Üye Girişi

Üye Girişi

Milleti Arayan Milliyetçilik, Türk'ü Arayan Türkiye

19 Tem 2018

Millete, milliyetçiliğe; bu iki kavramın asla ölmeyeceğine ve bir yerde “millet” varsa suni dayatmaların, baskının ve hatta yenilginin onu asla yok edemeyeceğine dair en sevdiğim örneklerden biri, İrlanda bağımsızlık mücadelesinden. İngilizlere karşı gerçekleşen 1798 İrlanda isyanından sonra doğan efsaneye göre, İrlandalı direnişçiler, uzun yürüyüşler ve gerilla savaşının zor şartlarında kolay muhafaza edilip yenebilen bir gıda kaynağı olarak, ceplerinde avuç avuç arpa taşırlarmış. İsyan boyunca İngilizlerin öldürdüğü İrlandalı direnişçiler, başında herhangi bir haç, taş gibi nişane bulunmayan çukurlara atılarak gömülmüşler, birçok aile evlatlarının nereye gömüldüğünü bile öğrenememiş. Fakat bahar geldiğinde, İrlanda’nın geniş, yemyeşil kırlarında yer yer arpa başaklarının boy verdiği görülmüş. Direnişçilerin ceplerindeki arpalar, nişansız gömüldükleri yerleri filizlenip yeryüzüne çıkarak ele vermiş. Arpa, o günden sonra İrlanda’nın milli kimliğinin, direniş ruhunun ve İngiliz karşıtlığının simgesi olmuş: İnsanlar biçilse bile filizlenen arpa tohumları, nesillerini kaybetse de nihayet 20. Yüzyılda bağımsızlığına kavuşan İrlanda’nın kararlılığı ve ölümsüzlüğüyle özdeşleşmiş. Robert Dwyer Joyce’un “Arpa Tarlasında Rüzgar” şiiri ve o şiirin adını taşıyan film, bu motife gönderme yapar.

Türkiye’de de Türklük ve milliyetçilik böyle. Ne yapılırsa yapılsın, ne kadar baskılanırsa baskılansın, öyle ya da böyle, filizleniyor. Ya Celali oluyor, ya Kuvva-yı Milliyeci, ya 44 zındanlarında tırnağı sökülen bir Turancı, ya kızıl kurşunlara göğüs geren bir ülkücü. Yalnızca kendini milliyetçi tanımlayanlar arasında söz konusu olan bir hadise değil, yine sevdiğim bir örneği vereyim. Urfalı Babi diye, şimdilerde unutulup gitmiş, Neyzen kumaşından bir sanatçımız var. Urfalı Babi, alemci, Urfa’da yaşayan, pek de milliyetçi şuur sahibi diyemeyeceğimiz bir insan. Fakat Kıbrıs Barış Harekatı döneminde Ecevit’e suikast yapılacağı söylentisi yayılınca, meşhur “Ecevit’e Suikast” şarkısını yazıyor. Şarkıda “Fatih Mehmet ruhu var Türk’ün asil kanında” gibi ifadeler var, meraklısına  dinlemesini tavsiye ederim, eğlencelidir. Bir Urfalı alemci, solcu Ecevit’e, milliyetçi motiflerle süslü bir şarkı yazabiliyor; şartlar öyle gerektirip de bir hassa “kaşınınca”. Halihazırda yükselen milliyetçi meyiller, 15 Temmuz’un yine milletin bazı hassalarını kaşımasıyla tavan yaptı.

Türkiye şu günlerde yeni bir milliyetçi yükselişin şüpheye mahal bırakmayacak şekilde “ben varım” dediği bir seçim sonrası yaşıyor. Belki 30 yıldır yükselişte olan milliyetçilik, 90 ve sonrası doğumlu gençler arasında, bütün formlarıyla popüler. Atsız’ın geniş kitlelerce yeniden keşfedilmesi bir işaretti, seçim sonuçlarının milliyetçiliğin kendisinin olmasa bile, milliyetçiliğe hitap edilmesinin zafer getirdiğini göstermesi, bu varlık manifestosunun mührü oldu.

Hükümet Cephesi

AKP-MHP ortaklığında bir milliyetçi vurgu olduğu aşikar, ancak AKP ideolojik olarak milliyetçilik yapmaya başlamamıştır. İdeolojik çerçevesi açıkça tanımlanmayan bir milliyetçilik, yükselen trende hitap eden bir pazarlama aracı olarak kullanılıyor. KRT’de konuk olduğum programda altını çizdiğim hususu burada yinelemek istiyorum: Cumhur İttifakı’nın özeti, MHP’nin marka değerinin milliyetçi pazara hitap için satın alınmasıdır. Zira semboller, ikonlar, motifler kitleler üzerinde etkilidir, üstelik kitleler fikirler üzerinden değil, “göstergeler” dediğimiz bu sembol, ikon ve motifler üzerinden kimlik tanımlaması yapmaya meyillidirler. Basitçe MHP’nin marka değerini satın alarak bu pazara hitap eden AKP, milliyetçiliği iktidara taşımıyor, milliyetçiliğin sırtına binerek iktidara çıkıyor. Bu, kurmay zekasını, merkezini, örgütlülüğünü yitirmiş bir milliyetçilik olduğunun göstergesidir, tehlikelidir.

Fakat AKP için de bir tehlike var. Önce Türk’ü bir etnisiteye tenzil-i rütbe etmek amacıyla başlattıkları furyanın ürünü olan Kayı Tamgası’nı meşhur ettiler. Fakat bu tamga İYİ Parti tarafından akıllıca bir operasyonla sahiplenildi. Ardından, klasik Türk-İslamcı neşriyat ve tedrisatın bütün birikim ve ürünlerinden faydalanabilmek için bu yolu terk ettiler, hala Erdoğan ve resmi söylem “Türk” adını anmaktan olabildiğince imtina etse de, geleneksel Türk milliyetçiliğini hedef kitle seçerek önceki operasyona ara verdiler. Fakat AKP’yi bekleyen tehlike şu: Göktürk Harfleri ile Türk yazısını arabasına çıkartma yaptıran, şapkasına bastıran, sembol yapan çocuk, hele ki şu internet çağında, bu yazının nereden yadigar kaldığını merak edecektir. Bu merakının üzerine giderse, Türklerin İslam’la “şereflenmeleri” gibi bir durum söz konusu olmadığını, Araplar peygamber torunu doğrarken Türklerin tarihte eşsiz bir göçebe yüksek kültür havzasında milletine hesap veren bir kağan figürünü bengütaşlarda ölümsüz kıldığını görecektir. İslamcılık ve Türkçülük bir arada barınamayacak fikir ve kimlikler; yıllar önce yazdığım yazılarda ve yazarları arasında yer aldığım Yeni Nesil Ülkücüler kitabında Türk-İslamcılığın AKP ve dolayısıyla İslamcılık içerisinde eriyeceğini ikaz ettiğim gibi, o İslamcı olsun istenen çocuklar arasında, Atsız gibi figürlerin araştırma yapacakları “Türklük” sahasındaki –Kök Tengri’ye şükür- baskınlığı nedeniyle, İslamcılıktan uzaklaşan meyiller baş gösterebilir. Türk-İslamcılık, ancak cehaletle sürdürülebilir hale gelen bir kimlik ve “ideolojimsi”dir. Şimdiye dek Türk-İslamcılığın ideolog ve tarihçilerinin sürekli saçmalıkları, zırvaları, bilimsel dayanağı olmayan kurguları kitleye yayması gibi, AKP de bu tehlikeyi görüp yığınla tuhaf ve gerçekdışı açıklamayla “Türkçü açılım”ın İslamcı çocuklarının İslamcılığın gerçek yüzünü görmesini engellemeye çalışacaktır.

MHP’ye gelince, aslında üzerinde çok fazla konuşulacak bir parti değil. Suat Başaran yakın zamanda bir yazı yazdı. “Geçmişte kader birliği yapmış ve ortak mücadelede bulunmuş olmak, geleceği birlikte kurmak için yeterli olmuyor maalesef. (…)Artık kabul edelim ki birçoklarımız için ülküdaşlık mazide kalmış buruk bir anıdır... Türk milliyetçiliği elbette bir noktaya kadar hepimizi kapsamaya devam edecektir... Ancak Türk milliyetçiliğinin özel bir yorumu olan ülkücülük ve ilhamını buradan alan ülküdaşlık ortak kimliğimiz olma vasfını kaybetmiştir.” diyor. MHP’nin artık bir “milliyetçilik tanımı” yok, sembollerin çekiciliğiyle bir araya gelmiş ve kurum kültüründe eleştiriyi, aklı, fikri, özgür iradeyi ve birey olmayı olumsuzlamış nicel kalabalığı sayesinde siyaseten etki değeri kazanıp pazarlık yapabilen genel başkanının babasının malıdır. O çarkı döndürebildikçe duracak, çarkı döndüremezse –ve hakiki milliyetçiliğin geri dönüş yolları tıkanırsa- ortadan kalkacak bir yapıdır.

Fakat burada geleceğin Türk milliyetçiliğini bekleyen büyük bir tehlike var. MHP ve Ülkü Ocakları, AKP ile kurdukları ittifak nedeniyle milliyetçiliğin ve aklı başında, insanı önceleyen bütün anlayışların asla kabul etmeyeceği eylem ve söylemlere imza atıyorlar. Ortadan kalksalar bile işledikleri bu cürüm, şahit olanları milliyetçilikten uzaklaştıracak, milliyetçilerin imajında bir kara leke olarak tarihe geçecektir. Bununla ancak, MHP ve Ülkü Ocakları ile kesin çizgilerle ayrışan, oranın bir zamanlar dahil olduğu veraset silsilesinin kazanımlarını uhdesine almış, ama zararlarını dışlamış bir yeni kurum yaratarak başa çıkabileceğiz gibi duruyor.

Muhalif Cephe

Muhalif cephede milliyetçilik açısından iki sorun var: Demokrat, hürriyetçi ve şehirli bir uyanış yaşayan milliyetçilerin hikayesi, kazanımları ve emeği üzerine kurulmuş İYİ Parti’nin buna ihanet etmesi. Birkaç gün içerisinde gerçekleşecek büyük kampından pek ümitli değilim ama, parti bu son fırsatını da teperse ülkedeki genel uyanışın muhalif cephedeki izdüşümünü şahsi emelleri için kullanıp atan bir başka yapı, bir başka yılgınlık aşılayan, kontrol altında tutan muzır, sarı sendika olarak tarihe geçecektir.

İkinci sorunsa daha derin. Basitçe şu soruda gizli: “Biz, bu milletin milliyetçiliğini mi yapacağız?” Zira evet, hakikaten Türkler arasında ahlaksızlık yaygın, Türkler kendisine düşman olan bir yapıyı sürekli iktidara getiriyor, Türk kimliği tehlikede, Türk tanımı ümmetçi bir anlayışla yeniden yapılıyor. Üstelik Türk, kendinin hayrına olanı seçmekten aciz görünüyor, ahlak sorunu kadar bir akıl sorunu olduğu da aşikar. Bu çelişkiden bir milliyetçi nasıl kurtulacak?

Pir Sultan’ın “Türk değil mi şu alemin eşeği / Eşek değil sanki itten aşağı / Haralara sığmaz olur taşağı / Minnet kapısında durduğu zaman” dizelerini hatırlayarak. Milliyetçilik milletini olduğu gibi sevmek, ululamak, övmek, milletinin özelliklerini muhafaza etmek demek değildir. Yahut, en azından, benim seküler milliyetçi anlayışım bunu ön görmüyor. Milliyetçilik milletini dönüştürmek, onun iyiliği için uğraşmak, millete bulaşan marazlara tedavi aramaktır. Daha önce söylemiştim: Türküm demeye 17 adam bulabildiğimiz darboğaz, Göktürk İmparatorluğu’nun ihtişamlı çağlarında gerçekleşmişti. Orhun Abideleri, hamaset için değil, tarihten bugüne ışık tutan bir hesaplaşma olarak okunursa, Göktürk elitlerinin Türklerde gördükleri sorunlar ve buldukları çözümlere dair bir metinden ibarettir. Milliyetçilik, demek, tek başına bir reçete değildir, bir tavırdan ibarettir ve sözgelimi ekonomide neyin iyi olacağına ekonomi bilimine, eğitim sisteminde neyin iyi olacağına uzman disipline danışarak karar verir. Fakat bütün bu eylemleri, millet hayrına yapar ve en önemlisi, etno-sembolleri kullanarak yapar. Bu yüzden dönüştürücülüğü yüksektir: Yeni bir fikri, sistemi, anlayışı, ahlakı yaymak istiyorsanız, etno-sembolleri kullanırsanız etkili olacaktır. Zira insanoğlunun toplulukları etno-semboller sayesinde oluşur. Biraz dağıtıp, yeri gelmişken değineyim: Bu yüzden, “Müslüman olan Türkler kimliğini muhafaza etti” diyemeyiz. Aksine, bir grup Türk Müslüman olunca, diğerleri de olmuştur: Türkçe konuşan ve aynı etno-sembolleri paylaşan bir grubun diğerlerini etkilemesi mümkün hale gelir ve İslam kolayca yayılır. Yoksa, Müslüman olduğu halde kimliği ve dilini kaybetmiş onca Türk topluluğu var.

Muhalif Türk milliyetçileri, öyleyse, üç şey yapmalılar: Milliyetçiliğin milletin özelliklerini koruyan, muhafaza eden bir hobi olmadığını anlayıp, milleti temsil eden değil, onun önünden giden ve ona yol gösteren bir milliyetçilik anlayışı tesis etmek. Türk’ün ve milliyetçiliğin tanımını İslamcıların yapmasını engellemek için aradaki farkları belirginleştiren, seküler, bilimsel, insancıl, yüksek ahlaklı bir anlayış ve davranış modeli ortaya koymak. Nihayet, sayıca çoğalmanın yollarına bakmak, bu da taktik düzlemde İYİ Parti’nin milliyetçi olmasını sağlamak için bir savaş gerektiriyor.

İki tip milliyetçilik doğduğu gibi, iki tip de Türk doğdu. Biri küçük çocukların ırzına geçen, geçene öfke kusar gibi görünse de içinde potansiyel bir sapık barındıran, psikolojisi bozuk, akılla rabıtasını koparmış, güruh mensubuna dönüşmüş, gözü dönmüş, linç kültürü taşıyan, hayatla ve kendisiyle kavgalı, güzel olan her şeye düşman bir tip. Diğeri de “normal insan”, belli bir ahlaki seviyesi var, fikri, zikri farklı olsa da içindeki hasletler ölmemiş, komşu olmaktan, birlikte yaşamaktan memnun olacağımız bir tip. Bu ikinci tipin önce milliyetçiliğin iplerini eline alması, sonra Türk’ün tanımını yeniden yapması için var gücümüzle mücadele edeceğiz.

Her şeye rağmen, bizi sevindiren şu: En şuursuz, eksik, yanlış, yoz haliyle bile olsa, milliyetçilik ölmüyor. Biz, evet, "onlar"a milliyetçi demiyoruz, ama köksüz, filizsiz bir çıkmaz yol olan İslamcılık, hiç değilse bizi taklit etmek zorunda kalıyor. İslamcılık bir paradigma iflasına uğruyor, şu manzarada surete itibar edenlere aslını gösterecek kadar öne çıkabilmemiz kafi. 


M. Bahadırhan Dinçaslan

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 

***

M. Bahadırhan Dinçaslan kitapları:

Seküler Milliyetçinin El Kitabı - Satın Al

Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı? - Satın Al

Albatros - Satın Al

İzmir Çıkmazı - Satın Al

 

 

 
mbdincaslan.com | © 2024 Tüm Hakları Saklıdır

  • Mevcut yorum yok.

Who's Online

1106 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Latest Park Blogs