bunu anlayamadılar, Erdoğan'da bir keramet var sandılar. İnsanların aç olduğu, islami terimlerle konuşan bir devlet adamı değil, sağlıklı, özgür ve müreffeh bir İslam ülkesi.
Bunu bir devlet sahibi olmamasına rağmen PYD-PKK yaptı, dünyada ve bölgede nasıl sağlam bir itibar kazandı, karşımızda duruyor. Üstelik; PYD-PKK yalancıdır, sadece suret-i haktan görünüyor.
Küçük ülkelerde, özellikle, yetişmiş adam önemlidir. Makedonya'da kaç bilgisayar mühendisi yahut bilişim sistemleri uzmanı vardır? Bir kişi bile, Makedonya'ın beşeri sermayesine büyük bir katkı yapar. Bunu devlet de gördü, tarikatler de. Ve devlet, buralara yetişmiş insan yollayıp yumuşak güç kazanma işini, cemaatler, tarikatler üzerinden yaptı. Bunlardan biri darbeye kalkıştı, diğerleri de yeterince palazlanınca darbe yapacaklardır.
Neo-Osmanlıcılık'ın karşısına, Neo-Cumhuriyetçilik ile çıkmak lazım. Neo-Osmanlıcılık, hem sürekli duvara tosluyor, hem de başımıza bela sarıyor. Türkiye, çevresine ve imparatorluk bakiyelerine "ağabey" olacaksa, bunu Atatürk devrimlerini ve tecrübelerini ihraç ederek yapabilir. Tarihi vazifesi de budur, Osmanlı'yı biz kurduk, biz batırdık. Bizimle birlikte Kafkasya'da, Balkanlar'da, Ortadoğu'da birçok kavim de battı. "Ben düştüğüm bok çukurundan bununla çıktım" diyerek kazanım ve tecrübelerini paylaşmak, Türkiye'nin yapması gereken şey. Gerçek Osmanlıcılık da, bir bakıma budur: Osmanlı'dan bize yeni bir padişah olma hevesi değil, on yılda on beş milyon genç yaratmamıza neden olan musibet tecrübesi kaldı. Osmanlı'nın varisi isek, o terekeden nasıl bir mucize yarattığımızı, bahtını etkilediğimiz milletlere anlatmalı ve bir öncü ülke olacaksak, bunun üzerine inşa etmeliyiz.
Ülkücü Aziz Sancar, bu yeni kültür ihracı anlatısının ikonlarından biri olabilir mi? Allah-u alem... Bildiğim bir şey var, manşetteki fotoğraf, Afganistan'dan. Eski modern Afganistan ve yeni Afganistan karşılaştırması... Afgan modernizminin öncülerinden Emanullah Han, Atatürk'ün hayranı ve dostuydu. Tahttan indirildiğinde bile, sade bir vatandaş olarak cenaze törenine katılmıştı. O zamanlar, doğru ve gerçek kültür ihracını başarabiliyorduk; şimdi olanca zengin imkanımızı üç buçuk sakallının huri ve padişah fantezilerine terk etmezsek, çok daha iyisini başarabiliriz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar