Çözüm süreci denen "zıkkım"a, "teslimiyet süreci" demiştim ben. Ve bütün süreç boyunca en çok tekrarladığım ifade şuydu: Bu sürecin en tehlikeli çıktısı, "bir suç yeterince kalabalık bir ekip tarafından işlenirse meşruiyet kazanır" fikrinin yerleşmesi olacak.
Nitekim oldu da. En büyük zararını, iç siyasetten çok, dış siyasette verdi. İç siyasette "AKP'nin islamcı diktası"ndan bunalan gençlerin, Türklük ve "buralılık"tan soğuyarak HDP'nin temsil ettiği zihniyete yakınlaşması, "şehirli ve Türk" olmanın imkansızlaşması, en kötü etkilerinden biri oldu. Bunun ötesinde, geleneksel milliyetçi anlayış, MHP, artık milliyetçi olmadığı için, Rusya'nın başını çektiği yeni bir milliyetçi anlayış ve dalga, üstelik kendi popüler kültürünü de yaratarak, buna tepki gösteren ama Türklükten de vazgeçmek istemeyen gençleri etkiledi. Yani ortada "şehirli gayrıTürkler" ve "kasabalı Türkler" var.
Bu "iç mesele" bir şekilde çözülürdü elbet. Ancak dış siyasette Türkiye'yi ekonomik ve politik açıdan çok sıkıştırıyor. Ve bu bizim tek celsede çözüme kavuşturabileceğimiz bir dava değil. Zira karar mercii değiliz, bizi sanık sandalyesine oturttular.
AKP, sırf eski Türkiye zayıflasın, kendi iktidarı sağlamlaşsın diye, PKK ve siyasal uzantılarına destek verdi, onları meşru zemine çekti. Parlamento parlamento gezebilen, "vekil" temsiliyetini üstlenmiş, meşru zırhlar&maskelerle kuşanmış teröristlerin vereceği zararı hesaba katmadı; kattıysa bile bununla başa çıkabileceğini düşündü, zira daha ötesine vakıf olabilecek kadar akıllı, zeki, donanımlı bir siyasi anlayışı temsil etmiyor.
"Düz ovada siyaset yap" çağrıları yapan aklıevveller, Kissenger'in en önemli tespitlerinden birini unuttular: "Konvansiyonel ordu, kazanamazsa kaybeder. Gerilla, kaybetmediyse kazanmıştır." AKP'nin çözüm süreci, basitçe bütün Kürtçü havzaya şunu düşündürttü: Türk subaylarını iftiralar, yalanlarla kodese tıkarken, benim ayağıma Habur mahkemesini getirip beni meşrulaştıran, silahımdır. Silahımı bırakmayacağım." Abdullah Öcalan, devlete her türlü hizmete hazırım diye meleyen bir figürden, posta koyan, siyaseti etkileyen bir "kanaat önderi"ne AKP sayesinde dönüştü. Öyle ya, PKK'nın Serxwebun'da üstlenip, neden yaptığını uzun uzun açıkladığı eylemler bile, AKP-Cemaat ortaklığı ile, Türk subaylarına ihale edilmişti. AKP, bunun Kürtler'den kendisine yönelecek bir teveccühe dönüşeceğine inanıyordu, pek olmadı. Üstelik, HDP oluşan boşluktan istifade etti, kendini konsolide ederek dış dünyayla temaslarını meşru ve Türkiye'yi zor durumda bırakabilecek düzeyde gerçekleştirme imkanı buldu. Eric Hoffer'ın bir tespiti önemlidir: Tarihte büyük ihtilaller, baskı en yüksekte iken değil, gevşeme zamanlarında olur.
Silahlarını bırakmadıkları gibi, silahlı ve meşru hale geldiler. Dış dünya ile çok avantajlı bir zeminde temas kurdular: Biz seçildik, meşru milletvekilleriyiz. Tamam sevdiğimiz "Pekeke" bunları tükrüğüyle boğar, Kafkaslardan gelenler haddini bilsin, canlı bomba cenazeleri bizimdir, ama nasılsa ortak düşmanımız Erdoğan ve biz artık bizi açıkça destekleyebileceğiniz konuma gelmiş bulunuyoruz. HDP basitçe bunu söyledi; kendi ülkesinde hükümetten kanaat önderi muamelesi görmüş Apo'ya, batılılar niye yapmasın? Kendi ülkesinde meclise girmiş, hükümetle ortak komisyonlar kurmuş bir partiye, batılılar niye destek vermesin?
İşin cemaat tarafı da var. Aynı HDP gibi, AKP Nur cemaati ile, Menzil, İskenderpaşa, Süleymancı vs. bütün terör odaklarına devlette "yer verdi". Bunlardan "en işbilir" olanı Nur cemaati, nihayet darbe yaptı. Yaptı yapmasına da, nasıl temizlenecek? Düşünün ki, birkaç yıl öncesine dek ortak olan bu yapılar, birbirlerini tam anlamıyla temizleyebilirler mi? Diyelim ki FETÖ'nün (cemaat sözcüğünü de özellikle arada kullanıyorum. Bütün cemaatlerin terör örgütü mayasına sahip olduğu unutulmamalı) büyük bir yolsuzluğu ortaya çıkarılacak, bir operasyonu deşifre edilecek. Bunu ortaya çıkarması beklenen AKP, kendi dahlini de ortaya çıkarmış olmayacak mı? Ucu AKPlilere dokunmayacak mı? Mevcut hükümetin bu yüzden bırakın PKK'yı, FETÖ'yü de temizlemesi imkansızdır.
Öte yandan, muhalefet etkin değil. MHP artık AKP'nin bir şubesidir. CHP ise, HDP'ye yeterince "çakmıyor". Geçenlerde tutuklamalar vs. ile ilgili beyanlarında güzel ifadeler vardıysa da, HDP'ye sahip çıkıyorlar. AKP'nin terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptığını iddia ederken, HDP'yi hala meşru görmeleri ilginç. Bu, CHP'yi "tehlikeli" gördüğümüz HDP tipi muhalefetten farksız kılıyor.
Bize acilen, yurtdışı ile meşru, müspet bağlar kurabilecek, HDP'nin "meşruiyet" söylemlerini İngilizce ve yabancı kamuoyu nezdinde çürütebilecek ve kesinlikle Erdoğan'a muhalif bir milliyetçi yapı lazım. Zira Erdoğan artık devlet için bir "yük"tür. Erdoğan başta oldukça, hiçbir ülke Türkiye'ye güvenmeyecek, Türkiye'nin ne kadar düşmanı varsa hepsini destekleyecek. Devletin bekasını düşünen herkes, sonuna kadar Erdoğan muhalifi olup, sonuna kadar HDP, FETÖ ve mevcut MHP zihniyetinden uzak, Batı ile ilişkileri iyi ve Rusçuluk tuzağına düşmemiş bir milliyetçi temsili üstlenmek zorunda. "Türk davası"nı Batı'ya Erdoğancı kesim ve çarka eklemlenmeden, HDP ve FETÖ'ye eşit derecede düşman biçimde anlatan ve muhatap bulan bir yapı, Türkiye'nin geleceğini kurtaracaktır. Yoksa ülkemiz işgal tehdidi altında; işgal olmasın ve Erdoğan inmesin diye ise, Kuzey Kore'ye dönüşmeyi strateji olarak kabullenmiş durumda.
Ancak böyle bir yapının doğacağına olan inancımı yitirdim. Belki, hiç değilse tekil olarak bir şeyler yapmamız mümkün olur.
Bir sonraki yazımda, HDP söylemlerinin teorik ve pratik zeminlerde çürütülmesi için fikri ve söylemsel stratejimizi oturtmamız gereken arkaplanı ele alacağım.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar