Çok yaşlanmadım, bayağı gencim aslında. Fakat nedense -uzun süre sonra babayla tekrar bir arada yaşamaktan sanırım- ihtiyar davranışları sergiliyorum. Bundan memnunum da, belki de ihtiyarların o ihtiyarlık dokunulmazlığı, rekabet dışılığı keyifli geliyor, öyleymiş gibi yapıyorum. Her ne ise, geçenlerde işten eve gelirken, muhtemelen liseli, sevgili bir çift gördüm. Kız güzel, oğlan yakışıklı. Ve bu çiftin ne kadar derin bir nefretin objesi olduğu aklıma geldi. Kızın eteğinin kısalığı ya da oğlanın küpesi, bu ülkede milyonların nefretini çeken, tehlikeli özelliklerdi. Eteği kısa diye kız orospu, küpeli diye oğlan "yumuşak" olabilirdi pekala. Sonra acıyla şunu fark ettim: Benim "ülkemin gençleri ne güzel sevişiyorlar, ne güzel giyinmiş, gençliklerinin tadını çıkarıyorlar" fikrim bayağı marjinal ve kitlelerce tehlikeli bulunan bir fikirdi. Benim "ah sevimli, uçarı gençlik" diye iç geçirmem sorunluydu, öyle bir kız görünce "vay orospu, nasıl da açmış her yanını" demem gerekiyordu. Şu kadarcık medeni bir "rahmet nazarı" bu ülkede oldukça radikal bir tavırdı, şu kadarcık sevgi, şu kadarcık benimseyiş bile çok küçük bir azınlığa mahsustu ve bu azınlık gün geçtikçe yok oluyordu. Sokakları git gide her kadına potansiyel çiftleşme objesi, her erkeğe potansiyel tecavüzcü olarak bakan tuhaf varlıklar dolduruyordu.
Türkiye'nin en ciddi sorunlarından birinin bu olduğunu düşünmem bile radikal, bu çok acı. Hele bir milliyetçi olarak, sırf bu sahneden, bu küçük epifaniden dolayı yaralandığımı söylesem, "adam sen de" diyecek çok insan var, maalesef.
Bir süredir "Anadolu çomarı" meselesi üzerine düşünüyorum. Hakikaten burada bir ezik Anadolu'nun çomarları vakasından söz edebiliriz. Bunlar, Orta Asya'ya da karşı. Rumeli'ye de karşı: Suyun öteki tarafından gelenlerden nefret ediyorlar. Haliyle Türk, Osmanlı vs değiller, yalnızca Anadolulular. Bunlar intikam alıyor, Türk'ten de, Osmanlı'nın yüksek kültüründen de. Sair zamanlarda kerhen yahut usulen Osmanlılık, Türklük vurgusu yapmaları yalnızca intikamlarını tamamlamak için, herkesten daha iyi mekreden bir tanrının mekr üstadı kulları bunlar. Güzel olan, medeni olan her şeye karşı, kendi çirkinlikleri, aşağılıklarıyla mutlu olmak şöyle dursun, gurur duyan ve bunu dayatmak isteyen, dayatamayacağını düşman belleyen... 21. yüzyılda dünyanın ortasında bir illüzyon bölgesi, bir karantina yaratıp orada bir domuz sürüsü gibi başını yanındakinin kıçına sokup yaşamak isteyen zavallılar. İşte bunlar öncesiz, sonrasız, ilintisiz, geleneksiz, verasetsiz Anadolu çomarlarıdır, Anadolu'ya gelen Türkler değil, Anadolu'yu yüzlerce yıl sonra tekrar kalkındıran Cumhuriyet'in çocukları değil. Rum, Ermeni, Hitit bakiyesi bile değiller: Kültürsüz ve yalnızca kültür düşmanlığının mitleriyle ortak düzlem ve jargon yaratabilen bir türedi zihniyet. Ellerinde yalnız Anadolu'nun çorak coğrafyasında doğmuş oldukları gerçeği var birbirleriyle özdeşlik kurabilecekleri, buna sığınıyorlar.
Şu halde ben, milliyetçiliğin milleti korumak, muhafaza etmek kaygılarının ötesinde "adam etmek" ve bilimin, medeniyetin ışığında geliştirmek olduğunu idrak etmiş bir Türk milliyetçisi olarak sonuna dek tepeden inmeci, sonuna dek aydınlanmacı faşistim. "Ben ve onlar" var, ve bu toplumun kahir ekseriyetini ahlaksız, aşağı, sefil, zavallı ve nefret edilesi buluyorum. Bundan üzülüyorum: Zira ben de Anadolu'da doğdum ve bu köpeklerle böyle bir tesadüfü paylaşıyorum diye, kendimi geçtim -kendimi korumayı maalesef öğrendim- kızımın özgürce giyinmesine karışılacak, kızımı tahkir edecek bu bok çukuru haşeratıyla aynı zihinsel düzleme inecek değilim.
