Ben müslüman düşmanı bir "Batılı" olsam, en büyük arzum, Türkiye'nin laik, bilimin gelişebildiği, ekonominin serbest piyasa esaslarına uygun ve son tahlilde milli menfaatlere yarayan bir şekilde dizayn edilebildiği, modern bir ülke olmasını baltalamak olurdu. Türkiye bir diktatörlük olsun, şeyhler, mürşidler, müridler salya sümük bir histeriyle sağda solda kafa kessinler, onlarca terör örgütü cirit atsın isterdim.
Türkiye'nin "islam" için önemi, müslüman bir nüfusa sahip laik bir ülke oluşuydu. Bu evvelden beri böyle olmuştur: Roux der ki, Türkler'in müslüman olması, islami düşünce hayatını canlandırmış, sosyal dokuyu ihya etmişti. Bunu, bozkırlı yaşam tarzımızın, rijit ve uzlaşmasız, dolayısıyla gelişmeye kapalı islam düşüncesini esnetip biraz daha gelişebilir hale sokması olarak da okuyabiliriz. Tabii bu yeterli olmadı: Nihayet Türkler de, islam dünyasının geri kalanı gibi kokuşmuş, sefil, gelişmeye kapalı bir sürüye döndüler bir süre sonra. Ancak, bu sürünün içinden Mustafa Kemal Atatürk gibi bir adamın çıkıp, öyle ya da böyle bu akışı tersine -maalesef geçici bir süreliğine de olsa- döndürmeyi başarması, hem Batı'yla çok temas edişimizden, hem de uzun süre "müslüman kalmaktan" bozunsa da daha müspet bir medeni vizyon sahibi olmaya yatkın bozkırlı fıtratımızdandır. Her neyse; olan oldu, Türkler bozuldu, şuur bozundu ve dirilişten de öte, bir "başka senaryoyu deneme hamlesi" olarak cumhuriyet, islam coğrafyasında görülmemiş bir şekilde, Anadolu'da Türk ve -hiç değilse kültürel olarak- müslüman bir elit subay kadrosu tarafından, edilgen olmayan bir hamleyle tesis edildi.
Bizim Sevr'i reddedişimiz önemlidir, İslam coğrafyasında kendi sınırını kendi etken hamleleri ile bedel ödeyerek çizen tek devletiz. Bu yeni soluk, maalesef sofuların küf kokulu nefesiyle boğulmak üzredir.
Fakat işin bir başka boyutu var. Nişanyan, mealen "Almanya işgale uğradı, diz çöktü, acı çekti. Nihayet bu acılara sebep olan yapısal yanlışlarla yüzleşebildi. Türkler trajik bir kahramanlıkla diz çökmediler, bu yüzden birçok yapısal sorunla yüzleşme ertelendi" der, büyük oranda haklıdır da. Toplumsal kutuplaşmamız, bir kültürkampf ile sonuçlanmadı, cumhuriyet eliti, yarattığı demokratik kurumların tansiyon düşürücü etkisinin de katkısıyla, bir tür düşük yoğunluklu savaş sürdürdü. Tecavüze uğrayanların hali, bu elitin tepkisine katılan kesimin teşviğiydi, fakat hiç tecavüze uğramayanlar, bu "cumhuriyet tepkisi" ile, yani milli mücadele ile hiç barışamadılar. Dini teşviklerle hasbelkader Milli Mücadele içinde yer alanlar, aslolanın bankalar, finans sistemi, merkez bankası, kamusal alan geleneği, bilimsel üniversite, hukukun üstünlüğü; hülasa gayet seküler kurumlar yaratmak mücadelesi olduğunu anlamadılar. Cumhuriyet eliti de anlatamadı. Oysa, müslüman ancak Batı'nın bu "icatları"nı aldığı zaman insan olabilecek, müslümanın hakkını koruyabilecekti: Batı gibi güçlü, hakim, etkin olabilmek için, bunlar gerekiyor.
Batı da burada iki yüzlüdür. Kendisi için istediğini, surette müslümanlar için de ister görünür ama, ya etnik, post-modern teröristi, ya islamcı teröristi desteklemekten geri durmaz. Bir müslüman ülkenin modern anlamda "millet" olması, bütün ikinci sınıf insanların makus kaderini değiştirebilecek bir rol model teşkil edecektir zira. Bunları, iflah olmaz bir "Batıcı" olarak yazıyorum: Batıyla aynı kampta olmalı ve Batı standartlarına erişmeliyiz. Fakat bu "seçkinler ligi", bizi arasına almak istemeyecektir; "-cı" olmaktan anladığı şeyhinin kusmuğunu yemek, idrarını içmek vs. olan tiplerin bana ikide birde "Amerikan"cı diye saldırmaları, benim "-cı"lığımı kendi tarafgirliklerine benzetmelerindendir.
Müslümana bir don biçiliyor ve ontolojik olarak islam dairesinde bulunan laikler bu dona itiraz ediyor, fakat "diğerleri" bu dona girmeyi, Batı karşıtlığı, muhafazakarlık, ecdadperestlik zannediyor. Türkiye bu eksende fiilen bölünmüştür.
Lincoln'ün İncil'e gönderme yapan bir lafı vardır: Kendi içinde bölünen bir ev, ayakta kalamaz. Türkiye de şu halde ayakta kalamayacaktır. Tarafların bir "iç savaş" olmaksızın mücadelesinde, başarılı olan "İhvancılar" olursa, zaten Batı'nın arzu ettiği donu giymiş, beşinci sınıf, petrolü bile olmayan, Gambia tarzı diktatörlüğe dönecektir. Bir daha -tesadüfen- İslam'ın hakim olduğu, "otobüsü kaçırmış" pariah milletler arasından böyle rol modellik, öncülük üstlenebilecek bir millet çıkacak mıdır? Sanmıyorum, yarının post-modern endüstriyel devriminde büyük oranda ırken ve kültürel açıdan tasfiye edilen, bir miktar sirk maymunu ve bir miktar kas yığını numunesi muhafaza edilen bir güruha dönüşecekler.
"Diğerleri", yani müspet olanlar, yani laik Türkler, bir "iç savaş" olmadan kazanamazlar gibi görünüyor. İç savaş olsa da kazanamazlar ve bundan çok korkuyorlar gerçi. Bu kesimin mevcut toplum kamplarından geniş teveccüh kazanarak galebe çalmaya muktedir tek ismi, Meral Akşener'di. Akşener'in taşa tutulması ve hiç değilse kısa vadede kurumsal siyasetin dışına atılması, bu kesim için geleceği daha karanlık gösteriyor. Üstelik, "yerli ve milli" sekülarizm yoksa, gayrımilli olan teveccüh kazanıyor: Vaktiyle meclise girerek, çözüm süreci gibi garabetlerle meşruiyet kazanmış HDP gibi yapılar ve bu yapıların belirleyiciliğini siyasetinde daha çok hisseden Y-CHP, "zorunlu seçenek" olarak bize dayatılıyor. Yukarıda paylaştığım CIA raporuna benzer bir şekilde Türkiye'nin kıymetli bir müttefik olup olmadığını sorgulayan Bipartisan Policy Center, güncel raporunda sabık CIA mensuplarından çok daha kötümser ve cüretkar. Açıkça Kürtlerin Türklere makul bir alternatif olduğu fikri dile getiriliyor ki, bundan rahatsız olanlar da Rusya gibi, Şangay gibi diktatörlüğün gayet müspet karşılandığı, yolsuzluğun, insan düşmanlığının alıp yürüdüğü ve Türk Dünyası'nı hem geçmişte, hem bugün köleleştirmenin ulusal güvenlik stratejisi olduğu bloka yanaşmayı makul görecek kadar kafasızlaşıyor.
Hem CIA raporunda, hem de bir yıl önceye dair tecrübelerimizde gördüğümüz bir başka önemli husus daha var: Türkiye'de Türk milliyetçiliği yükselişe geçtiğinde, darbe oluyor. CIA raporu, Türkeş hareketini, Erbakan hareketini geçebilir diye işaretlemiş, yıl 1979. Raporda Türkeş'in partisinin oylarını arttırdığı ve güçlü alternatif olmaya Erbakan'ın partisinden daha yakın olduğuna değiniliyor. 7 Haziran'da da Türk milliyetçiliği yükselişe geçmişti, ne idüğü belirsiz Bahçeli denen zatın artık hiç tevil yahut saklama gereği duymadan partiyi iktidar partisine satması ve ardından gelen darbe ortamının alternatif olarak yükselen Türk milliyetçiliğine ket vurup, milliyetçiliği yeniden "muhteris iktidarın sokak uzantısı" olarak konumlandıran bir pozisyona çekmesi, ülkemiz açısından acı tecrübeler olarak çok değil, birkaç ay öncesinde kaldı.
Türkiye'yi eşyanın tabiatı gereği, Kürtler asla bölemez. Fakat Türkiye'yi, Batı'nın istediği müslüman donuna girmeyi şeref sayan müslümanlar ile, Batı'yla eşit olarak masaya oturmayı beceremeyip, şamar oğlanı olmayı da yediremeyenlerin zuhur etmesini fırsat bilerek Avrasya'yı bir kurtuluş reçetesi olarak sunan andavallı güruh bölecek. Birleşmemiz imkansız; bir millet de teşkil etmiyoruz birlikte: 100 yıl ertelediğimiz toplumsal hesaplaşma yaklaşıyor; "karşı cephe", vaktiyle "bizim" yarattığımız demokratik enstrümanları demokrasinin içini boşaltıp bir manipülasyon aracı olarak kullanarak, hesabı birkaç ayak oyunuyla çözme derdinde.
Referanduma "hayır" diyen kitle, kendine bir "doğal" lider bulup, ekonomik ve siyasi hayal kırıklıkları nedeniyle AKP'den uzaklaşan kitleye de hitap ederek "henüz bütünüyle kaybedilmemişler"i kazanacak bir söylemle dinamikleşmezse, Türkiye bölünecek. Hakim yapının hızlı bir operasyonuyla, bölünmeden sonra küçük kalacak olan kesim, yani bizler, öldürüleceğiz, hapse atılacağız, sineceğiz yahut kaçacağız.
Bunlar daha iyi günlerimiz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar