Bir önceki Yumuşak Türkler yazımda belli bir Türk tipinin yumuşaklığından şikayet etmiştim. Son dönemde peş peşe yaşadığımız bombalamalardan sonra, yalnızca "Beyaz Türklerin" değil, zaten "millet"ten etnisitesi bile olmayan bir halka tenzil edilmiş, iyiden iyiye güruha dönüşmüş bütün "Türklerin" yumuşak Türkleşmeye başladığını görüyorum. O yüzden bu yeni bölümde bu meseleye değineceğim.
Terör, adı üzerinde "korku"dan beslenir: Korku yaratarak, yıldırma politikasıyla istediğini elde etmeye çalışır. Zira manzara asimetriktir: PKK, örneğin, nizami bir harp ile Türk Ordusu'nun savaşma kabiliyetini topyekün bitirip, bölge bölge Türkiye'yi işgal edip barış antlaşmasına zorlamayı hayal dahi edemez. Ama bir yandan bombalar patlatır, asker-sivil ayrımını politikasına göre uygulayıp propaganda yaparken, diğer yandan "yumuşak güç" unsurları ile Türkiye'yi uluslararası planda yalnızlaştırıp, Türk insanına da "işte çözülmüyor, baş edemiyoruz, ölüyoruz" fikrini empoze etmeye çalışır.
Henry Kissinger; "Konvansiyonel ordu, kazanamazsa kaybeder. Gerilla, kaybetmediyse kazanmıştır." diye bu yüzden söylüyor. Barış, çözüm; bunlar teröristin kazanması demek. "Gerilla"nın amacı, orduyu yok etmek değil, operasyonel düzlemde ordunun savaşma arzusunu, insanın karşı koyma, oğlunu askere gönderme, terörle mücadele eden siyasete destek verme iradesini yok etmektir. Bunaldığın, usandığın, pes ettiğin an, terörist kazanmıştır. Artık, eskisinden de beter bir "reign of terror" gelecektir, Attila İlhan'ın "korkunun krallığı" dediği. Yani pes ettiğinde kaybetmekle kalmıyor, tepene dikilecek bir "gerilla"nın sana nasıl yaşaman gerektiğini, ne düşünmen gerektiğini kalaşnikof gölgesinde dikte ettiği, derebeylerin hüküm sürdüğü yeni bir Türkiye'ye merhaba diyorsun. Üstelik, ilk tepesine binilecek olan da Kürtlerdir, en çok onların destek vermesi ilginç: Öcalan'ın sonsuz egosu ve tuhaf örgüt-içi mitoslar dışında beslendiği hiçbir müspet kaynak olmayan bir örgüt, medeniyet mi getirecek sözgelimi amacına ulaşırsa?
Bir de şu var tabii: Terörün karşısına demokrasi, hukuk, adalet ve özgürlükle çıkılır. Kendi insanını memnun edemeyen, sürekli zulüm, fakirlik ve çifte standart yaratan bir devlet yönetim anlayışının eli zayıflar.
Fakat AKP'nin terörle mücadeledeki inanılmaz gaflet ve dalaleti, hatta hıyaneti, insanımızın iradesi ve arzusunu büyük ölçüde baltaladı. Bir yandan teröristin şehirlere girmesi, siyasete girmesi, meşruiyet kazanması sağlanırken, diğer yandan terörle mücadele anlatısına, figürlerine saldırıldı, bir mecazi çarmıha "90lar" gerildi ve herkese şeytan taşlatır gibi taşlatıldı. Artık insanlar neden savaşmak gerektiğinden emin değil ve yurtdışı, büsbütün PKK'nın haklı olduğuna ikna olmuş durumda. Bunun sorumlusu %100 AKP'dir ve ilginç ki, bu süreçte en doğru yerde duran MHP, insanları bu doğruluğa çağırmak yerine, AKP'yi aklamayı tercih ediyor.
Şu halde ne yapmalı? "Kahraman bekleyen yığınlarını / Kahramansız bırakma Allah'ım" diyen ozan gibi dua mı edeceğiz?
Türkiye'nin bir yeni kahramanlık anlatısına ihtiyacı var ama bu eldeki kurumlar ve figürlerle mümkün değil. "Teröristle mücadele eden arslan gibi hükümet" ikna edici değil, zira birkaç yıl önce hükümet teröristle kolkola idi. Teorik ve ideolojik olarak da etnikçi terörizmin neden kötü olduğunu anlayabilecek kapasite ve pozisyonda değiller. Üstelik, insanlara pompaladıkları yeni "kahramanlık anlatısı", faydadan çok zarar veriyor, bize de asıl dertlerinin terörü bitirmek değil, suçlarını örtmek olduğunu ispatlıyor: Messianik bir kahramanlık anlatısı. Dizilerde, nutuklarda, AKP döneminde medyada yer bulan hacı hocaların vaazlarında sürekli gördüğümüz "millete bir şey olmaz, dualıyız", "Allah Türklere yardım eder", "bir gün sabrımız taşarsa dümdüz ederiz" gibi. Aklıma bir fıkra geliyor: I. Cihan Harbi çıktığında, melekler Allah'a rapor veriyorlarmış, "Ya Rabbi, Avusturya Sırbistan'a girdi". Allah, "müdahale etmeyin" demiş. Diğer bir melek gelmiş, "Ya Rabbi, Almanya Fransa'ya saldırdı." Cevap aynı. Bütün savaş ilanlarına Allah, müdahalede bulunmamalarını emretmiş. Fakat son melek, "Ya Rabbi" demiş, "Türkler savaşa girdi". Allah "hemen çizmelerimi getirin" buyurmuş. Cebrail bunu görünce, dayanamayıp sormuş: "Ya Rabbi, hikmetinden sual olunmaz ama onca ülkeyi, kırılan insanı umursamadın, Türkler savaşa girdi denince çizmelerini istedin. Neden Türklere bu kadar kıymet veriyorsun?" Allah cevaplamış: "Onlar ben olmayınca savaşamıyorlar."
Alışmayın ve korkmayın. Terör korkutmak ister, beceriksiz yönetim hem korkutmak, hem alıştırmak. Öfkelenin, bilenin. Ölenlerin hesabını ancak böyle sorabilir ve ölmekten ancak böyle kurtulabiliriz.
Dua ile, şehit cennettedir demek ile anlatı tesis edilmez. Ortada bir fiil yoksa, seferberlik laflarıyla kimse teskin edilmez. Terör aldı başını gidiyor ve gideceği muhakkak. Seri bombalamaların millet ve devlette topyekün bir çözünmeye götürmemesi için, gerekirse diğer hedefler, projeler bir kenara kaldırılıp, hükümetin ayıbını bilip sustuğu, işi tamamıyla orduya devrettiği bir yeni strateji lazım. Hükümetin ağzını bile açmaması önemli, zira açtıkları zaman mücadeleyi baltalıyorlar. Hem, yine bizzat hükümetin FETÖcüleri orduya sızdırmaktan sorumlu olduğu darbe olayından sonra itibarını yitirmiş ordumuz için bu yeniden milletle barışma fırsatı olacaktır.
Halkın psikolojisini en çok etkileyen şey, durduğumuz yerde ölmek. Bir amaca yürüyüş yok, kenetleniş yok. En milliyetçi insanların bile, bir terör olayı olduktan sonra hükümete ve terör örgütüne duydukları haklı ama çok taraflı kin, ortak ve güçlü bir duygudaşlığın oluşmasını engelliyor. Bir hedefe doğru gözlerimiz ufukta yürürken, öz kardeşimizi yitirsek, onu gömer, hatırası ve terekesindeki intikam yeminini de sırtlanır, daha hızlı yürürüz. Ama hiçbir şey yapılmazken sürekli bombaların hedefi olmak, halkın çözülmesine yol açıyor. "En yiğit"ler, iki HDP binasına saldırmak yahut bela okumakla yetiniyorlar: Biri pratik, biri teorik teselli. Hele ki, en büyük avantajımız olan "devlet ve üniforma" ile değil, halkın kendi imkanları ile sorun çözdüğü bir manzarayla karşılaşırsak, bu Türkiye Cumhuriyeti'nin sonu ve işgale uğraması demektir.
Ben hacı, hoca ne demiş, falanca kutsal olduğu iddia edilen metin neyi öneriyor diye bakmam. Ama arada bir atalarımın tecrübelerine bakarım. Orhun'dan daha eski Yenisey Del-Uul mezar yazıtında ne diyor bir atamız bakın:
"Tengri hanım! Kutlu Ötüken! Bunum yok!
Çünkü ben dostlarımla altmış yaban eşeği, ala keçiler, develer ve tam yirmi kurt öldürdüm!"
Begre taşında ise bir diğer atamız, "yedi kurt öldürdüm ama gök renkli pars öldüremedim" diye hayıflanıyor. Mesaj çok net: Bunum yok, yani üzülmüyorum, içim rahat diye göçen ata, dünyadan alacağını almış. Diğeri, henüz pars öldüremediği için gözü burada kalarak göçmüş. Ölen yiğitlerin işlerinin anlatıldığı bu yazıtlarda, dolu yaşamış, düşmanını öldürmüş, av avlamış (bu sayede şamanistik olarak onların güçleriyle donanmış) yiğitlerin hikayeleri daha az kederle anılıyor. Onlar sadece eşlerini yalnız, çocuklarını yetim koyduklarına üzülüyorlar. (Neredeyse bütün kitabelerde eşe bir gönderme var. Tengri'ye yahut Kağan'a göndermenin sıklığından bile fazla. O halden, bugünkü kadın düşmanı hale; bu da bir diğer manzara...)
Biz de imkanımız, donanmamız, mühimmatımız varken, gereğini yaparak ölmek istiyoruz öleceksek. İğdiş edilmiş, itile kakıla yaşayan ve bir rahmet gösterisi olarak düşmanının itlaf edip kederinden kurtardığı, bu sayede katiline bile minnet duyan köpekler olmayacağız.
Bize yeni bir kahramanlık anlatısı lazım, Türklerin kanını kaynatacak, bütün cepheleşmeleri önemsiz gösterip birleştirecek, kürt terörünün kökünü kazıtacak. Yumuşamamızın önüne ancak böyle geçilir. Yöntemi "yeni"de aramaya ise gerek yok: 90lardaki yöntem gayet başarılıydı ve başarılı sonuçlandı. AKP'nin demokratik açılımı ve çözüm süreci ise, açıkça başarısız. Eski yöntem ve yeni anlatı, terörle mücadelenin anahtarıdır.
Eğer bu böyle giderse, Türk milletinin ekserisi yumuşayacak. Yumuşamayanlar ise, devletlik taslamaya başlayacaklar: Kendilerince yargılayıp, infaz edecekler, Türkiye şehir şehir, sokak sokak karışacak. Bu senaryonun da Türk'e yaramayacağı bellidir, hatta bir işgalin gerekçesi olarak bile kullanılabilir.
"Bu devletin ve yürütmenin başında durmamız, eski ortağımız FETÖ ve eski flörtümüz PKK ile mücadelemize engel oluyor, daha iyisi geçsin başa" diyecek kadar alicenap mıdır mevcut devlet adamlarımız, onu zaman gösterecek.
M. Bahadırhan Dinçaslan
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Yorumlar