Bu islamcıların, Anadolucuların çok karakteristik bir özelliği var: Nimet yemeyi sever, nimeti yaratanı inkar ederler. En güzel örneği, yakın zamanda Hollanda'da karşımıza çıktı: "İçeri alacaklar" diyen adama, "Burası Türkiye mi, alamazlar" diyen "Türkiye sevdalısı"... Hollanda'nın medeniyetinin nimetlerini yiyen, fakat Hollanda'ya düşman bir iki yüzlü zihniyet. Daha acısı, ve karakteristik olanı şu: Bunlar gider, bu nimeti tadarlar, ama ülkeleri için istemezler. Necip Fazıl bunun güzel bir sözcüsü: Kendisine Kaldırımlar şiirini yazdıran Fransa'nın tadına bakmıştır, ekmeğini yemiş, bolca havasını da atmıştır, ama ülkesinin öyle olmasını istemez. Hayal ettiği düzlemde, yeni Necip Fazıllar yetişemez yani. Kurutmak, çürütmek, monotonlaştırmak ister. Oysa, sözgelimi Jön Türkler öyle miydi? Bu kültürlü insanlar, görüşleri ne olursa olsun, gittiler, gördüler ve ülkeleri için de istediler. Cumhuriyet'in yurtdışına gönderdikleri, yine öyle. Fakat bunlar klasikleşmiş Anadolu köy hasetliğini fikri mayaları haline getirmiş çomarlar, yalnızca keyfini sürer, fakat asla kabullenip paylaşmak istemezler.
Şu halde Jakoben bir anlayışa yöneltilen en ciddi eleştirilerden biri, "artık zorla değiştirmenin çağı geçti..." Fakat ben bambaşka bir şey görüyorum: Bu çağ, hızlı değiştirmelerin, dönüştürmelerin çağıdır. Bu çağda elde olan imkanlar, başka hiçbir çağda elde yoktu. Cumhuriyet, kısıtlı imkanları, yol bile olmayan köyleriyle halkın ciddi bir kesimini dönüştürüp "millet" yapabilmişti. Fakat imkan kısıtlılığından erişemediği bölgelerde mayalanan haset ve nefret, nihayet yıllar boyunca örgütlenerek tepeden indi. Ve Anadolu'nun "Türk"ünün özgün ve müspet irfanını da topyekün yok ederek kendi beynelmilel ve sığ, kokuşmuş, aşağılık islamcılığını yaydı. Televizyonla, internetle, cami hutbesiyle; modern çağın etkin kitle iletişim araçlarını çok etkili kullandı. Ve onlarca yıllık süreci 15 yılda tersine çevirmeyi başardı.
"Merkez"i elde edip bu kitle iletişim ağının kumandasını eline alacak bir seküler milliyetçi, hürriyetçi, serbest piyasacı kadro, aynını -kafası daha iyi çalışacağından ve gerçekle rabıtası daha sıkı olduğundan- daha iyi başaracaktır. O zaman kendi insanımızdan nefret etmek zorunda da kalmayacağız: Düzeltebileceğiz. Bugün binlerce akıllı ve kaliteli gencin ülkeyi terk edip "başka yerli olma" arzusu, düzeltme imkanı olmadığı içindir. Önümüzdeki tek rasyonel ve "feasible" yol, bu tarz bir jakoben stratejidir. Eğer kalacaksak, bir Türk yüksek kültürü yaratıp, aydınlanmayı, medeniyeti, ahlakı bu ülkeye hakim kılacaksak, bunu hedeflememiz gerekiyor.
Ve bu yolda, en basit özgürlüğü bile "daha yüce değerler için feda edilebilir" gören zihniyetle yürünmez. "Bu ülkenin genç kızları istediği gibi giyinir, istediğiyle sevişir" demeyen adam, baştaki konuya dönecek olursak, bu memlekete istese de faydalı olamaz. Bu günce sayfasına benzer serzeniş yazısında, sözüme kıymet veren ve "milliyetçiyim" diyen herkesi, milliyetçiliğin evvela millet azasını, bireyi özgürleştirmek arzusuyla başlayacağını idrak etmeye ve her türlü dayatmacı, toptancı, kokuşmuş ahlaksızlığı terk etmeye davet ediyorum.
İlgili yazılar:
Kültür İhracı: Neo-cumhuriyetçilik
Genç Milliyetçiye Mektup
Gelecekteki Ülkücüye Mektup
Yumuşak Türkler: Kahraman Bekleyen Yığınlar
Post-modernizm: Çağımızın Vebası
Demokrasi Düşmanlığı: Neden Cumhuriyet?
Neden Yahudi Olmalıyız?
Bireysel Silahlanmaya Evet
Seküler Milliyetçinin Yol Haritası
Dinine Değil, Kafana Düşmanız
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar